Kamus Namus’tur
Konuşurken kullandığınız, düşüncenizi üzerine bina ettiğiniz, tavrınızı belirlediğiniz sözcükler/kamus namusunuzdur.
Sözcükleri kaybettiyseniz, içlerini boşalttıysanız ve oturup kaldıysanız, sözcükleriniz mazlumlara ilaç olmuyorsa ve sürekli onların hatalarının, kusurlarının peşine düşüp zalimlere bahane oluyorsa, artık kendi kıyametinizi bekleyin durun.
Bu bir manifestodur…
Saf Tutmak Ya da Saf Tutmamak(!)
Mustaz’aflardan yüz çevirmiş ve onlar için “Beyinsizler gibi mi inanacağız?” diyen bir elitizm hastalığına tutulmuş bazı kanaat önderleri ve kendilerini toplum üstü gören kalemşörlerin kibirlerinin farkına varmadan ahkâm keserler. Komplo teorileri ile Kadiri mutlak bir beşer güdüsü ile konsül tartışmaları içinde boğulurlar.
Batı paradigmasının ürünü post-modernist devrimciler İttihatçı eğilimlerini devrimcilik sanarak meydanlarda Ulusalcı, mezhepçi, İslam düşmanı kesimlerle birlikte dururlar ve bunu küresel direniş zannederler. Bunların o entelektüel havalarda devrimcilik özentili kompleksleri ile uğraşmak çoğunlukla beyhude çaba olur. Ama çok sevdikleri, özendikleri, taklit ettikleri o kültürün; Komüntern’ini, “Tek ülkede Sosyalizm” hikâyelerini, Eurokomunistlerin konsül tartışmalarında boğulmuş anti-emperyalistliklerini bir daha okumalarını, Türkiye coğrafyasında bu söylemlerle hareket eden kitlelerin, nasıl Kemalizm’in bindirilmiş kıt’alarına dönüştüklerini tekrar tekrar tahlil etmelerini tavsiye ederiz. Ve nihayet kurup durulan beşeri ideolojilerin Hablullah olmadan nasıl zorlaşıp, çetin labirentlere dönüştüğünü, fıtri arayışları ile yakaladıkları cüz’i doğruların tevhidi bir kapsama dönüştürülmedikçe nasıl tükendiklerini görmeye davet ederiz.
Ve kurup durulan bütün analizlerin, üzerine bina edilen argümanların kendilerini hangi saflarda tuttuğunu ölçüp biçmelidirler. “Ya Doğu, Ya Batı” gibi İkilemler arasında kalanlar, kendi saflarını belirleyemeyenler, en önemlisi de kendi saflarının hangi mazlumun yanı olduğunu da ölçüp biçmelidirler.
Sık sık “biz Beşar’a da karşıyız, Muhaliflere de karşıyız” diyenlere bakıyoruz. Orada, Suriye’de, kavganın tam göbeğinde, bahane sundukları onlarca yapılanmaların haricinde kendi mahallelerinde komiteler kurmuş ve sadece kendilerini korumaya çalışanlar için bile hiçbir faaliyette bulunmayanlar. Evet, muhaliflerden muhalif beğenmeyenlerin samimiyetleri ya da hiçbir baltaya sap olmayacak zihinleri konusunda da artık şüphe kalmıyor.
Hepsinin öfke duyduğu bir şeyler var, kimisi Muhafazakâr AKP’ye, kimisi selefi guruplara, kimisi Şia ya da Sunni mezheplere ve hepsi öfkesini mazlum bir halktan çıkartıyorlar.
“Dinle İsrail
Üstüne çullandıklarında,
Sizden biriydim.
Şimdi başkasının üzerine çullanırken sizler
Nasıl sizden olayım ben?”
Alman Yahudisi Şair Erich Fried kadar olamayanlar,
"Zulüm bizdense, Ben bizden değilim."
Vicdan sahibi aktivist Rachel Corrie sözlerini bayraklaştırıp ama zalimlerini kendilerine daha yakın görenler, öfke duyduğunuz her ne ise; Allah için mazlumların, mustazafların yanında durmanıza sebep olmayan öfke, boynunuzda sizi esir eden bir halkadır.
Orada Saf tutmuş Bir Kıyam Var
Bir ömür diktatörlükle yaşayan insanların çocukları, İntifadalar zincirinin coşkusu ile Dera’da duvarlara Reform yazıları yazarlar. Yaşları 12-14 arası çocuklar içeri alınır ve işkence görür. Aileler çocuklarını isterler çocukları geri verilmez.
Aşiret ileri gelenleri, geleneklerine göre kefiyelerini Vali’nin masasına bırakır şereflerinin çiğnendiğini söyler ve Vali’den hak talep ederler. Vali kefiyeleri çöpe atar; “Gidin ve başka çocuk yapın, yapamıyorsanız Kadınlarınızı bize gönderin biz yaparız” cevabını verir.
15 Mart 2011; Artık halk sokaklardadır, adalet ve reform isterler. Üç ay boyunca hiçbir silahlı eylem olmadan Cuma eylemleri yaparlar. Ama rejim her gösteriye silahla müdahale eder, göstericiler öldürülür, kitle tutuklamaları yapılır. Baas rejiminin yıllardır tutuklulara neler yaptığı, yargılama dahi olmadan yıllar yılı yatan ya da kendilerinden haber alınmayanların ülkesinde onurlu insanlar 3-4 ay direnirler. Artık halka silah çekmeyen ordu mensupları bile infaz edilmektedir.
Nihayetinde vicdan sahibi ordu mensupları Baas Ordusundan ayrılır ve Hür Ordu’yu kurarlar. Baas rejimi tankı ile topu ile muhaliflerin olduğu mahalleleri bombalar, şehirlere helikopterlerle varil bombaları atar, Kasiyun tepesine topçu birlikleri koşullandırıp mahalleleri bombalar. Onlarca farklı görüşte direniş grubu oluşturur ve bunların ezici çoğunluğu Müslüman şahsiyetlerin etrafında örgütlenirler. Direniş Cami merkezli, gösteriler Cuma’ya endekslidir. Öyle ki Hıristiyanlar bile Camilere gelip halk gösterilerine katılır.
Orantısız bir savaşa dünya kayıtsızdır. Bazı ülkeler Baas rejimine doğrudan lojistik yardım yaparken, diğerleri silah ambargosu altında Suriye halkını savunmasız bir şekilde katillerin eline terk etmektedirler. Bu duruma duyarsız kalmayan İslam dünyasından Müslümanlar Suriye halkına yardım ederler. Afganistan, Bosna ve Çeçenya’da olduğu gibi kardeşlerinin katledilmesine duyarsız kalmayan bu duyarlı Müslümanlar sırf dünya İstikbarına dayanmadıkları, sırf Devrimine ihanet eden bir rejime biat etmediklerinden dolayı terörist olarak adlandırılırlar.
Safların Biatı
İslam inancının kitabi mesajlarını içselleştirememiş, tarihin Habil-Kabil’den bu yana süren zalim-mazlum mücadelesini okuyamamış, İblis’in doğru yolun üstünde oturup, Din adına İsrail oğullarını, Hıristiyanları nasıl saptırdığını idrak edemeyenler için savaş; Müslümanlar arasında savaştır.
Tarihin, tekerrürü, insanoğlunun yapısındaki nisyan vuku bulmakta ve Kitabı bırakıp geleneğe, ruhbanlarına körü körüne itaate yönelenler Yahudileşmiş bir İslam tahayyülü ile menkıbe ve hurafelerle kuşanmış ithal bir atalar dini motifi ile kaskatı zalimin arkasında saf tutarlar.
Batı İslam dünyasındaki diktatörlerin halklarını katletmesinden memnun havanda su dövüp dururken, diktatörleri anti-emperyalist cephede zanneden bazı gafiller Batı Emperyalizmini bahane ederek mustaz’afların değil, diktatörlerin yanında durular.
Akıllarını ceplerine koymuş bir din anlayışı ile Yahudilerin Ahbariyun ve Ruhbaniyunlarını kopyalayıp Kitaptan uzaklaşmışların biat anlayışlarını da tartışmak, onları makul ve merhamete çağırmakla da artık uğraşmayacağız. Boyunlarında halkaya dönüşen biat kültürünün kendilerini nasıl kuşattığını kavramadan, o halkaları çözüp atmaları da imkânsız.
“Biat edilen mahlûk Rableşince,
Kitaba uygunluğu sorgulanmayınca,
Ayyuka çıktığı halde zulümat,
Aklını cebine koyup beşer’in ardına tereddütsüz düşünce,
Biatı boynunda bir halka olur, yolunu hak yolu sanır heyhat!”
Bütün Saflara
Doğrusu Der’a da katledilenler kendi çocukları olup, hakarete uğrayan kendi hanım ve kız kardeşleri olsaydı nasıl bir tavır göstereceklerini merak ettiğimiz insanların ne reel durumdan, ne stratejiden, ne de mustazaflara vaat edilenlerden bihaber durdukları yeri de, nefisleri ile baş başa kendi vicdanlarına bırakıyoruz.
“Dünyadaki en sağır edici ses, Acı çeken bir Mazlum'un suskunluğudur."
“Dünyadaki en alçak ses, Mazlum’un susturulmaya çalışılmasıdır” Ali b Ebu Talip
Asıl bize dokunan; aynı durum kendi başlarına geldiğinde dünyayı ayağa kaldıracak duyarsız kesimlerin “İslam Kardeşliği”ni, “İsmeti Ademiyet” duygularını unutmalarıdır.
“Zulmün olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur” der Cemil Meriç.
Evet, belki ağır oldu sözlerimiz, ama Orada Ümmet’in bir coğrafyasında kanları, namusları çiğnenirken, mücadele eden ve bedel ödeyenlerin yanında bu dil yarası müstahak’tır, hak edenlere.
Zihninizde oluşan, Dininizi oluşturan Kamus içerisinden seçilen her sözcük Namus’tur. Ve saflar belirip keskinleştiğinde bir manifestodur.
YAZIYA YORUM KAT