Kalbe bir teselli ve güven veren bir arş aşısı oruç
-Deprem Bölgelerinde Orucun Gök Sofrasını Açmak-
Şafağa, geceye ve
Onda basan karanlığa
Dolunay olmuş aya yemin
Ederim ki halden hale geçersiniz.
İnşikak/84: 16-19
Kalemi[n]in yeni ülkesinin ilk konuğu olan ramazanı/orucu, “Her Yıl Bir Mucize Gibi Gelen” başlıklı derinlikli ve diriltici yazısıyla, Sezai Karakoç şöyle anlatır: “Kalemimin yeni ülkesinin ilk konuğu oruç oldu. Her yıl olduğu gibi bu yıl da vakit erişti ve saat, mucize saati çaldı da ufkumuzda, incecik, gümüşten bir yay halinde, o eskimez, yıpranmaz, kararmaz hilali gördük. Ruhumuzun ta zamanların başlangıcında dost olduğu bu aşk meleğine ne kadar özlem çekmiş olduğunu birdenbire fark ettik. Gümüşten, incecik bir melek kalemi gibi ay çıkageldi...
Kur'an'ın indiği oruç ayı, keskin keskin, kesin kesin inanmışı inanmamıştan, akı karadan, ahiret özünü dünya köpüğünden seçerek ve ayırarak İslamlık şahsiyetini, manevî benliğinin surları gibi insanlığın önünde ve ufkunda erişilmez ve yıkılmaz duvarlar gibi yükselecek.
Oruç, bu ümmete bağışlanmış kutlu bir nimet ve emanettir... Kuşkuyu, kaygıyı, nimete çöken telaş ağırlığını, boğaz sıkan tedirginliği yakan bir ateş emaneti. Bir emanet ki, gelir gelmez, bizi, bizdeki emanetlerin sahibi yapmaya başlar. Evimizi ev yapar, yabancılaşan şehrimizi kendi şehrimiz yapar, uzuvlarımıza göğün mührünü vurur, ruhumuzu kölelikten azat eder...
Oruç, her yıl bize gelen bir medeniyet, şuurlandıran bir armağan, bir Peygamber armağanı, bir diriliş mucizesi, inkâr karanlığında kıvrananlara bir azap ve korku, aydınlığa doğru koşanlara ve susamışlara bir umut ve bir muştu, dünyaya inen bir arş aşısı, vakte gelen ilahi bir sahife, kalbe yaklaşan bir teselli ve bir güven, rızkı saran bir ışık ve bir berekettir.”1
Hilalin/yeni ayın doğmasıyla başlayan Ramazan ayı Müslüman toplumların yerleşik hayatında/davranışında kökten bir değişimi başlatır. İslam ümmetinin her yıl gündelik hayattan yoğun bir ibadet ve tefekküre adanmış hayata intikali sürdükçe bu kökten değişimin de devamı sağlanmış olur. Oruç ayını, İslam toplumunun ruhu için hatta bütün insanlık için bir değişim ve bir diriliş ayı olarak gören Üstad Sezai Karakoç, bu değişimi oruç yazılarında bir dil sultanı olarak daha anlamlı ve anlaşılır kılar: “Ölüme doğru koştuğu bu son çağlarda İslam toplumu tam ölmemişse ve hala yaşıyorsa bunu gelip gelip dirilten ramazanlara borçludur geniş ölçüde. Ve bir gün tam dirilecekse, bu da, yine bir ramazanda başlayacaktır”2 cümlesi orucun bir diriltici rüzgâr gibi her yıl İslam’ın baharını müjdeler.
Ramazan, dini muhafaza eden ve dirilten bir ay olduğu gibi yaşadığımız hayatı ekonomik, toplumsal ve kültürel cepheleriyle de ihata eden bir süreçtir. İçinden geçtiğimiz bu zor zamanlarda Allah’ın, Hz. Meryem ve Hz. İsa’ya tabiatüstü “gök sofrası”nı açtığı gibi Müslümanlar da depremzede kardeşlerine ramazan ayının diriltici nefesiyle sahur ve iftar saatlerinde “rızkı saran bir ışık ve bereket” ile yer sofralarını açmaları lazım. Depremde dünyaları yıkılmış depremzede kardeşlerimizin dünyalarını orucun getirdiği yorumla yeniden kurmak ve inşa etmek zorundayız. Oruç bize bu misyonu yüklüyor. 6 Şubat 2023 tarihi ve sonrasında ülkemizde meydana gelen yıkımı ve can kaybı büyük olan deprem üzerine söylenecek çok söz var.Ancak, böyle zamanlarda önemli olan felakete uğrayan kardeşlerimizin acılarını dindirmek için iyilikte/hayırda yarışarak yapacağımız işlere kendimizi var gücümüzle vermektir.
Depremde tarifsiz acılar yaşayan kardeşlerimizi ruh yakınlığı ve kader birleşimiyle avutabilmek, acıları hafifletecek anlam bağlantıları, duygu örgüleri oluşturmak en etkili şifa mesabesindedir. Bu bağlamda Sezai Karakoç, 1966 yılında Varto’da meydana gelen deprem üzerine yazdığı yazıda “Bir insanlık çağında, bir erdem medeniyetinde, felaket[ler] önünde, insanlar susar. Yardımdan başka bir şey düşünmez. Teselli ve umut verir”3 diyerek dikkatlerimizi insani ve ahlaki olana çevirir. Wittgenstein’in ünlü sessizliğe çağrısı olan: “Üzerine konuşulmayan konusunda susmalı sözü, metafizik olanı kirli dil ortamlarından kurtarmaya yönelik bir kaygının ifadesi olarak okunabilir.”4 Benzer şekilde Byung-Chul Han, “Palyatif Toplum” adlı kitabında Paul Valery’nin Mösyö Teste’in “Acı anlatılmaz. Acının başladığı yerde cümle kesilir,”5 alıntısıyla acıyı, acılı olanları anlamayı bir anlam ufkuna oturtur.
Pandemi döneminde yaşanan acılara evlerimizin içinden uzaklardan baktık. İnsanlar yoğun bakım odalarında yalnızlık içinde öldüler. Bulaşma korkusuyla en sevdiklerimizin yakınına bile gidemedik. Pandemi döneminde hayati olarak dikkat ettiğimiz “sosyal mesafe”yi şimdi deprem bölgesindeki kardeşlerimiz için “kalbi mesafe”ye çekmemiz lazım. Depremzede kardeşlerimizin acılarını hafifletmek, paylaşmak, yalnız olmadıklarını sahanın en ücra köşelerine kadar giderek, göstermek hepimizin sorumluluğundadır. Ramazan ayı boyunca depremzede kardeşlerimizin oruçlarını en güzel şekilde tutmaları için başta sahur ve iftar yemeği olmak üzere, günlük ibadetler, teravih, Kur’an’ı mukabele ile okumak/takip etmek isteyenlerin ihtiyaç ve taleplerini karşılamak için çözüm odaklı yardımdan başka bir şey düşünülmemesi lazım. Bunun için başta devletin ilgili kurumları olmak üzere, tüm İslami/insani hayır kurum/kuruluşları Ramazan ayı için yüceliklerle dolu zengin projelerini hayata geçirmelidirler. Müslümanlar olarakiçinden geçtiğimiz bu zor zamanların sınavını daha güçlü bir şekilde başarıyla geçmemiz son derece önemlidir.
Ahiret âleminde en büyük şahitler arasında bulunan büyük Oruç Kitabına, sabırla ve meleklerin üslubuyla işlenmiş bir sayfa, bir yaprak gibi eklenmek dileğiyle Ramazan ayıkimlik hamurumuza bir güneş ışığı gibi sızarak kişiliğimizi yoğursun.
Dipnotlar:
1- Sezai Karakoç, Sütun, Diriliş Yay., İstanbul 2017, s.7-9
2- Sezai Karakoç, Samanyolunda Ziyafet, Diriliş Yay., İstanbul 2020, s.82
3- Sezai Karakoç, Dirilişin Çevresinde, Diriliş Yay., İstanbul 2009, s.196-198
4- İsmail Süphandağı, Dil, Şiir Hakikat, İz Yay. İstanbul 2018, s.43
5- Byung-Chul Han, Palyatif Toplum, Çev. Haluk Barışcan, Metis Yay. İstanbul 2022, s. 32
YAZIYA YORUM KAT