‘Kan ve Süt Analizi’ Çözüm Getirir mi?
Gerilim düzeyi giderek yükselen bir ülkede siyasi tartışmaların dönüp dolaşıp yeniden ‘kanı bozuk ve sütü bozuk’ bağlamına oturması hiç de hayra alamet sayılmamalı. Üstelik İstanbul Fatih ve Mardin Midyat’ta bombalı araçlarla tertiplenen kanlı saldırılara benzer saldırıların riski altında yaşadığımız bir vasatta ne doğru ne de faydalı. Ancak hem yanlış hem de zararlı sonuçlar doğurmaya namzet en güçlü söylemlerden biri sayılır.
Almanya Parlamentosu’nda kabul edilen Ermeni Soykırımı tasarısı için Türkiye kökenli 11 isme anlamsız bir değer atfetmekle başladı esas kırılma. Oysa kendisine çok fazlaca önem atfedilen Cem Özdemir ve Türkiye kökenli milletvekillerinin Almanya siyasetinde bırakın lokomotif olmayı orta düzeyde dahi etkili aktörler olduğunu söylemek mümkün değil. Bir itiraz, hiç değilse çekimser kalarak bir protesto beklentisiydi en iyi ihtimalle beklenen. Ne var ki tecrübeyle sabit olduğu üzere her biri Almanya hesabına üretilen politikalarda lejyoner gibi istihdam edilmiş mezkûr siyasiler için temelsiz bir beklentiydi bu. Böyle olunca durumu izah ederken çelişkili hatta kendini zayıf düşüren bir dizi motto sökün etmeye başladı maalesef.
Siyasi Tercihlere Vurgu
Almanya’nın soykırım hamlesi hiç şüphe yok ki diğer benzerleri gibi siyasal-stratejik bir bağlamda hayat buluyor. Her türlü tepkiyi göğüslemeyi göze alarak atılmış son derece tehditkâr bir adım. Buna karşı Türkiye’nin de sessiz kalması, bu çirkin şantaja boyun eğmesi ve karşılık vermekten imtina etmesi eşyanın tabiatına aykırıydı. Fakat bütün bunlara rağmen tepkinin ölçülü ve uzun erimli olmak gibi şartları da mevcuttu.
Öyle anlaşılıyor ki Türkiye bölge siyasetinde etkin olduğu oranda 1915 Ermeni Tehciri meselesi bir baskı ve şantaj unsuru olarak farkı cephelerden vurulacak darbeler için kullanıma en uygun silahlardan birisi. Daha önce alınan kararlar gibi Almanya’nın kararı da ‘yok hükmünde’ addedildi. Fakat bu süreçte dile getirilen kimi değerlendirmeler esasen AK Parti siyasetinin aştığını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çoktan tarihe gömdüğünü sandığımız milliyetçi kriter ve sembollerle harmanlanmış olunca bir sıkıntı oluşturmaya başladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Çıkıyor bir ukala… güya Türk... Ne Türk'ü be? Bunların kanlarının laboratuvar testinden geçmesi lazım. Onun kanının öyle olması, böyle olması bizi ilgilendirmiyor” cümleleriyle start aldı aslında tartışma. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise aynı kararda onayı bulunan Türkiye kökenli vekilleri “Bu tür sütü bozuklar, kanı bozuklar Türkiye’yi temsil edemezler” sözleriyle eleştirerek pekiştirdi tartışmayı.
Birkaç içinde tartışma hemşerilik tartışmasına sıçradı. Cem Özdemir’in memleketi olan Tokat’ın Pazar ilçesi Belediye Başkanı Şerafettin Pervanlar bir kınama mesajı yayınladı. Ve şu adımların atılacağını beyan etti: “Cem Özdemir diye Tokat'ta bir isim yoktur bu saatten sonra. Biz onu hemşehri diye kabul etmiyoruz. Belediye meclisini olağanüstü toplantıya çağırdık. Yasal süre içerisinde toplantımızı yapıp Cem Özdemir'in Pazarlı, Tokatlı bir kişinin olmadığını, böyle bir hemşehri hukukun bulunmadığını meclis kararıyla tescil edeceğiz.” Belediye meclisi marifetiyle alınacak “Tokatlı olmaktan ihraç kararı” üzerinde pek fazla durmaya gerek olmasa gerek.
Temel sıkıntı şu ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın içinden geldiği İslami gelenek ortaya çıkan sapma, zulüm ve küfürleri genetik sebeplerle izaha asla yanaşmayan bir çizgidir. Kan veya süte yönelik vurgular İslami siyasi gelenekle değil milliyetçi-ulusalcı gelenekle akrabalığı vardır. Daha yakın bir zamana kadar milliyetçi-ulusalcı söylemle hesaplaşmış, Türkçülük vurgularına güçlü bir biçimde itiraz etmiş bir lider olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu türden cümleler kurması hem şaşırtıcı hem de yadırgatıcıdır doğrusu.
Hayat, İdeolojik Tercihtir
Devletin kan ve ırka, tarih ve toprağa kutsiyet atfederek ördüğü resmi ideolojisiyle hesaplaşarak toplumdaki normalleşmenin önünü açan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “laboratuvarda kan testi” önerisine tutunuyor oluşu derin bir çelişki olarak dikiliyor karşımıza. Son derece aşikâr olduğu üzere ne iyilik ve kötülük ne de sadakat ve ihanet gibi temel değerler kan, süt veya hemşerilik üzerinden şekillenirler. Hukuki veya siyasal bağlamda kötülük, yanlışlık, sapma, suç, kabahat vd. davranışlar genetik-kalıtsal olanla değil doğrudan doğruya tercihlerle, iradeyle belirginleşir. Dolayısıyla suçu kabahati de gururu üstünlüğü de nesebe ve genetiğe bağlayan milliyetçi-ulusalcı söylemlerin gündemden tamamen çıkarılması icap ediyor.
İster ahlaki isterse siyasi, iktisadi, diplomatik sahada olsun meseleleri tartışırken milliyetçi-ulusalcı söylem ve kriterlerden olabildiğince uzak durmak en sağlıklı yoldur. Almanya devletini idare edenler gibi onlarla birlikte hareket eden Türkiye kökenli milletvekilleri de bir tercihte bulunuyorlar. Beyan ettikleri iradeleri hem iktisadi ve siyasi hem de ahlaki düzeyde bir ideolojiye dayanıyor. Kaldı ki bu ideolojik tercih için meseleyi ne Ermeni Tehcirine getirmeye hacet var ne de konuyu Almanya bağlamında tartışmaya gerek var.
Davranışlardaki sapmaları, suç ve kabahatleri tartışmak, buna zemin hazırlayan ideolojik, siyasi veya mezhebi tercihleri ortaya koymak konusunda hep özenli olmak durumundayız. Ortadan kaldırmakla mükellef olduğumuz milliyetçiliğin, ulusalcılığın, mezhepçiliğin yeniden hortlamasına kendi ellerimizle destek olmayalım. Çünkü bu yol çıkmaz sokak.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT