Kahredici soru
Gele gele nereye geldiğimize, gündemimize hangi sorunun girdiğine bakın.
-Başbakan Diyarbakır'a gidebilir mi?
Bu soruyu, Taraf'tan Yasemin Çongar soruyor.
Daha doğrusu "Git oraya" diyor. "Git ve Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'le konuş."
Sonra ilave ediyor:
"Bu öneri, belki bazılarına "zamansız" hatta "tehlikeli" görünebilir.
Sonra "Ama şunu da unutmayalım" diyerek ilave ediyor:
"Bu memleketin her köşesine, seksen bir ilin seksen birine de gidebilmekle "haklı" olarak övünen Başbakan Erdoğan'ın her üç seçmenden ikisinin oyunu almayı başardığı bir bölgeye gidememesi "olağan" bir hal kabul edilemez.
Çongar'ın son cümlesi şöyle:
"Ve 'olağan' olmayan bir halin uzamasına izin verdiğinde, 'olağanüstü hal' isteyenler kazanıyor demektir."
Evet, günün sorusu bu:
-Başbakan Diyarbakır'a gitmeli mi, gidebilir mi?
Başlı başına bu soru, Türkiye için dehşet verici. AK Parti için alarm.
Evet, bölgede AK Parti'nin 70 küsur milletvekili var ve sesleri solukları çıkmıyor.
Taraf'ta Kurtuluş Tayiz, TBMM'ye istifalarını sunan DTP'li milletvekillerinin, gidip Diyarbakır'daki Demokratik Toplum Kongresi'ne katılmalarını değerlendirirken, "Kürt parlamentosu"nun ete kemiğe bürünmekte olduğunu yazıyor.
Ne bu?
Hükümet bu oluşuma nasıl bakıyor?
Acaba Başbakan'ın Diyarbakır'a gidip gidememesini tartışmakla bu iş arasında bir alâkâ var mı?
Yoksa yok mu?
Yasemin Çongar'ın gündeme getirdiği konu, bölgede, psikolojik zeminin nasıl devlet dışı güçlerin inisiyatifine geçtiğinin göstergesi.
İstenen ne?
Sivil iradenin, olağanüstü hale gerek duymadan kontrolü yeniden ele geçirmesi...
Dün, evvelsi gün, yazılarımda, bizzat bir Kürt işadamının, üstelik Ticaret ve Sanayi Odası gibi bölgeye iş-istihdam sağlayan işadamının, algıladığı psikolojik teröre işaret ettim. Galip Ensarioğlu, "insanların ciddi bir silahlı güce sahip örgüt karşısında, statü kaybı, hain ilan edilmek, hatta hayati tehlike sebebiyle farklı tavır açıklayamamalarına" dikkat çekmekteydi.
-Başbakan Diyarbakır'a gidebilir mi?
Diyarbakır'da AK Parti binası göstericiler tarafından taşlanarak yerle bir edildi. İçeride insan olsa, herhalde linç edilmiş olurdu.
Bulanık'ta Ziraat Bankası yakıldı. Dersaneler içeride öğrenci varken taşlandı. Ve bir manifaturacı, "Kepenk kapatın" dendiği halde kepenk kapatmadığı için saldırıya uğradı, dükkanı yakıldı.
Ardından, manifaturacı vatandaş silaha sarıldı, ateş açtı ve iki kişi öldü, 6 kişi yaralandı.
Haydi hep birlikte düşünelim:
-Ne yapmalıydı o vatandaş?
Cevap hazır değil mi?
-Dükkanını kapatmalıydı.
Sonra?
-"Oğlunu, kızını dağa ver!" dendiğinde vermeliydi.
Sonra?
-Ya her geldiğimizde örgüte şu kadar para ver ya da burayı terk et dendiğinde, ya "PKK vergisi"ni vermeli ya da pılını pırtısını toplayıp gitmeliydi.
Sonra?
-Başbakan Diyarbakır'a gidebilir mi?
-Kürt parlamentosu yolda. Örgüt (PKK) milletvekillerinin artık DTK bünyesinde çalışmalarını istiyor. DTK da zaten fiili olarak Kürtler'in parlamentosu konumundadır. (Kurtuluş Tayiz, Taraf, 16 Aralık 2009)
Bundan yıllar önce, AK Parti hükümetine, "Her ay bir Bakanlar Kurulu toplantısını Diyarbakır'da yapın" çağrısında bulunmuştum. Bu bir inisiyatif alma çağrısıydı. Şimdi, "Kürt coğrafyası-Kürt parlamentosu" söylemleriyle şehir, bambaşka bir mahiyete büründürülüyor. Öyle ki AK Parti bünyesindeki Kürt milletvekillerinin esamisi bile okunmuyor. Bölgede PKK gölgesinin herkesi sindirmeye kafi gelmesi gibi...
Şimdi ne yapacaksınız?
Ben Başbakan'ın, "AK Parti Kürt vatandaşlarımızı çok daha büyük ölçekte temsil ediyor" sözlerinin, nasıl bir işlevsellik taşıdığının somut görüntülerle ortaya konabilmesi, daha ötede de devletin, PKK gölgesinin herkesi sindirmesine razı olduğu izleniminin ortadan kalkması gerekiyor.
DTP-PKK çizgisi Kürtler'in yüzde 25'ini temsil ediyorsa, bu yekunun tüm Kürtler'i temsil yetkisi kullanabilmesi bile, yaşanan terörün ne kadar etkin olduğunun göstergesidir.
O "kahredici soru", şu an Türkiye'nin üzerinde Demokles kılıcı gibi sallanıp duruyor. Bunu en çok fark etmesi gereken ise siyasi iktidarın taa kendisidir.
BUGÜN
YAZIYA YORUM KAT