Kahramanlık Belirlenen Koordinatlarda Makbul Sayılıyor
"Esas sorun tam da bu" diyor Amberin Zaman. Nedir hanım efendinin 'esas sorun' diye parmak bastığı mesele? Üst düzey Amerikalı yetkililerle yakın temasları üzerinden bölgesel ve küresel öngörülerde bulunmakla maruf Amberin Zaman "Türkiye'nin Musul operasyonuna katılma obsesyonu etrafında kopan yaygara" odaklanıyor. 'Obsesyon' isnat ettiği siyasal davranış güvenlik dahil çok boyutlu bölgesel bir sorunda sağlam ve hukuki bir pozisyon alma çabası aslında. Ancak benzerleri gibi o da meseleye Amerika'nın çizdiği diplomatik koordinatlardan baktığı için psikolojik sabotajlar peşinde koşuyor.
Amerikalı ve Avrupalı diplomatlar Türkiye'nin Irak ve Suriye meselesinde ne denli büyük problemler ürettiğini Amberin Zaman'a da anlatıp durmuşlar. Washington'dan bakılınca Erdoğan'ın Musul çıkışları 'kuru gürültü' olarak görülüyor, Avrupalılar Musul operasyonu için en büyük sıkıntının bir NATO müttefiki olan Türkiye'den çıkmasına inanamıyorlarmış. Ancak Türkiye'nin askeri operasyonlarıyla Amerika ve Avrupa'nın müttefikleri üzerindeki nüfuzunun sınırlarını test ettiğini itiraf ederken büyüyen endişelere de dikkat çekiyor. Hatırlarsanız geçen hafta Cumhuriyet'ten Nuray Mert de benzer bir kaygının altını şöyle çiziyordu ısrarla: “ABD, Türkiye’ye defalarca “YPG’ye değil, IŞİD’e karşı savaşmasını beklediğini” belirtti.” (7 Ekim/Cumhuriyet)
Onlar Girsin, Siz Seyredin!
Amberin Zaman'ın da 'üst düzey Koalisyon yetkilisi'nden aktardığı ve esas sorun olarak işaretlediği mesele Türkiye'nin "Koalisyonun koordinasyonu dışında" operasyonlar gerçekleştiriyor oluşudur. Koordinasyonu ve koordinatları NATO/Amerika tarafından verilmemiş operasyonlarla Türkiye'nin oluşturduğu iklim bir taraftan PKK-YPG'ye yapılan yatırımları boşa çıkarıyor diğer taraftan Amerika'nın Suriye'nin kuzeyine yönelik öngördüğü projede pasifize olmaya mecbur kılıyor.
Hiç kimsenin inkar edemeyeceği gibi Türkiye PKK'ya yönelik saldırılarını Amerika'ya rağmen arttırıyor ve Suriye üzerinde lehine yeni bir denge kurma yolunda ilerliyor. Benzer tablo Irak için de geçerliliğini koruyor. Önce Amerika'nın Irak'ın egemenlik haklarını öne sürerek Türkiye'yi tecrit etme girişimi çöktü sonra da Irak Başbakanı Haydar el-İbadi tehditkar söylemlerini geri çekti. İran'ın ancak bundan sonradır ki doğrudan Türkiye'yi hedef alan resmi beyanları yoğunluk kazanmaya başladığını gördük. Amerika Bağdat Hükümeti'nin İran ise her ikisinin arkasına saklanarak Türkiye'yi bölgeden uzaklaştırmanın yollarına başvurdularsa da kirli ve kanlı ittifakın kendini saklayabilmesine hiç imkan yoktu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Fırat Kalkanı Harekatı için rota çizerken Cerablus'a ilaveten Dabık'tan El-Bab'a, El-Bab'dan Münbiç'e kadar gidileceğini tekrar ederken kullandığı benzetme Türkiye'nin diplomatik tasavvurundaki kırılmanın önemli bir işareti sayılabilir: "Dişe diş mücadele vererek gerekirse diplomasi masasına yumruğumuzu vururuz." Ölümü gösterip Türkiye'yi sıtmaya mahkum eden teamüllerin tarihe gömüldüğü yönündeki çıkışları "kuru gürültü" olarak okuyup anlamak elbette ki serbest. Türkiye'nin artık tehditlerin kapıya gelip dayanmasını bekleme pozisyonunda kalmayacağına dair söylemleri besleyen hatırı sayılır pratik sergileniyor artık. Suriye ve Irak'a yönelik yürütülen askeri operasyonlar Türkiye'nin sadece yeni bir güvenlik konseptini hayata geçirmesi olarak kalmayacaktır. Çünkü bu pratikler Suriye ve Irak üzerindeki despotik rejimler ve emperyalist devletler işbirliğiyle icra edilecek zulümlerin o kadar da kolay icra edilemeyeceğinin göstergesi olacaktır.
Bu dönemde üzerinde en çok odaklanılması gereken konu ise Rusya'nın Halep başta olmak üzere Suriye halkına yönelik katliamlarının nasıl durdurulacağı konusudur. Açıktır ki Rusya ile yapılan kimi anlaşmalar Türkiye'nin Amerika, Avrupa ve İran'a karşı elini güçlendirmiştir. Fakat bir başka açık olan durum da Rusya'nın işgal ve katliamlarına hiç hız kesmeksizin devam ediyor oluşudur.
Rusya Nasıl Bloke Edilecek?
Anlaşmalar, ticari ilişkiler, istihbarat paylaşımı vd. süreçler Rusya'nın Türkiye açısından tehdit olma pozisyonundan çıkarılmasına vesile olduysa da Suriye'ye yansıyan kanlı tabloda pek değişen bir şey olmuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Rusya Devlet Başkanı Putin'e yönelik "Halep'i huzura kavuşturalım. Halep üzerinde bir hesap doğru olmaz" çağrıları anlamlı ve önemlidir. Fakat Rusya'yı bu meselede daha hızlı ve etkili bir biçimde ikna edici pratik tedbirlerin ne şekilde devreye sokulacağına dair arayışların yoğunlaştırılması son derece acildir.
Fırat Kalkanı Operasyonu ile boşluğa düşen, moral açıdan çöken ve Türkiye'nin oluşturduğu dengeyi gerek pratik gerekse psikolojik girişimlerle önemsiz ve mağlup olmaya mahkum bir macera olarak resmedenler hem içeride hem de dışarıda seferber olmuş durumdalar. Bağımsızlık, egemenlik, halkın iradesi, uluslar arası hukuk gibi kavramları sakız edenlerin sergilediği rezilce analizler, söylemler ve teklifler orta yerde duruyor. Kısaca ismi zikredilenler gibi seküler aydınların kahir ekseriyeti Türkiye'yi Amerika'ya bitişik nizam hareket etmeye zorluyorlar.
Koordinatörü Amerika ve Avrupa olan projelerde Türkiye'yi lejyoner olarak görmek istiyorlar. Koordinatlarını NATO'nun verdiği cephelerde Türkiye'nin kahramanlık sergilemesini teklif ediyorlar. Bu emperyal kumpasın dışında hatta karşısında durulmasına ise asla tahammül edemiyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ve temsil ettiği siyasal çizgiye düşmanlıklarının temelinde bu başarısızlıklar belirleyici oluyor. Makbul liderlik, muteber önderlik seküler Batı'nın sömürgeci politikalarına uyum becerisine göre notlandırılıyor çünkü. Bütün bunlara rağmen Allah'tan elde edilen kazanımlar hem siyasal ve toplumsal hem de iktisadi ve askeri boyutta ciddi bir mesafe kat etmiş durumda. Bürokratik oligarşiyi, askeri cuntaları, PKK gibi taşeron tetikçileri tasfiye eden irade aydın despotizmini de büyük ölçüde kırdığı içindir ki Batı'nın borusu eskisi gibi ötemiyor burada.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT