Kafası Karışanlar İçin Ergenekon
Büşra Erdal'ın yazdığı "Kafası Karışanlar İçin Ergenekon" kitabını Harun Çetinkaya Haksöz-Haber okurları için değerlendirdi.
HAKSÖZ-HABER
Kafası Karışanlar İçin Ergenekon: Bitişi Mümkün Mü?
Harun Çetinkaya
Darbeciliğin ve derin örgütsel yapılanmaların had safhada olduğu bir ülkede çeteci yapılanmaları tasfiye etmek ve cuntacı oluşumların önüne geçmek kolay olmuyor. Özellikle de İttihat ve Terakki gibi yüzyıllık bir geleneğe dayanan bu darbeci örgütlenmeler söz konusu olduğunda mevcut geleneğin, sağlam bir sorgulamaya gidilmeden bir anda bitişi mümkün görünmüyor. Ergenekon türü çetelerle mücadele öncelikle darbeciliği, çeteleşmeyi doğuran; ona meşruiyet sağlayan zeminin temelden sorgulanmasını gerektiriyor.
Son yıllarda devlet içinde örgütlenen Ergenekon yapılanmasına karşı etkili operasyonların gerçekleştirilmiş olması ve kamuoyunda sarsıntıya yol açacak bağlantıların açığa çıkarılması olumlu bir gelişme olmuştur. Kaynağında devlet içinde yuvalanmış çetelerin manipülasyonları, darbe kışkırtıcılıkları ve siyaset kurumunu dolayısıyla halk iradesini etki altına alma amacı taşıyan bu darbeci geleneğe karşı bu süreçte gerçekleştirilen Ergenekon davasının darbe ve darbecilik suçuyla hesaplaşma adına tetikleyici bir unsur olduğunu söylemek gerek.
Bu davalarla birlikte Türkiye’de ilk kez, “devlet içinde devlet” olan yapının, demokratik yolla iktidara gelmiş hükümeti silah zoruyla değiştirme ya da suikastlar ve toplumsal kurgular yoluyla zayıflatıp düşürme çalışmaları dava konusu oldu.
5 yıllık dava safahatı ve binlerce sayfalık iddianameler göz önüne alındığında oldukça karmaşıklaşan süreç ile ilgili derli toplu bilgilere ihtiyaç duyuluyor. Özellikle de son günlerde gündeme gelen Ergenekon Davası’na yeniden yargılama yolunun açılması gibi tartışmalar düşünüldüğünde yaşananlara dönüp hafızaları tazelemek elzem hale geliyor. Bu noktada Hanım Büşra Erdal’ın “Kafası Karışanlar İçin Ergenekon” kitabı hafızalarımızı tazeleme ve derli toplu bilgi edimi açısından önemli bir yerde duruyor. İlk kez Temmuz 2013’te Ufuk Yayınları tarafından basılan kitap, mahkeme kararı sonrası güncellenmiş baskılarıyla da okuyucularının karşısına çıktı.
Yazar Büşra Erdal, Ergenekon dava sürecini yakından takip eden ve bu yargılamalar sırasında yaptığı haberlerden dolayı hakkında onlarca dava açılan bir gazeteci. Akıcı bir dille yazılmış olan kitapta, yaşananlar pek yorum katılmadan anlatılıyor.
Kitabı 3 bölüme ayıran Erdal, ‘Yüzyılın Davası’ adlı ilk bölümde Ergenekon davasının hukuki boyutunu işliyor. ‘Devlet İçinde Devlet’ başlığı altında bu örgütlü yapının hangi delillere dayanılarak yargılandığını ele alıyor ve son bölümde ise ‘Yargı Savaşları’ başlığı altında, Ergenekon davasının hemen her aşamasında icraatlarıyla gündeme gelen ÖYM’leri ve bu mahkemelerde yetkili hâkim ve savcıları inceleme konusu yapıyor.
Ergenekon: Yüzyıllık Bir Gelenek
Ergenekon dava süreci 12 Haziran 2007’de Şevki Yiğit’in Jandarma’yı arayıp Ümraniye’deki el bombası ve patlayıcıları ihbar etmesi ile başlıyor. Bu ihbara yönelik jandarmanın yaptığı operasyonda 27 el bombası ve bazı patlayıcı maddeler ele geçiriliyor. Burada dikkat çekici bir husus olarak ‘Lobi’ isimli doküman da bu operasyonlarda ele geçiriliyor. ‘Lobi’ aslında bu tarihten yaklaşık 7 ay sonra kamuoyu tarafından öğrenilecek ‘Ergenekon’ isimli örgüte bağlı sivil unsurların örgütlenmesinin anlatıldığı belgeden başka bir şey değildir.
Erdal, uzun bir süre herkesin bildiği fakat kimsenin açıktan söylemediği bir sır olan ‘Ergenekon’ diye bir örgütün varlığından haberdar olanların sadece savcı ve soruşturmada görevli olan bazı kişilerin olduğunu ifade ediyor. İstanbul Başsavcılığı’nın soruşturmanın adını “Ergenekon” olarak açıklamasıyla ilk defa tüm Türkiye’nin de haberi olur. Erdal, burada Türkiye’nin Ergenekon’u nedir, ne zamandan beri aktif durumdadır gibi sorulara cevap bulmaya çalışıyor.
NATO’nun kuruluşu ile üye ülkelerde “Gladio” adı verilen birbirinin benzeri derin örgütsel yapılanmalara gidilmiştir. Yazar, savcılığın açıkladığı mütalaada buna benzer bilgilerin olduğunu belirtmiştir.
1990’lar boyunca Türkiye, JİTEM faaliyetlerinin eseri olan cinayetlerle sarsılmıştır. Özellikle 1993 yılında yaşananlar, bu derin yapının örtülü bir darbesi niteliğinde olmuştur. 90’ların aktif Ergenekoncuları, 3 Kasım 1996’daki Susurluk kazasıyla ilk kez ifşa olurlar. Erdal, Ergenekon’un yakayı ilk ele verişi olan Susurluk olayının üzerine gidilmemesinden kaynaklı bu deşifrenin ortaya çıkarılamadığını ifade etmekte. Böylece Ergenekon’a dönüşebilecek bu dava Susurluk olarak kalır.
Susurluk sadece konuşuldu ve dosyalar arasında unutulmaya terk edildi. Ama Ergenekon yapısı, asıl amacını unutmadı ve aktif olarak devam etti. Ülkede ‘irtica’ tehdidi korkusunu hortlatan “aydın cinayetleri” ve Susurluk olayının hemen akabinde “post modern” darbe 28 Şubat’ta gerçekleşecekti. Medya, yargı, bazı sivil toplum kuruluşları el ele vermiş, Erbakan hükümetini düşürmüştü. İlk kez sivillerin de aktif biçimde dâhil olduğu bir darbe yaşanıyordu. Erdal, işte bu darbe sonrasında Ergenekon örgütünün de yeniden yapılanmaya gittiğini vurguluyor.
Yazar Erdal bu yeni durumu “Neo- Ergenekon” olarak tanımlamaktadır. Örgüt ilk olarak 99’dan sonra yeraltı yapılanmasını yerüstü kaynaklarla yani sivillerle organik olarak irtibatlandırıp yeni bir tarzda etkinliğe başladı. Yeni bir yapılanmaya gidildiğinin kanıtı olarak Ergenekon soruşturması kapsamında ele geçirilen belgeler, durumu açığa çıkardı.
1999 yılında hazırlanan bu yapılanmanın ana belgesi “Ergenekon Re-Organizasyon” adını taşımaktadır. Bu belge kısaca Ergenekon belgesi diye anılmakta, örgütün anayasası hükmünde ve genel olarak önemli konumdaki kişilerde bulunmuştur. Soruşturmanın adı da işte bu belgeden geliyor. İlk olarak Tuncay Güney’de ele geçirilen belgenin aslı Veli Küçük ’ten çıkıyor.
Dokunulmaz Denilen Birçok İsim Hâkim Karşısına Çıktı
Dava sürecinin kronolojisi incelendiğinde ülke tarihinde benzerinin olmadığı şekliyle dokunulmaz denilen birçok isim hâkim karşısına çıkmıştır. Bu noktada önemli olaylardan biri de evinde Ergenekon örgütüne dair orijinal belgeler bulunan Veli Küçük ’ün tutuklanmasıdır. Soruşturma adı kamuoyunda “Ergenekon” olarak bilindikten sonra operasyonlar, gözaltı dalgaları da hızla devam eder.
28 Şubat Post-Modern darbesinde rektörü olduğu İstanbul Üniversitesi’nde başörtüsünü yasaklayan isim olan Kemal Alemdaroğlu, Cumhuriyet Gazetesi imtiyaz sahibi İlhan Selçuk ve İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek gibi isimler de bu süreçte tutuklananlar arasındadır. Artık iş dönemin kudretli (!) paşalarına kadar uzanmıştır, Emekli orgeneraller eski Jandarma Kuvvet Komutanı Şener Eruygur ve Eski 1. Ordu Komutanı Hurşit Tolon bunlardan bazılarıdır. Erdal, tutuklanan bu isimlerin kendilerinden emin ve hiçbir şey olmamış gibi davranışlarının yargılama süreçlerinde kendisini gösterdiğini ifade ediyor.
‘Paralel Devlet’ ‘in Darbe Planları
Erdal, ikinci Ergenekon iddianamesinin Türkiye’deki darbe geleneği ve darbecilerin zihniyetini, çalışma tarzlarını kapsamlı olarak ortaya koymasıyla dikkat çektiğini ifade ediyor. Ana konusu 2003-2004 yıllarına ait Ayışığı, Sarıkız, Yakamoz ve Eldiven gibi “darbe planları” olan iddianameye göre bu planların başında olan isim eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’dur. Planların yapıldığı illegal yapı ise Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde kurulmuş olan ‘Cumhuriyetçi Çalışma Grubu’ ‘dur. 28 Şubat darbesinin mimarlarının kurduğu ‘Batı Çalışma Grubu’ ‘nun bir benzeri olan ve bu kez Jandarma Komutanlığı içinde kurulan CÇG, darbe planlarının operasyonel üssü konumunda olmuştur.
Darbe planları incelendiğinde ‘Sarıkız’ kod adlı planın, ülkede darbe zemini oluşturmak için yapılması gerekenleri anlattığını belirten Erdal, ‘Ayışığı’ ve Yakamoz kod isimli darbe planlarının ise darbenin bizzat nasıl ve ne şekilde yapılması gerektiğini, ‘Eldiven’ isimli planın ise gerçekleştirilecek darbe sonrası yapılacak faaliyetleri kapsadığını belirtmektedir.
Kitapta, Ergenekon’dan ayrı bir dava olsa da paralel bir şekilde işleyen Balyoz dava sürecine de değinilmektedir. “Balyoz Darbe Planı”, 20 Ocak 2010’da Taraf Gazetesinin “Fatih Camii Bombalanacaktı” manşeti ile ortaya çıktı. Başında Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın bulunduğu anlaşılan darbe planı askeri müdahaleye zemin hazırlama ve ‘Milli Mutabakat Hükümeti’ gibi her aşaması hesaplanan bir plan olarak öne çıkmaktadır.
Yazarın dava süreçlerine bakışta kullandığı yaklaşım tarzı ile ilgili birkaç hususu belirtmekte yarar var. Gerek duyulma şekli gerekse de soruşturma belgelerinin elde edildiği yer itibariyle kamuoyunda şaşkınlığa sebep olan Balyoz dava süreci yazar tarafından oldukça doğal karşılanmaktadır.
Erdal’ın tüm süreç itibariyle iddianamelere herhangi bir eleştiri getiremeyen tutumu burada da açığa çıkmaktadır. Taraf gazetesinde çıkan haberler üzerine savcılık soruşturma başlatıyor ve çantası derin devletin arşivi gibi derin olan Gazeteci Mehmet Baransu, 2.229 sayfa belge ve CD’lerden oluşan bir valiz belgeyi savcılığa ulaştırıyor. Bir gazetecinin eline nasıl ulaştığı tartışma konusu olan bu devasa belge ve bilgilerin aktarımı şimdilerde içinde bulunduğumuz süreç ile beraber daha iyi anlaşılıyor.
Dava Bitti Ama Ergenekon Bitmedi
Tartışmalar, savunmalar, sorgular ile geçen yargılama sürecinde sıra artık esas hakkındaki mütalaanın hazırlanmasına gelir. 2.271 sayfalık esas hakkındaki mütalaada rekor talep vardır. 64 sanık hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenir. 201 sanık hakkında ise, terör örgütü üyeliği, devlete ait gizli belgeleri temin etme, kişisel verileri hukuka aykırı şekilde elde etme gibi çok sayıda suçtan cezalandırma talep edilir.
Tüm soruşturma ve dava boyunca “ Ergenekon bir hayal ürünü, sahte delillerle yargılama yapıldı, muhalefet yargılandı…” şeklinde sayısız iddia ortaya atıldığını ifade eden yazar, sanıkların özellikle asker olanların kendilerinin TSK’dan tasfiyesi amacıyla uydurulmuş delillerle yargılandıkları söyleminin doğru olmadığını belirtiyor. Muvazzaflar böyle iddia ederken emekli askerler de kendileri üzerinden TSK’nın yargılandığını, “vatansever subayların” hedef alındığını söylediler. Ama iddianamelere bakıldığında Ergenekon’un varlığına dair ciddi emareler, somut bilgiler görülebiliyor.
KCK-MİT Soruşturması
‘Ergenekon yargılamasını anlatırken özel yetkili mahkemeleri atlamak olmaz’ diyen yazar Erdal, Ergenekon davasının hemen her aşamasında icraatlarıyla gündeme gelen ÖYM’ler ile orada görevli hâkim ve savcıların bir devri kapatıp yeni bir devir açtığını belirtiyor. Kitabın son bölümü özellikle ÖYM’lerin ve bu mahkemelerde görevli hâkim ve savcıların üzerinde duruyor.
Erdal, yankısı bugüne dek süren ÖYM’lerle görevli savcı ve hâkimler ve MİT arasında yaşanan gerginlikte Gülen Cemaatinin hâkim ve savcılarından yana duruyor. Kamuoyunda özellikle “7 Şubat Darbesi” olarak tanımlanan MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması olayı, ÖYM’lerin iktidarı köşeye sıkıştırma hamlesi olarak görülüyor. Bilindiği üzere bu yaşananlar üzerine Hükümet harekete geçerek MİT Kanunu’nda değişikliğe gitmiş ve soruşturma ve kovuşturmaya uğrayan MİT mensupları için Başbakanlık izni şartı getirilmiştir. Bu süreç en son raddede ÖYM’lerin kapatılması ile sonuçlanacaktır. Yazar Erdal, bu değişiklik ile ÖYM’lerin akamete uğradığını ve bu hamlelerin ÖYM’ leri pasifize etme çabası olduğunu ifade etmektedir.
Burada yazarın içine düştüğü handikaplardan bir diğeri de devlet içinde konuşlanan Kemalist yapıyı temsil eden Ergenekon Örgütüne karşı ÖYM savcılarının yaptığı tutuklamaları salt bu savcıların cesaretlerine hamletmek oluyor. Zira bu yargılamaların bu kadar rahat yapılabilmesinde, değişen konjonktürün ve Hükümetin arkasına aldığı geniş halk desteğinin etkisinin olduğunu ifade etmek hakkaniyet gereğidir. Bu durum sanırım içinde bulunduğumuz Hükümet- Cemaat geriliminde safını gösterme eğilimi olarak göze çarpmaktadır.
Sonuç
Ergenekon davası bitti fakat bu, devlet içine çöreklenmiş derin örgütsel yapıların bittiği anlamına gelmiyor. İttihat ve Terakki’den beri yaşadığımız topraklarda darbecilik geleneğe dönüşmüştür ve kadroların tasfiyesi de kısa dönemli ve yüzeysel sorgulamalar ile sonuçlanabilecek gibi görünmüyor. Bunun için esaslı bir sorgulamaya gidilmesi şart. Son dönemde gündemde olan yeniden yargılamaların önünün açılmasının ise ülke tarihi açısından derin bir yara olacağı kesindir.
HABERE YORUM KAT