Kaide’nin yöntemi
Bin Ladin davasında haklı ama yönteminde yanlıştı.
Davası, İslam dünyasının dağınıklığının giderilmesi ve emperyalizm çizmesi altında çiğnenmekten kurtarılmasıdır. Lakin bunun izalesinde ve giderilmesinde izlemiş olduğu yöntem yanlış olmuştur. Yanlışlığının göstergeleri ortadadır. Her yerde Kaide’ye nispet edilen eylemler olmasına rağmen somut siyasi sonuçları almamış ve aksine Kaide’nin ismi büyürken kendisi erimiştir. Şöyle söylemek mümkündür: Bin Ladin’in yöntemi silahlı mücadele idi ama bu güç başarısız olmuştur. Mevcut rejimleri işbirlikçi olarak görüyor, dolayısıyla meşru görmüyor ve İslam alemine yönelik saldırı karşısında devreye seferberlik halinin girdiğini düşünüyor ve bunun gereğini yaptığına inanıyordu. Yönteminin başarısızlığı Bin Ladin’e atfedilen 2001 tarihli vasiyetinde de tescil edilmiştir. Burada ilginç tespitlerde bulunmaktadır. Bu tespitlerinde almış oldukları darbeleri iç ihanete bağlamıştır. Hatta Taliban unsurlarının bile çok azının zor imtihan karşısında direnebildiğini söylemiştir. Demek ki burada şeriat öğrencilerinin bile orantısız düşman ve güç karşısında sarsılmalarının ve direnememelerinin sebebini iyi tahlil etmek gerekir. Silah karşı tarafa gerektiği kadar zarar vermediği gibi iç çözülmeyi de beraberinde getirmiştir. Öyleyse burada eksik olan iki husus vardır. Bunlardan birisi güç dengesindeki eşitsizliktir. İkincisi ve asıl önemlisi ise manevi irşadın hakkının verilmemesi veya ihmal edilmesidir. Manevi eğitim iç bünyeyi takviye ettiği ve sarsılmaz hale getirdiği gibi dış düşman cephesinde de gedikler ve çatlaklar açmaya muktedirdir. Elbette manevi eğitim ve irşat hizmetleri de kolay değildir. Lakin bu alt yapı tamamlanmadan silah kendi böğrüne saplanabilir. Bu tartışma bizi Cemaleddin Afgani ile Muhammed Abduh ekolleri arasındaki ayrışmaya götürür. Muhammed Abduh’u irşatsız veya eğitimsiz siyasetten ayıran bu mesele olmuştur. Cemaleddin Afgani doktrinel siyasi eğitimle Müslüman cephenin güçlendirilebileceğine inanmıştır. Bu yolda ömrünü harcamıştır. Lakin altyapı çalışmaları olmadan ve ümmet irşat edilmeden bunun yetersiz olduğu görülmüş ve bu yöntemi ilk terk eden de Muhammed Abduh olmuştur. Dolayısıyla Kaide’nin kaidesi (temelleri ve altyapısı) sağlam değildir.
Bin Ladin fikriyatının en önemli yanlışlarından birisi irşat yerine silahlı yöntemi ikame etmesidir. İkinci hatası ise ümmeti gevşeklikle suçlamasının onu tekfire götürmesidir. Zamanla da bu yanlışı iç cephelerde sarsıntı meydana getirmiş ve adeta kendisini intiharcılığa sürüklemiştir. Bu açıdan Şükrü Mustafa’nın Cemeatü’l Müslimin hareketine benzemiştir. Kaide, Cemeatü’l Müslimin hareketinin daha gelişmiş ve küresel halidir. Zamanla merkezi kontrolünü kaybeden Bin Ladin ve Kaide konfederasyon veya marka haline gelmiştir. Benzeri eylemleri yapanlara Kaide damgası vurulmuştur. Zamanla kurgusal alanı gerçek alanını aşmış ve örtmüştür. Hatta Kaide markası basmakalıp atılı bir suç ve suçlama haline gelmiştir. Sözgelimi, Kaddafi halk hareketinin başladığı günlerde Kaide korkuluğuna sarılmış ve Beyzaa kentinde Kaide Emirliği kurulduğunu ileri sürmüştü. Bununla kendi batıni emirliğini meşrulaştırmak ve gizlemek istemiştir. Muhalifleri de, Ali Abdullah Salih’in de paralı Kaide elemanları beslediğini ve bununla ABD’nin vazgeçilmez adamı olmayı arzuladığını savunmaktadırlar. Irak’ta ise birden fazla Kaide fraksiyonu bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı İran, bir kısmı ABD adına çalışmaktadır. Kaide Irak’ta pratikte şiddetin tonunu artırmış ama buna mukabil direnişin yalızını düşürmüştür. Sünnilerin dağınıklığını beraberinde getirmiş ve aralarında Sahva adıyla Amerikan mürtazikası (lejyoneri) oluşmasına neden olmuştur. Dolayısıyla Şiiler siyasette nasıl infiratçı davrandılarsa Kaide de silahlı alanı kendilerine ayırmak istemiş ve bu da karşıt kuvvetlerin oluşmasına yol açmıştır. Türkiye’de benzeri bir durum PKK’nın faaliyet alanında yaşanmış ve Hizbullah da tek yanlı silahlı meşruiyetini ilan etmiş ve bu da cephe içi çatışmalara neden olmuştur. Kaide’nin bir başka yöntemi de vela ve beraa prensibi üzerinden kutuplaştırma siyaseti izlemesi olmuştur. Bush da bunu tersinden yapmıştır. ‘Diyalogcular’ da bu bağlamda başkalarının gündemine eklemlenmişlerdir. Yanlış olan diyalog değil, birilerinin diyalog özel gündemidir.
Kaide zamanla marka haline gelince isteyen bu şapkayı giymiş ve Bin Ladin sadece sembol bir isim olarak kalmıştır. Bu açıdan öldürülmesi belki de Kaide’nin tabutuna çakılan son çivi olabilir. Daha doğrusu son sıralarda korkuluk haline gelmiştir. Kurgusal alan büyümüş ve izler birbirine karışmıştır. Üzücü olan hususlardan birisi de, gereksiz bir biçimde Türkiye’de bazı siyasi çevrelerin Bin Ladin’in öldürülmesiyle alakalı Batı’nın şamata ve kutlamalarına katılmalarıdır.
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT