Kapıkulu Akademisyenler ve Sosyalistler
Başörtüsü tartışmaları ile ortaya çıkan tablo diğer siyasi-sosyal tartışmalar gibi net bir ayrıştırma işlevi görüyor aslında. 12 Eylül sonrasında üniversiteleri denetlemek üzere askeri konsey tarafından kurdurulan YÖK'e üniversite gençliğini depolitize etme ve akademik camiayı sindirme misyonu biçilmişti. İhtilal sonrasında görev alan başkanlar bu misyonu ifa için ciddi bir gayret sarf ettiler. Üniversiteler üzerinde tam bir nizamiye havası hakim kılınması için hem içerik hem de şekil olarak YÖK eliyle sıkı denetimler getirildi. Başarısız kalan bu sürecin sonunda Genelkurmay'ın gönüllü emir eri görevini ifa eden Doğramacı-Gürüz-Teziç karakterleri kenara çekildi. Tek tip toplum oluşturmanın hesaplarını yapan askeri cuntalar yargılanmaya başlandı. Hesaplar boşa çıkıp da Cumhurbaşkanı Gül tarafından YÖK Başkanlığına getirilen Yusuf Ziya Özcan'ın bir darbe zorbalığı olan başörtüsü yasağının artık üniversitelerde sürdürülemeyeceğine ilişkin beyanları Kemalistler kadar Sosyalist kılıklı zorbaları da telaşlandırmış durumda.
Başörtüsü yasağı adı altında yıllar yılı kolluk kuvvetleri marifetiyle sürdürülen psikolojik işkenceye karşı direnenlere bugünlerde kimileri bilimsel özerklik adına barikat kurarken kimileri de bu iğrenç barikatı sosyalizm adına arkalama yarışına girmiş durumda. Başörtüsü yasağının görece olarak serbest bırakılması karşısında "Kabullenmiyoruz" başlığı ile akademik camiada imzaya açılan bildiriye imza veren 500 kadar profesör, doçent, doktor, okutman vs. zorbalığı sürdürmekte kararlı olduklarını deklare etti. Kilise Babaları'nın cennete kimin gireceğine karar verme haklarını uhdesine almaları gibi Üniversite Konseyleri Derneği (ÜKD) adı altında örgütlenen akademisyenler de üniversiteye kimlerin girebileceğinin fetvasını veriyor.
"Kabullenmiyoruz" başlıklı bildiri sadece üniversiteleri, derslikleri değil adeta bütün bir ülkeyi babasının çiftliği zanneden bir zihniyetin ürünü. Despot akademisyenler kaleme aldıkları bildiriyle İslami kesimleri adeta UFO'lar gibi yabancı ve zararlı işgalci olarak resmederek bilim-kurgu senaryoları yazıyorlar. Yasağa karşı direnmeyi 'dayatma'; temel hak ve özgürlükleri gasp etmeyi 'hukuka sahip çıkmak' olarak lanse etmeye kalkışan bu bildiride bir pişkinlik, daha doğrusu bir yüzsüzlük gösteriyor kendini. İslam'ın akıl ve mantık dışılığına, Müslümanların ABD emperyalizminin işbirlikçisi olduğuna dair yalan ve iftiralarla doldurdukları bildiri ile Ergenekon cuntasına selam durmanın akademik tarzını ifa ediyorlar. Yazdıkları bildiride geçen "dinsel dogma" karalamaları ile Kemalist Resmi İdeoloji'ye, "emperyalizmin ılımlı İslam projesi" saptırmalarıyla kamuoyunu oyalamaya kalkışırlarken imzacı akademisyenler Devlet'e ve Resmi İdeoloji'ye kapıkulu olduklarını gizlemeye çalışmaktadırlar.
"Kabullenmiyoruz" başlıklı bildiriyi imzalayan akademisyenlerin sözlerini pratiğe geçirmek için polisten ve güvenlik görevlilerinden daha hızlı davrananlar var. Kendilerinden başka kimseye hayat hakkı tanımamayı sosyalizm; iftira ve ispiyonculuğu aydınlanma mücadelesi; dinsiz bir toplum oluşturmak için askeri cunta ile paslaşmayı özgürlük yolunda ilerleme olarak takdim edebilecek kadar zekâ ve ahlak yoksunu bir siyasi oluşum durumdan vazife çıkarmaya kalkışmakta.
Aydınlanma, ilerleme, bilimsel sosyalizm siyasetini açık bir din ve toplum düşmanlığı olarak icra eden ve silahlı bürokrasinin, Kemalist oligarşinin uzantısı şeklinde üniversitelerde başörtüsü yasağını ikame etmeye çalışanların başında TKP geliyor. 28 Şubat sürecinde yüz binlerce kadın-kız başörtüleri nedeniyle öğrenim ve çalışma haklarından mahrum edilirken bugünün TKP'si dünün SİP'i "Türban Neyi Örtüyor?" broşürleriyle İslam'a ve Müslümanlara saldırı siyasetinde durumdan vazife çıkarmış bir taşeron, acımasız bir tetikçi olarak iş görüyordu.
Utanma, erdem, dürüstlük, adalet vs. gibi insani hasletlerden tümüyle soyunmuş, siyasi propagandayı kara propagandaya dönüştürerek gerçekleri alt-üst eden söylem ve eylemleriyle TKP, 28 Şubat darbe sürecinde yarım kalan görevini tamamlama hevesiyle yanıp tutuşuyor adeta. ÇYDD, ADD, İP ve Türk Solu gibi doğrudan Psikolojik Harekat Dairesi'nin örgütleyip yönlendirdiği örgütlerin ideolojik ve yapısal olarak çöküşü ile ortaya çıkan boşluğu TKP doldurmaya aday. Söylem düzeyinde diğer sol örgütlere karşı komünizm, sosyalizm, ilerleme, aydınlanma, emperyalizm karşıtlığı yarıştıran TKP asıl itibariyle günlük siyasette laik-ulusalcı Kemalist statükoyu muhafazaya endekslenmiş pozisyonda.
Başörtüsü yasağının kısmen gevşetilmesi ile birlikte ortaya çıkan tablodan en az Kemalist cuntacılar kadar rahatsız olan TKP İslam'a ve Müslümanlara karşı provakatif saldırılar tertip ederek önce bir gerilim sonra da bir çatışma ortamı tesis etmeyi hedefliyor. Klasik sol-sosyalist jargonun "dinci gerici, karanlık yobaz" ezberi ile TKP önce kendi dar kliğini çatışmaya teşvik ediyor sonrasında oluşacak hava ile diğer sol-sosyalist, laik-alevi kesimleri de açtığı cephede mücadeleye mecbur etmenin hesaplarını yapıyor. "Gericiler ilericilere saldırıyor, yobazlar aydınlanmanın merkezi üniversiteleri medreseye çeviriyor" vs gibi bayatlamış ama sol-sosyalist kesimlerde hala iş gören yemlerle TKP oltaya balık arıyor.
Sosyalist İktidar Partisi (SİP) bütün bir sola çalım atıp bir oldu-bitti ile Türkiye Komünist Partisi'ne dönüştüğünden beri diğer sol siyasi örgütlerle metodik ve psikolojik bir gerilim yaşıyor. Ancak son birkaç yıl içerisinde diğer sol-sosyalist örgütlerin siyaset ve söylem üretmekte yaşadığı sıkıntılar TKP'nin konjonktürel olarak öne çıkmasına sebep oldu. Hatta öyle ki bazı siyasi parti ve örgütleri kendi gölgesi altında farklı birçok olay vesilesi ile miting meydanlarına sürükleyebildi.
Bu dönemde taban örgütlenmesi, siyasal söyleminin nüfuzu, basın-yayın araçlarını daha rasyonel kullanması açısında diğer sol örgütlere göre TKP daha avantajlı bile sayılabilir. Ancak TKP'nin bu gücü sol-sosyalist kesimleri kendi asli kimlik ve mücadelelerinden daha bir uzaklaştırıp Kemalist ideolojiye ve devlete doğru yanaştıracaktır. TKP'nin sürükleyici olduğu bir süreçte sınıf mücadelesi aydınlanma ve ilerleme mücadelesine, askeri cunta ve sermaye sınıfıyla mücadele İslam'la ve İslami cemaatlerle mücadeleye evrilecektir. Bu yapısal dönüşüm, başkalaşım durumunda "ilerici asker ve ilerlemeci Kemalizm" hatta "laik TÜSİAD" doğal bir müttefik olacaktır sol-sosyalist hareketler için.
Sol-sosyalist hareketlerin hangi kimliği benimseyeceği de kimlerle ittifak kuracağı da bizi çok fazla ilgilendirmez aslında. "Darbe ve katliam politikalarıyla ezildik, işkencelerden geçirildik, sürgün edildik" söylemleriyle siyaset yapanların bugün statükoya yanaşık düzen durduklarını, oligarşi adına İslam'ı ve Müslümanları toplumsal hayattan silmek gibi ahlaksız, akılsız ama başarısızlığa mahkûm bir Don Kişot'luğa soyunduklarını yazarız, anlatırız olur biter.
Askeri, yargısı, sermayesi, bürokrasisi ile devletin efendileri bu zorbalığı sürdüremediler, tökezleyip kaldılar. Efendilerinin engelleyemediği bu haklı mücadeleyi akademisyen sıfatı ile, sosyalist kimliği ile karşımıza çıkıp tuzak kurmaya kalkışan kapıkulları mı engelleyecekler?! Beyhude bir çaba.
Güneşi balçıkla sıvamaya hevesli akıldan yoksun çok despotlar, örgütler, devletler gördü bu insanlık. Kibir ve gururu vicdanını karartmış, kalplerini katılaştırmış zorbaların insanlık nezdindeki yeri küçük ve siyah bir nokta gibidir. Daha fazlasını asla hak edemezler. Hak ve hakikat ise sonsuz bir nurdur ve kendi yolunda mücadele edenleri daima muzaffer kılmıştır.
YAZIYA YORUM KAT