Kan kanla, şiddet şiddetle temizlenemez
Anayasa Mahkemesi, Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) kapatılmasına, "eylemleri yanında terör örgütüyle olan bağlantıları da değerlendirildiğinde, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı fiillerin odağı haline geldiği" gerekçesiyle, oybirliğiyle karar verdi.
Başkan Haşim Kılıç, AİHM'nin İspanya'da milliyetçi Bask partisi Batasuna'nın kapatılmasıyla ilgili "Şiddete bulaşan partinin kapatılmasında sözleşmeyi ihlal yoktur" kararını göz önünde tutarak karar verdiklerini açıkladı. Mahkeme, DTP'yi kapattığı gibi genel başkanı Ahmet Türk ve milletvekillerinden Aysel Tuğluk dahil, partinin 37 üyesine 5 yıl süreyle siyaset yasağı getirdi. Partinin ılımlı kanadının önde gelen temsilcilerine yasak getirilmesi, buna mukabil radikallerin önde gelen temsilcilerinin yasaktan muaf tutulması, kamuoyunda haklı soru işaretleri doğurdu.
DTP'nin kapatılmasının hukuk açısından anlamı şu: Anayasa ve yasalardaki siyasi partilerle ilgili düzenlemeler, 12 Eylül askeri yönetiminin hakim kıldığı bürokratik vesayet rejiminin, liberal demokratik düzenle kesinlikle bağdaşmayan unsurları. Bu mevzuatla Türkiye, yaygın deyimle, bir siyasi partiler mezarlığına dönüştü. DTP, Anayasa Mahkemesi'nin kapattığı 25. parti oluyor. Bu mevzuatla Anayasa Mahkemesi, bugüne kadar Türkiye'de demokrasinin genişlemesine en büyük katkıyı yapmış olan iktidar partisi, yani Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AKP) de neredeyse kapatıyordu; hâlâ da kapatabilir... Eğer Türkiye demokratik rejimi yerleştirecek ise, siyasi partilerle ilgili mevzuatın, yalnızca "demokratik anayasal düzeni devirmek için şiddet kullanılmasını savunan ya da kullanan partiler kapatılabilir" diyen Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu'nun getirdiği kriterler esas alınarak yeniden düzenlenmesi şart.
DTP'nin kapatılmasının siyasi anlamına gelince: Muhakkak ki bu, Türkiye'nin demokratikleşmesine ve en önemli sorununa çözüm bulunması yolundaki çabalara indirilmiş bir darbe. 2007 seçimlerinde TBMM'ye girmeyi başaran, üstelik grup kurma imkanı bulan ilk Kürt partisi olan DTP'nin, giderek PKK'dan bağımsız bir kimlik kazanacağı ve Kürt sorununun barışçı ve demokratik yoldan çözümüne büyük bir katkı sağlayacağı umulmuştu.
Bu umut, ne yazık ki, gerçekleşmedi. DTP, ne şiddeti savundu, ne de şiddete başvurdu, ama İmralı'da hükümlü PKK lideri Abdullah Öcalan'ın etkisinden kurtulmayı başaramadı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, kuşku yok ki, Türkiye'de Kürt kimliğinin serbestçe ifadesine izin verilmemiş olmasıdır. Bu bağlamda, bir Kürt arkadaşımdan duyduğum yorum, gerçekten zikredilmeye değer: "DTP'nin bağımsız bir Kürt partisi haline gelmemesini temin için sanki devlet ile PKK arasında zımni bir anlaşma vardı..."
Umarız DTP'nin kapatılması, yandaşları arasında radikalliğin yayılmasına yol açmaz ve Kürt sorununa barışçı ve demokratik bir çözüm bulma umudu büsbütün kararmaz. Bu satırların yazıldığı sırada, 37 yasaklı dışında kalan DTP üyelerinin ne gibi bir yol izleyecekleri açıklık kazanmış değil. Bir olasılık siyasi faaliyetlerini Mayıs 2008'de kurulan yedek parti, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) çatısı altında sürdürmeleri. Bir milletvekilinin katılması halinde BDP'nin grup kurması da mümkün görünüyor. Umulur ki DTP'nin yerini alacak parti, olumsuz tecrübelerden ders çıkarır, Sayın Ahmet Türk'ün ifade ettiği yolda barış ve demokrasi mücadelesine devam eder: "Silah hak arama yöntemi olmamalıdır... Kan kanla, şiddet şiddetle, silah silahla temizlenmez..."
Öte yandan, iyi bilinen bir gerçek, Türkiye'de DTP'nin performansından hiç memnun olmayan Kürt partileri, Katılımcı Demokrasi Partisi (KADEP) ile Hak ve Özgürlükler Partisi (Hak-Par) yanında sayıları giderek çoğalmakta olan Kürt siyasileri, aktivistleri ve aydınlarının mevcut olduğu. Temenni edilir ki, bu kesim de tek bir partinin çatısı altında buluşmayı ve Türkiye'nin en canalıcı sorununun halline omuz vermeyi başarsın.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT