Kâğıt ve el
Bazen aynı nesneler onu kullanan kişilerin algısında farklı anlamlara yol açabiliyor. Ne kadar 'normal'dir bilemem. Lakin kullandığımız nesne ve kavramların bizler için ifade ettiği anlamlar da çok önemli bence...
28 Şubat döneminin toz-duman ortamında önüne gelen paçavrayı halkın üzerine boca etmeyi 'gazetecilik' sayan Andıç medyası, bir rapor yayınlamıştı. Ancak raporun ilk sayfası işlerine gelmediği için birinci sayfayı gizlemeye kalkışmışlardı. O raporun ilk sayfasında şöyle bir ibare vardı: "Muhammed isimli bir Arap hikayecinin uydurduğu..." Şimdi benim alıntı yaparken bile tüylerimi diken diken eden bu jargona devleti, milli eğitimi, güvenliği, sağlığı, medyayı teslim ettiğimizi bir düşünün hele...
Ergenekon davası da öyle. Tabiri caizse 'salatalık' gibi sanki bu işler. Meyve niyetiyle yerseniz meyve, sebze niyetiyle tüketirseniz sebze oluyor gibi. Kimimize göre Türkiye'nin sifonu Ergenekon davası. O çekilmeden pisliklerin boşalması mümkün değil. Ama başta Holding medyacıları olmak üzere, bir güruha göre de, iktidarın 'vatansever ve muhaliflerden' aldığı intikam! Nasıl yersen öyle yani!
Faraza köylü diyelim. Kimine göre 'milletin efendisi'dir, kimine göre istemedikleri zihniyeti iktidara getiren 'bidon kafalı' ve 'göbeğini kaşıyan adam'. Son iki haftadır yoğunluklu olarak tartıştığımız 'Andıç olayı' da aynen böyle oldu. Halkın çoğuna göre olup bitenler son derece açık ve net aslında. Fakat başta CHP, onların medyası ve nihayetinde sayın Başbuğ'a göre olan biten hepi topu bir 'kâğıt parçası' etrafında koparılan fırtına.
Topraktan fışkıran onca bomba, silah, bilmem ne de kimileri için 'içi boş boru'ydu aslında! Bize tehlikeli bir hastalığın ölümcül oyuncağı gibi görünen mühimmat, kimilerine göre boru ve kâğıt parçasından ibaret. Böyle olunca da hastalıklı bir sevgi ile bombalamak, yargısız infaz yapmak, faili meçhule girişmek, suikast tertiplemek, darbe planlamak da vatanseverlik olabiliyor!
"El çekmek" hadisesi de böyle bir şey aslında. Kimine göre beline taktığı silah, ardına aldığı mühimmatla halkın hayatını dizayn etmeye çalışan bir zihniyet var ve apoletli bir cuntacı el uzanıyor sivil yaşamın üzerine. Darbe günlüklerini, gün aşırı ortaya çıkan ses kayıtlarını, yazışmalarını, iddianameyi okudukça bunu son derece sarih bir şekilde görmek mümkün. Ama sayın komutanımıza göre başka birilerinin eli de askerlerin üzerinde geziniyor. Bakış ve yaklaşım açısı diyerek meseleyi küçümsediğimi zannetmeyiniz. Sanırım bizim bugün olup bitenlere kendi ideolojik prizmamızdan kırarak yakıştırdığımız kavramların çok anlamı yok. Evet, belki bugün bu anlamlara göre mücadeleler veriliyor, psikolojik savaşlara girişiliyor ama en şaşmaz ve gerçekçi tespiti tarihin koyacağı da muhakkak.
Elbette makamlarını, yaşam standartlarını ve edinimlerini kaybetmemek adına geçmişe hâlâ aynı çarpıklıklara bakanlar olacaktır. Darbeyi, darbeciyi, cuntayı savunan, 'Aslında gerekliydi' diyen beyin tüccarları da çıkacaktır. Onların aynaları sonsuza kadar yamuk göstereceğinden kendileri için -korkarım ki- yapacak bir şey yok. 20-30 yıl sonra bambaşka bir dünya sistemi içerisinde gerçek özgürlük ve demokrasi içerisinde yaşayan insanlar geçmişe yönelik okuma yaptıkları zaman neyin 'belge' neyin 'kâğıt parçası', neyin 'özgürlüğü boğmak için toprağa gömülen mühimmat' neyin 'boru parçası' olduğunu çok daha net görecektir.
Ama bugün demokrasi ve özgürlüğe olan samimiyetlerinin kaç kalibrelik olduğunu anlamak için de basit testler yapmak mümkün. Kenan Paşa'yı yargılama işi mesela... Derdimiz yaşlı bir emekli askeri yargılamak mıdır, yoksa darbelerin tekrar olmaması için tarihî bir ders vermek mi? Bir yandan '12 Eylülcüleri yargılayalım' diyeceksiniz diğer yandan yeni Evren Paşa'lar üretmeyi marifet sanacaksınız. Karar vermek zorundasınız, meyve misiniz yoksa sebze mi?
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT