1. YAZARLAR

  2. Ekrem Dumanlı

  3. 'Kapanacak parti hisseder'miş; peki halk ne hisseder?
Ekrem Dumanlı

Ekrem Dumanlı

Yazarın Tüm Yazıları >

'Kapanacak parti hisseder'miş; peki halk ne hisseder?

01 Şubat 2010 Pazartesi 05:03A+A-

Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, parti kapatma ile ilgili bir soru sorulduğunda "Partiler kapatma davasını hisseder." demiş. Muğlak bir ifade.

Ateş olmayan yerden duman çıkmaz mı demek istiyor; yoksa kapatılma dedikodusuna vesile hedef olan partiler kendine çekidüzen vermesi gerekir manasına gelen bir uyarı mı yapıyor; çok su götürecek bir laf. İsim zikredilmese de tartışmanın odağında AK Parti'nin olduğu herkesin malumu. Bu nedenle de aynı zamanda AK Parti Genel Başkanlığı görevini de üstlenen Başbakan Erdoğan, böyle bir hissiyat taşıyan parti lideri tanımadığını söyledi. Ve çok doğru bir tespitte bulundu: "Bununla yatıp kalktığınız zaman istikrardan ve demokrasiden bahsedemezsiniz."

Anayasa Mahkemesi, CHP'nin hukuk kolu mu?

Başbakan'ın ifade ettiği gerçeği herkesin düşünmesi şart. Özellikle de hukukçuların ve tabii ki Sayın Yalçınkaya'nın. Bu ülke partiler mezarlığına dönmüş durumda. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesi bu utancı yaşamıyor. Üstelik bizdeki kapatma davaları hakkaniyet içinde yürütülmüyor ve siyaset dışı muhalefetten bağımsız görülmüyor. Hal böyle olunca, sadece siyaset yıpranmıyor; kamu vicdanındaki adalet duygusu zedeleniyor ve bu ağır fatura büyük sorumluluk taşıyan yargı mensuplarında kalıyor. Yargının siyasallaşması, bir parti gibi davranması, halkın iradesini yok sayması, tarafsızlığını büsbütün yitirmesi, ideolojik kavramlar altında kalması gibi görüntüler Türkiye'yi dünya karşısında rezil rüsva ettiği gibi ülke içindeki istikrarı da temelden sarsıyor...

Parti kapatma davaları, kapanan partiyi mazlum durumuna düşürüyor daima. Kapatılanın yerine kurulan partilerde elde edilen zaferin sebebi de budur. Hiç kimseyi ikna etmeyen yargı kararlarının hesabını vatandaş sandıkta soruyor. Çünkü vatandaş, kapatma davasındaki hedefin sadece bahsi geçen partiyle ilgili olduğunu düşünmüyor. Haklıdır da! Rencide edilen, halkın bizzat kendisidir. Milyonlarca insanın oy verdiği bir parti hakkında bir savcı vasıtasıyla bu kadar kolay dava açılması; sonra da akıbetin Anayasa Mahkemesi'ndeki (AYM) 11 kişiye bağlı olması tabii ki insanları rencide ediyor. Kamplaşma zaten böyle oluyor.

AYM'nin anayasa kurallarına riayet ettiğine dair ciddi şüpheler var üstelik. Daha kötüsü AYM, Anayasa'nın kendine verdiği yetkileri aşarak, hatta diğer üst yargının icraat alanlarını ihlal ederek kendine duyulan güveni yerle bir etmiştir. Acıdır; ama maalesef durum budur. Milletimiz, 411 oyla yapılan anayasa değişikliği kararı sonrasında AYM'nin sınır tanımayan bu tutumuyla hak ihlali yapan siyasî bir kurum olduğu kanaatine kapılmıştır. Bu algının sorumlusu bizzat AYM çatısı altında çalışıp, Millet Meclisi'nin yetkilerini kendinde görecek kadar anayasayı rafa kaldırmak anlamına gelen kararlara imza atanlardır. Ve tabii ki bu durumu tepe tepe kullanan siyasî partilerdir. Çünkü AYM, CHP'nin hukuk kolları gibi bir görüntü veriyor. Bazı üyeleri hakkındaki iddialar ise kapatma davaları sırasında al gülüm ver gülüm imajına yol açıyor. Yazık! Hukuk adına da yazık, demokrasi adına da yazık...

Bir kapatma davası niçin sadece kapatılması söz konusu edilen partiyi ilgilendirir ki! Aslında diğer partilerin devreye girmesi ve şöyle demesi gerekiyor: "Kardeşim siz aradan çekilin. Oluşturduğunuz dosyalar inandırıcı bulunmadığı için kapatılması düşünülen partiler bundan büyük avantaj sağlıyor. Siz işi bize bırakın, biz zaten sandık başına gidecek insanlara sizin iddialarınızı da naklederiz..." Böyle kükreyen yok. Çünkü hâlâ kapatma davalarından kendilerine siyasî rant elde etmek isteyen partiler var. Hâlbuki demokrasi tarihimiz bize şu gerçeği söylüyor: Yargı yoluyla kapatılan ve mağdur edilen partilerin intikamını halk alır... Konu AK Parti ise çok daha sıcak bir gerçeği konuşmak zorundayız. Araştırma sonuçları AK Parti'nin düşüşte olduğunu söylüyor. Üstelik son seçimlerde ortaya çıkan manzara da bu kanaati doğruluyor. Ufukta seçim varken, AK Parti de zayıflıyorken niçin kapatma cenderesiyle bir daha mağdur hale getirilsin ki! Madem araştırmalar öyle söylüyor, bırakın bu parti halk iradesi karşısında hesap versin...

Orada olsaydım savcı beye Şunu sorardım

Anladığım kadarıyla Sayın Yalçınkaya 'hissetme'ye önem veriyor. Kapatılması konuşulan partilerin hissiyatı tabii ki önemli; ancak asıl önemli olan, halkın hisleri. Mesela AK Parti 15 milyon civarında oy alıyor halktan. Bu seçmen sayısını en az üçle çarpmak lazım. Çünkü oy verdiği partinin haksız gerekçelerle kapatılmasından olumsuz etkilenen kitleler, yakın çevresini de etkiliyor. O zaman hukuka karşı duyulan güvensizlik genel kanaat haline geliyor. Sayın savcıya soru sorulurken orada olmak isterdim. Tek bir soru yöneltirdim 'hissetme' konusunda: Milyonlarca insanın oy verip desteklediği bir partinin kapatılması için çaba sarf ederken onların ne hissettiğini düşünüyor musunuz? Başınızı yastığa koyarkenki hissiyatınız da çok önemli; zira sadece Türkiye'nin itibarına gölge düşürmek gibi bıçak sırtı bir yolda yürümüyor, aynı zamanda tarih karşısında çok büyük bir sorumluluk taşıyorsunuz.
 


137 gazeteci de bir şeyler yapmalı

Balyoz zihniyeti gazetecileri ikiye ayırmış. Tutuklanacak gazetecileri bir kenara kaydeden antidemokratik kafa, 137 meslektaşımız için de 'yararlanılacak gazeteciler' yaftasını kullanmış. Tutuklanacaklar listesindeki gazeteciler hafta içinde bir araya geldi ve ortak bir basın toplantısı düzenledi. İştirak ettiğim toplantıda gördüğüm manzara gayet netti. Farklı görüşleri ve farklı hayat tarzlarına rağmen hepimizin ortak bir yanı vardı: Demokrasi. Darbecileri rahatsız eden de bu olsa gerek.

Tutuklanacak gazeteciler dertlerini kamuoyuyla paylaştı. Bu arada ismi diğer listede geçen arkadaşlarımız için de güzel şeyler söylendi. Meslektaşlarımızın rızası alınmadan yapılan bu listenin insanlık suçu olduğu, o kişiler hakkında bir zan oluşturduğu vs. dile getirildi. Hatta onların da bir şekilde tepki vermesi gerektiği de vurgulandı. Basın toplantısının ardından Nazlı Ilıcak başkanlığındaki bir heyet, adliyeye giderek bu listeyi hazırlayanlar hakkında suç duyurusunda bulundu. Cumhuriyet Başsavcılığı'na verilen dilekçede 'tutuklanacak gazeteciler listesi'nde adı geçenlerin imzası var. Bundan sonrası yargının sorumluluk alanında. Bu işi sonuna kadar takip etme de biz gazetecilerin boynunun borcu...

Peki, kendilerine işbirlikçi muamelesi yapılan sevgili meslektaşlarımızın durumu ne olacak? Çünkü asıl mağdur olan kişiler 'yararlanılacaklar' listesinde ismi geçenlerdir. Bir darbe yapıldığında tutuklanmanın gazetecilikte bir anlamı var. Cuntacıların gazeteciden rahatsız olmasının da bir manası bulunmakta hiç şüphesiz. Lakin, hangi cüretle cuntacılar bazı meslektaşlarımızın onurlarıyla oynamaya kalkar ve onlara işbirlikçi muamelesi yapabilir; bunun ortaya çıkarılması, daha doğrusu bu duruma itiraz edilmesi gerekmektedir. Nereden cesaret almışlardır, niçin böyle bir umuda kapılmışlardır? Bu sorunun cevabı bulunamasa bile bu listeye verilecek tepki de çok önemlidir. Cunta hükümetinde adı başbakan olarak geçen Rifat Hisarcıklıoğlu, çok haklı ve yerinde bir tepki verdi mesela. Darbecilik hakkında çok net ve kesin konuşan TOBB Başkanı, "Bu çamur bana yapışmaz." diyerek kendini ifade etti. Aynı şekilde ismi cunta kabinesinde geçen eski siyasîler de çok haklı tepkilerini ortaya koydu...

137 kişiden bazıları köşelerinde ve televizyon ekranlarında bu yakışıksız listeye tepki gösterdi. Haklıydılar. Madem asıl mağdurlar 'yararlanılacak gazeteciler' listesinde adı geçenlerdir; o halde ortak bir duruş sergilenebilir. Tarihe fert olarak da not düşmek isteyenler olabilir. Takdir onların. "İlle de şunu yapın!" demek bana düşmez; ama mağdurların sesi yükselmedikçe demokrasinin bu çetin süreçlerden alnının akıyla çıkması da çok zor. Bir şeyler yapmak şart. Susarak savuşturmak en kötü tercih olsa gerek...

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT