Kahramanlar ve vatan hainleri
Kahramanlığı ölüme götüren maceralar üzerinden tanımlamaya çalışırken, kahraman modelini kişinin yüzünü tanınmaz kılan karanlık örgütlerde arayan bir topluma dönüşmekteyiz.
“Çatlı’nın, Ağca’nın bunca üzerine gidilirse, onlara biçilen rolleri oynayacak, kahramanlığı kurşun atmada ve kurşunlara siper olmada arayacak gençlerden mahrum kalabilir derin güçler” diye yazmışım, yıllar önce. Yoksul ve esmer Anadolu gençlerinin kolayca yönlendirilebilir vatanperverlik duygularını ve dinî hissiyatlarını irdelemeye dönük bir yazıydı. Çoğu, onları bir kurtarıcı olmaya hazırlayan bir savunma ruh halinin ikliminde yetişmiş gençlerdir, sözünü ettiklerim. Yükseliş dönemlerine özgü bir Osmanlı haritasının çevrelediği coğrafya adına bir Enver Paşa misali kurtarıcı ve bir Şeyh Şamil misali de destansı olabilme ülküsünü meslek gibi benimsemişlerdir. Kürt de olabilirler, Türk de; Alevi de olabilirler Sünni de. Ailelerinin Kafkasya göçmeni olması hele, pek muhtemeldir.
Çatlı kahraman olma yolunda, hayatının trajedisini oluşturan bir seçme alanına gelinceye kadar sadece yirmiye yakın devlet kurmuş Türkler için değil, bütün İslam Âlemi için de bir kurtarıcı rolünü ideal olarak benimsemiş olmalıydı. Şu var ki kahramanlığa götüren yolun vardığı çok karmaşık bir sapakta, kendisini kandırmaya mecbur kaldığı, bu mecburiyeti de muhtemelen soylu amaçlarla açıkladığı bir bozgun dönemi yaşadı. Orada bir ara alan var, hesaplı kitaplı geçebildiğinizde milli kahraman sayılıyor, alkışlanıyor, ödüller alıyorsunuz. Aksi takdirde, orada ayağınız tökezlediği anda yani, vatan haini, cani, terörist olarak adlandırılıyorsunuz...
Bir tarafta, Kurtlar Vadisi gibi dizilerde kahramanlığın tesellilerine sığınarak sahici yüzü tanınmaz hale gelen gençlere model teşkil eden Alemdar’lar, diğer tarafta yitik hikmetin peşinde koşmaktan hiç vazgeçmeyen isimsiz kahramanlar...
Resmî olarak Polat Alemdar olmaktan, onu övmekten kaçınmak gerekir, ama yine de derinlerde yaşamayı göze alan Polat Alemdarlar’ın varlığı, devletin bekası adına elzem sayılır. Esmerlik, gözüpeklik, karadır kaşların ferman yazdırır türküsü, Elazığlılık veya Malatyalılık, yetimlik, sadakat hatta iffet gibi değerlere sahip olmak, devlet babanın her yerde hazır nazırlığından kuşku duymamak... Biraz ayet ve hadis bilgisi de var olmalıdır; fakat, babanın din adamı olduğu ailenin çevresinde dahi başörtüsünü –beyaz namaz örtüsü halinde- sadece kabristanlarda gösterecek kadar marjinalleştiren kırpık bir gerçekçilikle birlikte... Bu malzemelerle kurgulanan ve senaryoya iliştirilen meczup tiplerin arada sırada mırıldandığı şiarlardan hareketle dinsel bir içerik kazandırılan bir ütopyaya en yakın görünen gençler ömürlerinin en güzel yıllarını hapishanelerde geçirdi, kimileri darağacında can verdi.
Ben, türlü maskelerle kutsallaştırılmış iktidar mücadeleleri uğruna bebekliğini bile yaşayamadan hayat hakkı ellerinden alınmış şehzadelerin yanında olacağım, her zaman.
‘İnsan türü hakkında ne istersek onu düşünebiliriz, fakat onu idealize etmezsek hakikate daha çok yaklaşırız’ şeklinde bir tespitte bulunuyor, ‘Özgürlüğe Kaçışım’ın yazarı, Aliya İzzetbegoviç de...
Tanıl Bora da, bir önceki yazımda sözünü ettiğim “Sizin Kahramanınız Kim” kitabında yer alan “Bir Mum Yakar, Işığına Bakarım” başlıklı yazısında, Spinozacı felsefeci Andre Comte Sponville’in Büyük Erdemler risalesinde bir erdem olarak yiğitliği tartışırken, “mağlupların yiğitliğinden” şu şekilde söz ettiğini aktarıyor: “Nihai yenilginin kesinliğine karşı koymanın, sonuçsuz kalacak olmasına aldırmadan uğraşmanın yiğitliği. Ucundaki başarı ihtimalini gözetmeden, salt davranışın güzelliği için davranmadaki yiğitlik.”
İran’da 1997’de yirmi milyonu bulan bir oyla cumhurbaşkanı seçilen Hatemi, taraftarlarının onu göklere çıkartan övgüleri karşısında hiç yitirmedi kendini. Kahraman olarak adlandırılmak istemedi, bunu da defalarca dile getirdi. Kalabalıkların coşkusuyla şımarmadı; geldiği gibi tevazu içinde ayrıldı, iki dönem cumhurbaşkanlığı yaptığı makamdan. Hiçbir zaman yerine getiremeyeceği vaatlerde bulunmadı toplumuna Hatemi. Bu siyasal duruşuyla, ilkelerinden taviz vermediğini gösteren sabrıyla, Haricilerin öfkesini üzerine çeken Hazreti Ali’yi çağrıştırıyor.
Kahramanlar tevazu sahibi insanlar oluşlarıyla ayırt edilirler, bin bir suratlı taklitlerinden; bu dün olduğu gibi bu gün için de geçerli bir gerçekliktir.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT