Karakutular diyarında geçmişle yüzleşme
Günümüzün kronik sorunlarını anlamaya ve çözüme gidecek yolu gösterecek isabetli bir pusula bulmaya çalışırken, geçmişin deneyimlerini doğru analiz etmek hayati bir önem taşıyor. Sorunlar, “kronik” payesini, adı üstünde, doğuş anından itibaren kendini aynı rutinlikte tekrarlamasıyla kazanıyor.
Çünkü geçmişte yaşanan kazaların karakutuları bulunup açılmadan, bu kazaların tekerrür etmesi kaçınılmazdır. Müsebbiplerin zihniyeti ise gerçeğe ve adalete galebe çalmaya devam eder.
Zaten Türkiye’de son yıllarda sağlıklı bir demokrasi olma yönünde atılan adımlar, bu karanlığın seyrelmeye başlamasıyla eşzamanlı olmadı mı? Çok değil, bundan daha birkaç sene evvel, faili meçhullerdeki devlet rolünün ve ülkedeki faşizan uygulamaların başbakan düzeyinde kabul edilmesini hayal etmek bile mümkün müydü?
Hakikat zamana dayanıklıdır. Zorbalık ve yalanın cilası döküldüğünde yüz değil, isterse bin yıl geçsin, gelip onun dizinin dibine oturmanızı, kendisinden af dilemenizi bekler. Gerçek, kin tutmaz; bedel ödeyen sizsinizdir çünkü.
***
Kürt sorununda da çözüm, geçmişteki kazaların karakutularını bulup gerçek failleri tarih ve adalet önünde mahkûm etmekten geçer.
Bu pazarlığa açık bir konu değildir.
Değişim, değişimi arzulayan bünyenin kendi hücrelerinde gerçekleşir. Başkalarını da olumlu yönde değişime zorlamanın sihri, kendi bünyenizde zuhur edecek aydınlanmayı mümkün kılmaktan geçer.
İstediğiniz kadar bedel ödeyin, istediğiniz kadar aynı uğursuz noktada patinaj yapın, sarih gerçek budur.
***
Bu anlamda Kürt sorununun barışçı çözümünden yana olanların Ermeni sorunu, ama özellikle 1915 konusunda resmî tezin bir adım ötesine geçemediğini üzüntüyle takip ediyorum. Fikirlerine saygı duyduğum, elini taşın altına sokmaktan imtina etmeyen nice kalem, konu 1915’e geldiğinde aynı ezberi tekrarlamaya devam ediyor. Hatta Kürt sorunu konusunda geçmişten ders almanın gerekliliği üzerine yazılan yazılar dahi, Kürtlerin, Ermenilerin yaptığı hataya, yani “ihanete” düşmemeleri tavsiyesiyle sınırlı kalıyor.
Örneğin Nazlı Ilıcak, Neşe Düzel’in Şivan Perwer ve İsmail Beşikçi ile yaptığı röportajlara gönderme yaptığı Ateşle oynama… Sonra yanarız başlıklı makalesinde, federasyon ve ayrılma konusunda fikir beyan edilmesinin tehlikelerini 1915’e giden süreci –Kürtlere- hatırlatarak vurguluyordu dün.
Ilıcak, Taha Akyol’un aynı ezberden mustarip Ortak Acı-Türkler ve Ermeniler kitabından aldığı bilgilerle, “sadakat” ve “ihanet” arasında çelişkiye düşen Osmanlı tebaası birtakım Ermenilerin nice kalkışmadan sonra son olarak Van’da ayaklanmasıyla tehcirin önünün açıldığını söylüyor.
Yani sakınmak için dahi olsa, “sadakatsiz” Kürtlere, tartışmanın kırmızı çizgilerini gösteriyor. “Buraya kadar tartışın, bundan ötesine geçildiğinde Ermenilerin başına gelenler sizin de başınıza gelebilir, dikkat” demeye getiriyor.
Belki de bu açıdan doğru söylüyor.
1915 konusunda yazarken hep vurguluyorum. Bu konu beni bir Ermeni olmaktan çok öte, bir insan ve bir yurttaş olarak ilgilendiriyor.
Bu coğrafya yüzbinlerce evladını önce ret, sonra da yok etti. Bir halk hayattan ve yurdundan kökünden koparıldı. Geriye kalan çocuklar, kadınlar ve mallar da SUÇLULAR tarafından paylaşıldı.
Bu ülkenin üzerinde bir lanettir bu...
Cumhuriyet’e sağ salim ulaşabilen Ermenilerle de sürekli uğraşıldı, ötekileştirildi, şeytanlaştırıldı, mallarına, Varlık Vergisi, 36 Beyannamesi, 6-7 Eylüllerle el kondu. Sürekli göç veren Ermeniler, birkaç on yıl sonra yok olacak sayılara indirildi. İçinden belki son bir armağan olarak mucize eseri çıkarttığı evladı da 19 Ocak 2007’de kaldırıma düşürüldü.
15 eylülde doğum gününü kutladığımız sevgili Hrant Dink’ti o...
1915’e giden yol da öyle Van ayaklanması veya 1918’de Rus ordusu ile geri dönüp intikam alan bir kısım Ermenilerin katliamlarıyla izah edilecek gibi değil doğrusu. El insaf! Gerisinde en az bir asırlık acı bir hikâye var. Tıpkı Kürtler gibi, ağır baskı ve adaletsizlik karşısında eşitlik ve güvenlik talep eden, bu taleplere ise –tabii ki Batı’nın da iyi ve kötü niyetli müdahaleleriyle- cinayetlerle kesilen bir halkın dramı var.
Şimdi; kendi adıma bir şey istiyorsam namerdim. Ben diyorum ki, bulun 1915’in karakutusunu, açın onu cesaretle, çözün Kürt sorununu.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT