"Kamusal matem despotizmi" eşliğinde anlatılan aydınlanma ve ilerleme masalları
10 Kasım dolayısıyla bütün bir ülkede hayatı durdurma, tarihin akışını "Ulu Önder"e endeksleme dayatmaları maalesef yine sahne alacak.
"Ebedi Şef"in ölümsüzlüğü ve ilelebed siyasete ve topluma rehberlik edeceği yönündeki nutuklar hüzünlü melodiler ve arşivden seçilen nostaljik görüntüler eşliğinde milyonuncu defa tekrarlanacak. Bütün bir toplumun kalbiyle, diliyle, eylemiyle, geçmişi ve geleceğiyle kısacası hayatıyla Anıtkabir'e yönelip bağlanması, anıt-heykel ve büstlere manevi-mistik yüklemeler yaparak fakat muhakkak seküler-laik hedeflere ulaşmak için hiç durmaksızın yürüneceğine dair antlar verilmesi için bütün şartlar hazır edilecek.
Modern bir totemizm, aydınlanma kökenli bir putçuluk ve despotizm özlemiyle yanıp tutuşan kitlelere övgüler düzülecek, tebrikler ve teşekkürler sunulacak. Lakin bütün bunların hepsi ama hepsi basit bir cahiliyye adetinden, seküler hurafelerden ibaret olarak orta yerde kalacak. Ne dünyevi ne de uhrevi hiçbir faydası olmayan fakat sahiplerini hem dünyevi hem de uhrevi açıdan hüsrana sürükleyeceği aşikar olan bu şaşkınlık ve sapkınlığa karşı mü'minlerin iman ve hidayetin verdiği özgüvenle uzak durması gerektiğini sabırla izah etme mecburiyetimiz devam edecek elbette.
Üzerinden uzun zaman geçtiği, iyice kitleselleştiği, kimi muhafazakar ve dindar çevrelerde de karşılık bulduğu veya Kemalizm ve Kemalistlerin de kısmen yumuşadığı varsayıldığı için resmi ideoloji de küfür ve şirk içeren cahili törenleri de asla meşru olmaz, makul ve maslahata uygun sayılamaz. İslam'ın ilkelerini ve hidayet üzere kurulan hayat tarzımızı bulandırmadan resmi ideolojinin dayattığı sembollere, anma ve kutlama/kutsama törenlerine karşı ailemizi, akrabamızı, çevremizi ve bütün bir toplumu uyarmakla mükellef olduğumuzu unutmayalım. Cahili adetleri değil benimsemek onlarla mücadele azmimizde yaşanacak kırılmalar, geri düşmeler, bıkıp usanmalar dahi üzerimizdeki vebali arttıracaktır. Boyun eğmeye, teslim olmaya, onlardan gözükmeye değil sabır ve sebatla direnmeye, mü'min şahsiyetin izzet ve şerefe dayalı netliğini sergileme kararlılığımız kadar rıza-i İlahi'ye mazhar olabiliriz çünkü.
Bu vesileyle Kenan Alpay'ın 11 Kasım 2014'te yayınlanan "Kamusal Matem Despotizmi" makalesini gündemle olan ilşkisi sebebiyle tekrar okurlarımızın ilgisine sunuyoruz:
1938’den günümüze 10 Kasım tarihleri bütün bir Türkiye için yas tut(turul)mak üzere ipoteklenmiş. Bu yas öyle sıradan bir yas değil, resmen ve elbette ki cebren ‘Kamusal Yas’ olma vasfıyla mücehhez.
Kamusal Yas’a iştirak etmemek yasal açıdan suç, ‘etik’ açıdan nahoş sayılıyor. Neden böyle ve ne zamana kadar böyle sürecek bu Kamusal Yas? Neden böyle sorusunun makul ve mantıklı bir cevabını bulabilmek mümkün değil. Fakat ne zamana kadar sorusunun cevabı için öyle uzun boylu bir vadeden bahsedebilmek mümkün gözükmüyor.
Türkiye toplumu açısından, 10 Kasım aslında Cumhuriyetin nasıl olup da bir modern törenler, semboller ve ritüeller rejimine döndürüldüğünü anlamak için önemli bir göstergedir. 10 Kasım törenleri, varlığı ve bekası Mustafa Kemal’e bağımlı kılınmak istenen bir ülke ve halkın bitimsiz bir acıya ve yokluğa mahkûm olduğunu ihsas etmek üzere dizayn edilmiştir. Kurucu liderin yokluğu üzerine sadece ülkenin bütün insanlarını değil dağını, taşını, rüzgârını, yağmurunu acıyla kavurduğunu anlatan son derece basit fakat üst perdeden zorbaca bir mizansendir.
10 Kasım normal bir insanın ölüm günü olarak değil ısrarla olağanüstü bir kurtarıcının kılavuzluğundan mahrum kalmak olarak propaganda edilmektedir. Dolayısıyla bu törenler, her daim içimizde ve dünyamızda büyük bir boşluk hissiyle yaşamamız gerektiğini dikte ederler. Resmi ideoloji ve paralelindeki propaganda merkezleri Mustafa Kemal’in ölümünü ‘telafisi imkânsız kayıp’ olarak işliyorlar. 10 Kasım törenleri, inatla sürdürülen ‘telafisi imkânsız kayıp’ vurgusu üzerinden bütün Türkiye’yi duygusuyla, düşüncesiyle, pratiğiyle terbiye etmekte kullanılıyor.
Bitimsiz bir matem havası ile yetmiş yılı aşkın bir zamandır 9’u 5 geçe hayatı kilitlemek ve hemen herkesi saygı duruşuna mecbur kılmak devlet sınıflarının iktidar tutkularından bağımsız düşünülebilir mi? Ana sınıfından başlayıp lise son sınıfa kadar resmi törenlerin her biri ama özellikle 10 Kasım törenleri öğrencilerin akıllarını, duygularını, kişiliklerini iğdiş eden klişe söylem ve eylemler üzerine kuruludur. Öyle ki eğitim-öğretim süreci çocukların akıl ve ruh sağlıklarını deforme eden törenlerle bloke edilmektedir.
Törenler aynı zamanda iktidar sınıflarının resmi ideoloji çerçevesinde siyaset ve toplum üzerindeki vesayetlerini teminat altına almaktadır. Törene katılmamak, törende üzerinize düşen görevi ifa etmemek, gerekli sözleri sarf etmemek ve günün anlamına uygun duyguları takınmamak kolayca ‘ihanet’ çizgisinde tanımlanmayı yani ‘aforoz’ edilmeyi beraberinde getirir. Anayasayı belki değiştirirsiniz ama Tören Yönetmeliği’nin kılına dokunamazsınız. Çünkü Türkiye’de Anayasa’yı da belli bir anlam ve istikamet doğrultusunda inşa eden bu tören mantığı ve yönetmeliğidir.
Törenlerde okunan metin ve şiirler sadece ve sadece bu törenlerde okunabilir. Çünkü tören metinleri ve şiirlerinin aklın, mantığın ve gerçekliğin söz konusu olduğu hiçbir yerde geçerliliği yoktur. Bu sebeple binlerle ifade edilen bu türden metin ve şiirlerin biri diğerinden daha anlamlı veya daha güzel değildir. Ancak bürokratik oligarşi, anlam ve güzellikten nasipsiz bu metin ve şiirlerle bir nesil ve ülke inşa etmeye girişmiştir. En olmayacak işe soyunmuş ve güçlü bir itiraz görmedikçe herkese boyun eğdirerek iktidarını sürdürecektir.
Bugün yine bir sürü ağlaşma, sızlaşma sahnesi eşliğinde “Cumhuriyet elden gitti, gidiyor! Atam yetiş, gel!” feryatlarına şahit olacağız. Sahtekâr siyasetçiler, ikiyüzlü aydın ve bürokratlar, kapıkulu sanatçılar bol bol “Atatürk yaşasaydı...” diye başlayan cümleler kurup canımızı sıkacaklar. Her zaman olduğu gibi söze yine sevdiği şarkılar, içtiği rakılar, hoşlandığı mezelerden başlayacaklar.
Modernleşme yolunda dansa ve modaya verdiği önemi çapkınlıklarıyla süsleyip anlatacaklar. ‘Yeni’ birkaç resmini belki bir ses veya görüntü kaydını daha kamuoyuyla paylaşacaklar. “Hikmetli sözleri, üstün başarıları, çağı aşan öngörüleri” hikâyelerini anlatacaklar da anlatacaklar. Ancak malum hikâyelerinin sonunu gerçek laiklik ve Türkçülük için askeri darbenin gerekliliğine bağlayacaklar. Hiç utanmaksızın toplumu yeniden Kemalist çizgiye çekmek için alınması gereken sert tedbirlerden, içirilmesi gereken acı ilaçtan bahsedecekler.
Hiç şüpheniz olmasın ki; Kemalist sermaye, siyaset, bürokrasi, medya ve akademi sınıfları resmi törenler üzerinden hâkimiyet savaşı veriyorlar. Oysa bu adaletsiz, merhametsiz iktidar mantığını ve törenler üzerinden sürdürülen despotik işleyişi yıkmanın zamanı çoktan geldi de geçiyor bile!
HABERE YORUM KAT