Kalbi olmayanın vicdanı nasıl harekete geçsin!
Yasin Aktay, yaşanan vahşete karşı hala açıktan tavır koyamayan kesimlerin içler acısı halini analiz ediyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Parçalanan bebeklerin uyandıramadığı vicdanlar da var
Gazze’den harekete geçen Aksa Tufanı insanlığın vicdanını ve bilincini körelten bütün örtüleri de önüne katarak silip süpürüyor diyoruz ya. Aslında 7 Ekim’den bu yana şahit olduklarımız dünyanın modern zamanlarda aşina olduğu bütün gerçeklik algılarını, felsefi tasavvurlarını, hatta teolojik mülahazalarını yıkmaya çoktan yeter de artar bile.
Medya üzerinden işletilen bütün kavram ve tasavvurlar 7 Ekim’den sonra tersine dönmeye ve işletilmeye başladı. İsrail’in kimseyi “terörist” olarak yaftalamaya hiçbir hakkının olmadığı çok açık artık. İsrail’in kendisi bir teröristtir. İsrail bir devlet de değil, sadece işgalci bir terör yapısıdır ve gücünü de devlet olmaktan veya arkasındaki bir halkın desteğinden almamaktadır. Bilakis gücünü ve cüretini arkasındaki ABD’nin ve Avrupa’nın sınırsız desteğinden ve Arap ülkelerinin sınırsız lakaytlıklarından almaktadır.
İsrail’in “kendini savunma hakkı” son derece küstahça yutturulmaya çalışılan bir hikâye. İsrail’in kendini savunma hakkından çok daha haklı olan insanların kendilerini gerçek bir tehdit olan İsrail terörüne karşı savunma haklarıdır. Kendini savunma hakkı adına hiçbir ülkeye, hiçbir güce kendisinden fiziksel olarak çok daha zayıf olan insanlara karşı katliam yapma hakkı vermez. Bunun karşılaştırması bile akla, mantığa, vicdana ve izana aykırıdır. Bu durumda hiçbir kimseye böyle bir argüman öne sürme hakkı tanınmaz. Böyle bir durumdaki birinin veya bir ülkenin böyle bir argümana sarılması karşısında bütün insanlık aklı ve vicdanı harekete geçer ve bunu şiddetle reddeder. Ama İsrail bu absürt ötesi hakkı öne sürmeye cüret edebiliyor, çünkü bu cüretkarlığını besleyen bir dünya ordusu var.
İmha edici gücü olanın her şeyi yapma hakkını kendinde görmesi kimseye gerçek bir güç üretmez. Güç adaletle beraber işlediği taktirde güç olur. Adaletin gücü karşısında eğilen insanlar zaten bir aşağılanma da hissetmezler. Aslında bu sözleri İsrail’e hitaben söylemenin de bir anlamı yoktur. İsrail saldırganlığını ve ihlallerini izah etme ihtiyacı hissetmediği bir üstünlük duygusunun, hatta teo-filozofisinin şımarıklığı içinde azgın bir güçtür. Ona bir laf anlatmanın zaten imkanı yoktur.
Bu şımarıklık içinde topraklarını işgal ettiği ve her gün mütemadiyen, sistematik olarak öldürdüğü insanları insan yerine bile koymamaktadır. Üstelik bunu onlardan gelen direniş sürecinde düşmanlaştığı bir aşamada bir tepki olarak da yapmıyor. Daha II. Dünya savaşı Avrupa’da Yahudilerin holokosta maruz kaldıkları günlerde bile Filistin’deki yerleşim faaliyetleri devam ederken, yani Hitler’in “Yahudisiz bir Almanya” planlarını gerçekleştirmeye çalıştığı günlerde Filistin’deki Siyonist teröristler “Filistinsiz bir İsrail yurdu” oluşturmanın peşindeydiler. Yani Yahudilerin soykırıma uğradığı günlerde Siyonistler Filistinlilere soykırım yapmanın planlaması içindeydiler.
Bunun ne anlama geldiğini hangi psikiyatri, hangi sosyoloji, hangi teoloji izah edebilir? Avrupa’da maruz kaldıkları baskıların, katliamların veya soykırımın asıl faillerine karşı bu kadar nefret duymadı Siyonistler, neden acaba? Onları zaten sürükledikleri suçluluk duygusu dolayısıyla rehin almış oldukları için mi?
Baştaki cümlemize geri dönelim. Gazze’den harekete geçen Aksa Tufanı insanlığın vicdanını ve bilincini körelten bütün örtüleri de önüne katarak silip süpürüyor olduğunu söylerken, bu ifadelerden bütün dünyanın aynı anda şahit olduklarıyla topyekun ortak bir şuura kavuştuğunu zannetme iyimserliğine biraz hızlı kapıldığımızı sanıyorum. Doğrudur, bütün dünyada İsrail’in bütün dünyanın gözünü boyayıp gerçekliği nasıl tahrif ettiğine dair bütün numaralar-şifreler çözülmüş durumda. Ama kimin gözünde ve kimin nezdinde?
Doğrusu, Allah’ın en apaçık ayetleri geldiğinde bile insanların hepsinin gözlerinin kendiliğinden açılacağını beklemek ayetin tabiatına da insanın mukadder tabiatına da aykırıdır. Allah’ın ayetleri kalpleri mühürlenmiş olanları kendiliğinden açmaz. İnsanların o ayetlere de açık bir vicdanının, kalbinin, gözünün ve kulağının olması gerekiyor. O yüzden ayetler de birer imtihandır.
Baksanıza, ideal iletişimin filozofu, yani gerçekliğe dair söylemimizin tahrif edilmemiş halini aramanın filozofu olan Habermas bile 7 Ekim sonrası korkunç soykırımcı, bebek katliamcısı barbar manzaradan sadece Hamas’ın terörist saldırganlığını ve İsrail’in kendini savunma hakkını görebiliyor. İsrail’in soykırımcı faaliyetlerini diline dolamanın yol açabileceği anti-semitizm ihtimali onu daha çok ilgilendirebiliyor.
Diğer yandan bugün dünyanın her yanında eşsiz bir eleştirel aydınlanma yaşatan Gazze Türkiye’de bazıları için olabildiğince ilgisiz, alakasız bir konu olarak kalabiliyor. Dünyanın her yanında az buçuk vicdanı, aklı olan herkesin zihnini aydınlatan bu konu Türkiye’de bazı insanların gözlerini daha da köreltebiliyor. Konu birçok alanda olduğu gibi siyasal ayrışmanın konusu haline gelebiliyor.
Paramparça edilerek, kundaklarında, hastane odalarında öldürülen çocukların uyandıramadığı vicdanlar var etrafımızda ve biz bunlarla birlikte yaşıyoruz.
Gazze’deki katliamlar bugün dünyamızın öncelikli konusudur, çocukları kundaklarında öldürmeye kasteden canavarlık dünyanın en ciddi tehlikesidir. Bu canavarlık sadece Gazze’ye kastetmez, bütün insanlık için bir tehdit arzeder. Bu tehlikenin kendisine dokunmayacağını hissederek ona gafil kalanlar bu tehdidin bir parçasıdır. Çünkü yeri geldiğinde o tehditle işbirliğine teşnedir.
HABERE YORUM KAT