Kanaatler sınırlı idraklerimizin izin verdiği kadar...
Gökhan Özcan, insanın anlam düzeyi ve hakikatin sınırsız oluşu üzerine hatırlatmalarda bulunuyor.
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
At gözlüğü
Bizim gerçek dediğimiz şey, dünyanın öteki ucundaki birinin gerçek dediği şeyle aynı mı? Ondan geçtim, bizim gerçeğimiz yanı başımızdaki birinin gerçeği ile örtüşüyor mu? Aynı şeylere bakıyor, aynı şeyleri görüyor olabiliriz; peki ama gördüklerimizden aynı şeyi anlıyor/alıyor muyuz? Tuttuğumuz parti, taraftarı olduğumuz takım, yakınımız olan insanlar, doğduğumuz şehir, vatandaşı olduğumuz ülke, sevdiğimiz kişiler söz konusu olduğunda tam olarak birbirimizin aynı, tam olarak objektif olabilir miyiz? Genel anlamda vasat fiziksel özelliklere sahip biri sevdiğinin gözünde dünyadaki en güzel, en bulunmaz, en vazgeçilmez insan değil mi? Herhangi bir sebeple nefret ettiğimiz birinin yaptığı iyi şeyler de başkalarının iyilikleri gibi sevimli gelebiliyor mu mesela bize?
İnsan olarak her birimizin özgün ama bir yandan da sorunlu olabilen algılarımız ve yaklaşımlarımız var, her birimiz alemdeki her şeye sadece kendimizden bakıyoruz. Dolayısıyla kanaatlerimiz de, sınırlı idraklerimizin izin verdiği kadar, zaaflarımızdan ve tabiatı gereği değişken yargılarımızdan etkilenmiş şekilde ortaya çıkıyor. Bir insanın gerçeği, bir diğeri için geçerli olmayabiliyor. Etsiz yaşayamayan biri ile bir vejetaryen aynı ana babadan doğabiliyor. Alemdeki her yaşanana, her bulunana, her cereyan edene, her ortaya çıkana birbirimizden farklı bakıyoruz, hiçbir konuda yüzde yüz birbirimizin aynı değiliz. Yani ortak, şaşmaz, tıpkısının aynısı bir gerçekliğimiz yok; bizim en fazla birbirine yaklaşan ama yine de farklı gerçeklerimiz olabiliyor. Ortak bir gerçeğimiz olması için, hepimizin kendimizi zaaflarımızın ve farklılıklarımızın, zorunlu sübjektif tabiatımızın farkında olarak sonsuz, sınırsız, değişmesiz, yanılmasız aşkın olan hakikate teslim etmemiz gerekiyor. Bu da ancak kendi gerçekliğimizin gerçeğin kendisi demek olmadığını kabul edişimizle olabilecek bir şey...
Hayatımıza yine bize özgü bu yakınlıklar, bu irtibatlar, bu sübjektif yönelimler yön veriyor, hikayemizi de büyük ölçüde bu farklılıklar şekillendiriyor. Bu farklar olmasa hayatın değişkenlerle inşa olunan bir hikayesi de olmazdı. İşin bu kısmında her şey insanın tabiatına uygun, bir acayiplik yok. Hayata, aleme, varlığa, kendimize, başkalarına hiçbir zaman tam tarafsızlıkla, şaşmaz bir objektiflikle bakamayacağımızı bilirsek; bir sıkıntı da ortaya çıkmaz. Ancak hakikati böyle sınırlı bir idrakle kuşatabileceğimize, kavrayabileceğimize, anlayabileceğimize kendimizi inandırırsak bugün olduğu gibi pek çoğumuz yolumuzu kaybeder, hakikatle irtibatımızı zayıflatırız.
Hakikat bir tane ve her şeyi geride hiçbir şey bırakmayacak biçimde kuşatıyor. Aslında bir kuşatma da değil bu, gerçek olan tek şey hakikat ve onun olmadığı bir yer yok. Buna karşılık insan idraki ise insan sayısı kadar çeşitli ve birbirinden hem kişinin özgün tabiatı sebebiyle, hem zihni hem duygusal yönelimleri cihetiyle farklılık gösteriyor. Hakikat sonsuz ve sınırsız bir idrakle ancak fehmedilebilir, anlaşılabilir; insanın hakikati kuşatabilecek o merhaleye gelecek kapasitesi yok. Çünkü insan bir ‘yaratılmış’; aklı, fikri, hissiyatı kendi özellikleri ve zaafları ile sınırlı... İnsan idraki, ancak anlayamadığı, kavrayamadığı yere kadar ilerleyebiliyor, ötesi takat dışı... Her birimiz Yaratan’ın her birimizden muradı her ne ise, onu olmak için bu alemde bulunuyoruz. Kendi hikayemizin hakikatin hikayesindeki yerini bütün hakikatiyle teşhis edebilecek durumda dahi değiliz.
Bugün her şeyi bildiği, kavrayabildiği, anladığı ve anlamlandırabildiği ön kabulüyle yola çıkıyor birçok insan. Sanıyoruz ki hakikat bizim sınırlı, sorunlu idraklerimizle çekip çevrilebilir, eni boyu belli, ölçülebilir, bildiğimiz şeylerle hükme bağlanabilir bir şey... Hakikatte hükmen var bile olmayan bir zerrenin sonsuzu ihata edebilmesi ya da yutup sindirebilmesi mümkün mü? Değil elbet! Öyleyse, kişiliklerimizin bizi gerçek olduğuna inandırdığı şeylerin aslında bizi hakikatten koparmakta olduğunu kabul etmek durumundayız. Bizim gerçeğimiz, bizi tamamen kör etmiyorsa bile (ki ediyor da olabilir), bir at gözlüğü olarak görüşümüzü etkiliyor, daraltıyor hatta sakatlıyor.
HABERE YORUM KAT