Karanlık dünyanın ışığı veladet kandili
Yaşar Değirmenci, veladet (doğum, mevlit) kandilinin nasıl idrak edilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
Yaşar Değirmenci / Yeni Akit
Karanlık dünyanın ışığı veladet kandilimiz
Her veladet kandili, önce, Resûlullah´ın hayatını, gücümüz nisbetinde iyi bileceğimiz günlerin doğumu olmalı. Sonra bu okumalar, öğrenmeler okuduklarımızı, öğrendiklerimizi yaşamalar, yaşatmalar hem tahammülü ayarlar, hem de huzurlu bir hayat yaşamamızı kolaylaştırır. Okumalar yapsak Peygamber Efendimizin hayatından. Her hal ve şartta dinimizi nasıl yaşamış, nasıl öğretmiş, nasıl tebliğ, telkin ve irşadda bulunmuş aile reisi, tâcir, komutan, devlet reisi, arkadaş, yoldaş, komşu, kul ve insan olarak. Peygamberimizin yaşayışı kimlere, nelere cevap teşkil etmiyor ki? Hem de en müessir, en hakiki, en üstün cevap! Bu dinin uygulayıcısı, dünyamız ve ahiretimizi kuşatan hayat anlayışımız için tartışmasız önderimiz ve örneğimiz Resûlullah Efendimiz oldu. O, Allah’ın bize ‘üsve-i hasene’ güzel bir örnek olması için gönderdiği Peygamberidir. O’nu sevmemiz; beraberinde örneğimizin, rehberimizin de Peygamberimiz olmasını gerektirir.
Peygamber Efendimiz; Allah’ın bize sunduğu olmazsa olmaz örneğimizdir. İslâm’ın nasıl yaşanacağının en güzel ve mükemmel örneğidir. Veladeti, bu anlayışla karşılayacağız.
Allah Resulünün yaşadığı “model hayat” hiçbir sahteliğe izin vermeyecek kadar gerçek ve açık olarak ortadadır. Bütün insanlar arasında kendisine her yönüyle tâbi olunabilecek, her hareketi, her davranışı, örnek alınabilecek Sevgili Peygamber Efendimizdir.
Kandil simitleriyle, tebrik mailleriyle, telefon kutlamalarıyla, kültür-merasim-şeklî Müslümanlıklarla kandiller lâyıkı veçhile değerlendirilemez. Her geçen günde, her yaşanan olayda, her açmazımızda, her çıkmazımızda Peygamberimizin mesajına, tebliğine, telkinine, irşadına ihtiyacımız olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. Bu cinnet toplumunu ancak vahyin inşa ettiği, sünneti çağa taşıyan insanlar cennet toplumuna çevirebilir. Her hal ve şartta yaşanan bir dinin, her hal ve şartta dinini yaşayıp örnek olması gereken mü’min şahsiyetine bu ümmetin de bu milletin de ihtiyacı vardır. Onun için, kandilleri törenleştirmekten çıkaralım. Sadece Peygamberimizin doğumundaki olayları anlatarak olmaz. Rabbimizin emirleri, uyarıları ve “alemlere rahmet” olan örnek kul son Resul Peygamber Efendimizin tavsiyelerini, ikazlarını, sakınmamız gereken hususları hayatımıza taşıyarak veladetiyle (doğumuyla) karanlık dünyamız, aydınlanmıştır.
İman etmedikçe cennete giremezsiniz. “Birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız?” diyen, mümini tarif ederken de “Seven sevilen, dost olan, dostluk kurandır. Sevmeyen, sevilmeyen de, dost olmayan ve dostluk kurmayan da hayır yoktur” uyarısında bulunan bir Peygamberin doğum gecesi, Veladet/Mevlid kandili bugün.
Her veladette Mekke´yi, Medine´yi, Kâbe´yi, Taif´i, Huneyn´i, Hayber´i, Hudeybiye´yi bir şuur hali içerisinde hatırlasak. Verilen mücadele ve imtihanların benzerlerini bugün yaşayıp yaşamadığımızı sorsak kendi kendimize. O kırılan, temizlenen putların çağımızdaki cahiliyesinden nasıl kurtulacağımızı düşünsek. Dünyevîleşme putlarına insanımızın esaretinin sürüp sürmediğine bir kafa yorsak. O günlerin putlarından zihinlerin putlarına kadar yaşanan süreci hatırlasak, sonra da o hayata kurban edilen nesilleri. Kimseyi değil, kimsenin imanını değil; kendimizi yargılasak önce. Sevgili Peygamberimizin veladeti (doğumu) kendimize dönmemizin vesile günleri olamaz mı? Silkinmemizin, iç muhasebe yapmamızın zor zamanı aşmamızın, fıtratımıza dönme adımlarını atmamızın günleri olamaz mı? “Sadece iman ettik demekle cennete gireceğinizi mi sandınız?” sualini soran Rabbimizin bu sualine hangi salih amellerimiz cevap olacak? Peygamberimiz ne verdiyse onu alan, neyi yasakladıysa ondan kaçınmanın adımlarını atıp, Dinin samimiyet olduğunu idrak edemez miyiz? “Gevşemeyin, üzülmeyin, inanıyorsanız mutlaka üstünsünüz” âyetinin yüreklerimizde bir inşirah, bir sevinç, bir fetih olacağının şuurunu kazanamaz mıyız? Bizler de her türlü dar bir mağaraya sıkıştırıldığımızda, birbirine sokulmuş iki dost gibi “Lâ Tahzen! İnnallâhe meana! Üzülme, Allah bizimle beraberdir” tevekkülüyle yaşayamaz mıyız? Her hal ve şartta Allah´a güven duyamaz mıyız? A
llah Resulü de Mekke´de Ebu Kubeys tepesine çıkıp, Tehlike kampanasını çalarak insanları toplamış ve insanlığa kurtuluş davetini ilan etmişti. Şimdi biz hangi tehlike kampanasını çalıp da ‘Durun kalabalıklar! Bu cadde çıkmaz sokak´ diyeceğiz.? İnsanlık duysun-duymasın biz dâvetimizi yapalım. Böyle bir dünyaya Rasulüllahın daveti tek umuttur. Bu, insanlığa bir çağrıdır. Bu, kendinden uzaklaşan insana ‘Kendine Gel!’ davetidir. Hele şu âyet düşünülmelidir. “Siz insanların iyiliği, faydalanması için ortaya çıkarılmış, seçilmiş en hayırlı ümmetsiniz; iyi ve doğru olanı teklif eder, kötü ve yanlış olandan sakındırırsınız; zira Allah´a güvenip inanırsınız.” Kendi değer ve kutsallarından habersiz yetişenler/yetiştirilenler öncelikle Kur´an-ı Kerim´i (vahyi) ve Peygamber Efendimizi (Sünnetiyle, hadisiyle) tanımalı/tanıtmalıdır. Bütün bunların ışığında, hayatımıza şekil veren dinimizi, onu uygulayan/uygulatan bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu unutmayalım. Bunları unutmayıp hayatımıza yansıtırsak; küçük hesap yapmayız. Rabbimizin şefkat ve merhametine layık oluruz. İnşaallah...
Her hal ve şartta dinimiz İslâm´ı yaşayışımızı belli gün ve gecelere hasretmeyip Peygamber Efendimizin sünneti ve hadisi şerifleriyle yaşamalıyız. Küslük/küskünlük/üstünlük yok, takvaca yaşayarak birbirimizi bağrımıza basmak var. Tek adamlık yok, istişare/şura var. Hatasızlık yok, hata var. Tevbe-istiğfar var. Ahlakı Muhammediyi yaşamak/yaşatmak var. Kusurları setretmek var. “Settarul uyub/ gaffarul zunub” olan Rabbimiz var. Amellerimizle, ihlasımızla, ihsanımızla, zikrimizle, fikrimizle, takvamızla İslam kardeşliğini ihya ve ikame etmemiz var. Bu günler, kandiller bizi “İnnemel mü´mine ihvetün”e götürecek inşallah. (Bütün mü´minler muhakkak kardeştirler. Öyleyse kardeşleriniz arasında sulhu, barışı sağlayın, din ve dünya işlerini, sosyal ilişkilerini düzeltin, geliştirin.
Allah´a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun. Umulur ki, ilâhî merhamete mazhar olursunuz.) Hucurat sûresi 10. âyet. Bütün zamanları kucaklayan; sınırları, iklimleri aşarak insanlığı kurtuluşa, kardeşliğe, hakka-hukuka çağıran, yeni, yepyeni, taptaze, hayat ve gerçek dolu ses O´nun sesi. Tek ışık, tek ümit, tek hasret O! Sevgisiz ve yalnız kalmış kalpler O´nu öyle arıyor! Kimseyi mahcup etmeyen, incinmeyen, incitmeyen, kırmayan, O´ydu. İnsanların sevinciyle sevinen de. O´ydu herkesin ıstırabıyla yanan. Saygı uyandıracak ne varsa, iyi, sevimli ne varsa, O´nun hayatını doldurmuştu. En karanlık geceler O´nunla aydınlandı. Dönüştüreceğiz evlerimizi cennetten bir şubeye. Bizler, Rasûlullah etrafında halkalanan insanlar gibi kenetlenirsek birbirimizle, Peygamberimizin şefkat, merhamet ve rahmet dolu yüreğini yansıtırsak insanlığa karanlık dünyanın kandilini yakarız.
Rabbim, veladet kandilini, Milletimiz, Ümmetimiz ve Devletimiz için hayırlara vesile kılsın. Gözyaşlarımızı katık yaptığımız dualar edeceğiz. Rabbimiz sıhhat/âfiyet içinde nice nice kandillere ulaştırsın. Rızasını kazanan kullarının zümresine bizleri de ilhak buyursun.
HABERE YORUM KAT