Kadriye Kaymaz’la Gölgedeki Kalem Emine Semiye Üzerine
Kadriye Kaymaz, ablası Fatma Aliye’nin gölgesinde kaldığına ve yeni Türk edebiyatı tarihindeki kayıp yerini alması gerektiğine inandığı Emine Semiye’nin kişisel macerasının peşine düşüyor ve bir kadın yazar olarak portresini ana hatlarıyla çiziyor.
İlk Türk kadın yazarlarından ve Osmanlı kadın hareketinin öncü isimlerinden, tarihçi ve devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa'nın kızı Emine Semiye Hanım; başta kadın ve çocuk meseleleri olmak üzere çeşitli konulardaki yazıları, siyasî ve sosyal faaliyetleri, seyahatleri ve dönem hakkında ipucu veren mektuplarıyla, II. Meşrutiyet'in hemen öncesi ve sonrası kadın matbuatında adını duyurmuştur.
Kadriye Kaymaz, ablası Fatma Aliye'nin gölgesinde kaldığına ve yeni Türk edebiyatı tarihindeki kayıp yerini alması gerektiğine inandığı Emine Semiye'nin kişisel macerasının peşine düşüyor ve bir kadın yazar olarak portresini ana hatlarıyla çiziyor. Emine Semiye'nin hayatı, yazarlığı, gazeteciliği ve siyasî kişiliğinin incelendiği bölümün ardından, yazarın yedi romanı ayrıntılı bir biçimde inceleniyor. Yazarın eserleri, gazete ve kitaplardaki yazıları ve eski harfli yayınlarda kendisi hakkında yazılanlardan oluşan Emine Semiye bibliyografyası ise kitabın üçüncü bölümünü oluşturuyor. Emine Semiye'nin makalelerinden bir kısmı da diliçi çevirisi yapılmış haliyle okurun dikkatine sunuluyor. Kadriye Kaymaz'la kitabını konuştuk.
Önce kitabınızın adından başlayalım. Gölgedeki Kalem Emine Semiye. Neden?
Tanzimat'ı takip eden dönem içerisinde ismi unutulan yazar kadınlardan birini çalışma düşüncem, yüksek lisans tezimin de konusunu belirledi. Böylece 2005–2008 yılları arasında üzerinde çalıştığım "İlk Türk Kadın Yazarlarından Emine Semiye Hanım, Hayatı ve Eserleri" başlıklı tezim ortaya çıktı. Sonrasında Emine Semiye makalelerinden bir seçkiyi de çalışmama dâhil ettim ve tezim Gölgedeki Kalem Emine Semiye ismiyle kitaplaşmış oldu.
Tezime başladığım sırada bu konuda bilinenler veya yapılanlar azdı. Celile Ökten'in Boğaziçi Üniversitesi'nde tamamlamış olduğu bitirme tezi ve dolaylı olarak kendisinden bahsedilen birkaç makale vardı sadece. Emine Semiye çalıştığımı söylediğim birçok kişi (bunlar arasında akademisyenler de vardı) soru dolu gözlerle bakınca, arkasından "Fatma Aliye'nin kız kardeşi, Ahmed Cevdet Paşa'nın kızı" şeklinde bir açıklama eklemek durumunda kalıyordum. Demek ki Emine Semiye'nin kimliği, ancak başkaları üzerinden kendisini gerçekleştirebiliyordu. Aslında ta o zamanlardan kitap, kendi ismini bulmuş oldu.
Emine Semiye'nin ismine, bugüne kadar kadın hareketini ele alan eserlerde rastlanıyordu. Hâlbuki Millî Kütüphane'deki defterlerle beraber, bir tanesi matematik kitabı olmak üzere toplam 11 eser yazmış, yaşadığı dönemde edebiyatçı kimliğiyle tanınan bir Emine Semiye var. Türk edebiyatı tarihi kitaplarında birbirinin tekrarı olan birkaç cümleye sıkıştırılan, düşünce dünyası karanlıkta kalan; birçok edebiyatçının adını bile duymadığı bir yazar Emine Semiye… Dolayısıyla onun genel olarak edebiyat tarihindeki kayıp yerini, özelde ise ablası Fatma Aliye'nin gölgesinde kalmışlığını vurgulamak için böyle bir isim seçtim. Kitabımdan hemen önce kadın araştırmalarındaki önemli makaleleriyle tanıdığımız değerli hocamız Şefika Kurnaz'ın da Emine Semiye kitabı Timaş'tan çıktı. Dolayısıyla bir Emine Semiye gündeminden söz edebiliyoruz artık.
İnce eleyip sık dokuduğunuz biyografi kitabında Emine Semiye tekil bir kişilik olarak belirdiği gibi, koca bir yüzyılın gelişmelerine tanık olmuş bir sanatçı portresi olarak da biçimlenmektedir. Emine Semiye'nin kimliğinin oluşumunda yaşadığı karmaşık ve kaotik dönemden etkilenişi noktasında ilk olarak neler söylenebilir?
Osmanlı Devleti'nin son yüzyılı askerî, siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel açılardan hızla değişip dönüşen bir zaman dilimi olarak son derece kesif yaşandı. 1866–1944 yılları arasında yaşayan Emine Semiye'nin; savaşlar, iktidar kavgaları, ekonomik zorluklar gibi dış etkiler ve özel hayatındaki mutsuzluğu gibi iç etkiler göz önüne alındığında çağının romantik ve kısmen karamsar ruhundan etkilendiği söylenebilir. Onun Tanzimat'ın ilk nesil yazarlarına hâkim olan "ikilik-dualite" duygusundan çağdaşları kadar etkilendiğini söyleyemeyiz. Fakat Emine Semiye, yazının/edebiyatın kitle psikolojisi/ruhu üzerindeki etkisini kavramış ve buradan hareketle eser vermiş bir yazardır. Yazdıkları ve yapıp ettikleriyle, yaşadığı devirde aksadığını gördüğü bir şeyleri değiştirebileceği ümidi ve şevkini hiç kaybetmemiştir. Öte yandan devrin kadın hakları/feminizm gibi dünyada yükselen değerlerden de etkilenmiş ve hayatını bu fikre hizmete adamıştır.
Emine Semiye'nin hayatına şu veya bu şekilde giren kişiler (akrabaları, dostları, düşmanları, sevgilileri, sevdiği ve etkilendiği şairler, yazarlar) kimlerdir?
Emine Semiye her şeyden önce Tanzimat döneminin önemli ailelerinden birinin mensubudur. Babası Mecelle'nin mimarı önemli hukukçu ve devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa, ağabeyi mantık kitapları yazan Ali Sedad Bey, ablası ilk Türk kadın romancı kabul edilen Fatma Aliye… Okuyup yazan, saraya yakın böyle bir ailenin bireyi olarak Emine Semiye'nin şahsiyetinin teşekkülünde, şüphesiz ailesinden gelen tesirler fazladır. İki evlilik yapan yazarın hakkında bilgimiz bulunmayan ilk eşi Kazasker Mustafa Paşa'dır. II. Meşrutiyet'ten hemen sonra fırtınalı bir ayrılıkla sonuçlanan ikinci evliliği; Selanik mutasarrıflığı, Edirne ve Rodos valilikleri gibi görevler yürütmüş Reşid Paşa iledir. Reşid Paşa'nın ismine, eşinden boşandıktan çok sonraları Sivas Kongresi sırasında, Sivas valisi olarak rastlanır.
Emine Semiye döneminin özellikle yazar kadınlarıyla diyaloglarını sıcak tutmuş bir yazar. Tanzimat devrinin önemli kalemlerinden şair Nigâr Hanım'la derin bir dostluğu vardır. Emine Semiye kız okulları müfettişi olarak Selanik'te görev yaparken gittiği yerlere dair izlenimlerini, mektuplarla Nigâr Hanım'a aktarır. Bu yazıların tesiriyle sonraki yıllarda Nigar Hanım Selanik ve çevresini görmeye gidecektir. Kitap halinde basılmış tek romanı Sefalet'i ithaf edecek kadar Emine Semiye'nin gözünde değerlidir Nigâr Hanım.
Emine Semiye genç yaşta talihsiz bir hastalık sonucu hayatını kaybeden şair-yazar Makbule Leman'la da samimidir. Makbule Leman'ın hayatına dair trajik detaylar yine Emine Semiye'nin kaleminden dönem matbuatında yerini bulur. Fatma Fahrünnisa, Remziye binti Ahmed, Şükûfe Nihal gibi dönemin genç yazarları da kendilerine örnek olarak hep Emine Semiye ve Fatma Aliye'yi alırlar.
Emine Semiye'nin II. Meşrutiyet'in mimarlarından Ahmed Rıza'nın kız kardeşi Selma Rıza ile ortak mesaileri bulunur. Emine Semiye, "Feylesof" lakabıyla bilinen Rıza Tevfik'le, yeni İttihat ve Terakki iktidarında kadın hakları konusunu tartışıp, meseleyi Talat Paşa'ya götürecek kadar cemiyetle sıkı bağlantılar içindedir.
Özellikle siyasi duruşuyla bu kadar göz önündeki birinin muhakkak düşmanları vardı; fakat buna dair sağlam delillerden mahrumuz. Ailesi, dostları, ilişkileri, siyasi bağlantılarından oluşan bütün bu renkli tablo içerisinde, yaşadığı devrin diğer önemli yazarlarının Emine Semiye hakkındaki sükûtu gerçekten dikkat çekicidir. Örneğin Ahmed Midhat Efendi'nin aslında kendi ekolünün takipçisi olan Emine Semiye'ye kayıtsızlığı... Fatma Aliye ile birlikte romanlar yazan, ilmî ve edebî konular üzerine mektuplarla fikir alışverişinde bulunan, Nigar Hanım, Gülnar Hanım ve Makbule Leman gibi yazar kadınları her fırsatta yazdıklarıyla destekleyen Ahmed Midhat Efendi, Emine Semiye hakkında yazmaz. Sadece Fatma Aliye'ye yazdığı mektuplardan birinde, (isim vermeden) Emine Semiye'nin Selanik'te çıkardığı Mütalaa gazetesine yazı göndermemesi konusunda uyarıda bulunur.
Emine Semiye'nin etkilendiği yazarlara gelirsek, yine roman ve makalelerinde atıfta bulunduğu kişilerden hareketle Voltaire, Racine, Aleksandre Dumas, Emile Zola gibi isimleri bu babda sayabiliriz.
Türk romanının doğuşunda metaforik olarak Babalar ve Oğullar meselesi çokça irdelendi. Ahmed Cevdet Paşa üzerinden bürokrat bir babanın kızları ile ilişkisi noktasında neler söylersiniz? Baba ve kızları nasıl bir ortamda yaşadıklar/yetiştiler?
Çok önemli bir noktaya değindiniz. Babalar ve Oğullar tezinin yanına Babalar ve Kızları tezi rahatlıkla oturtulabilir. Özellikle Cevdet Paşa ailesi için bu türden bir okuma yapılması son derece gerekli.
Ahmed Cevdet Paşa'nın ilk göz ağrısı Ali Sedad'a son derece bağlı olduğu, aile mektuplarından anlaşılıyor. Oğlunun eğitimi için hiçbir zahmetten kaçınmayan Cevdet Paşa, konakta bir kimya laboratuarı bile kurdurmuştur. Ailede pozitif bilimlere yönelişin temelinde bu laboratuarın tesiri büyük olsa gerek. Aslında Fatma Aliye ile Emine Semiye, ağabeyleri için tesis edilen imkânlardan faydalanmışlar, babaları ilk başlarda onların eğitimi için özel bir çaba göstermemiş. Zamanla özellikle Fatma Aliye'deki ilerlemeyi gözlemleyen babası, kızıyla bizzat ilgilenmeye, onunla dersler yapmaya başlar. Fatma Aliye'nin çocukken vaktini haremden çok selamlıkta geçirdiği kaydedilir. Daha sonraları "manevi babam" dediği Ahmed Midhat Efendi ile yazışmaları başlayacaktır.
Yalnız burada dikkati çeken bir husus var. Fatma Aliye ve Ali Sedad ile babalarının ilişkisinin nasıl olduğu, özellikle Fatma Aliye hakkında yazılmış makalelerde inceleniyor. Ancak bu yazılarda Emine Semiye ile Cevdet Paşa münasebetine hiç değinilmiyor! Sanki böyle bir evlat yok gibi... Cevdet Paşa'nın tabir caizse "demokrat" bir baba olduğunu düşünürsek, bunda bir kasıt olduğuna inanmıyorum. Örneğin Paşa'nın eşi Adviye Rabia Hanım okuma yazmayı sonradan öğreniyor. Cevdet Paşa eşine yazdığı mektuplarda sürekli onun bu çabasını gayretlendirici ifadeler kullanıyor. Ayrıca Cevdet Paşa Fatma Aliye'yi desteklerken, Ali Sedad'ın kız kardeşinin yazarlığı konusuna hiç hoş bakmadığı da biliniyor. Bu aile ilişkilerini net olarak gözler önüne serecek malzemeye sahip değiliz. Fakat neticede Emine Semiye ve Fatma Aliye'nin hayatlarında, babalarının annelerinden baskın bir önemi haiz olduğunu biliyoruz.
Emine Semiye romanlarında "babalar ve kızları" tezi bağlamında dikkatimi çeken bir noktayı belirtmek isterim. Kitabımda da belirttiğim gibi bu romanlarda, yokluğu düşünülemeyen, ölümü halinde aileyi paramparça eden kuvvetli bir "baba" figürünün tekrarlanması dikkat çekiyor. Romanların merkezindeki karakterler genellikle kadındır. Bu kadınların babalarıyla ilişkileri, hikâyelerde rol model olarak "baba"nın seçilmesi; ailede babanın hâkim pozisyonuna işaret edebileceği gibi, biyografik okumalara da kapı aralayabilecek bir durum.
Osmanlı kadın hareketi denince akla ilk gelen isim hiç kuşkusuz meşhur Cevdet Paşa'nın kızı Fatma Aliye Hanım'dır. Serbest yazıları, hikâyeleri ve romanları bu sahadaki bakış açısını ayrıntısıyla ortaya koyar. Ablası Fatma Aliye Hanım'la ilişkileri nasıldır Emine Semiye'nin?
Fatma Aliye, Emine Semiye ve Ali Sedad'ın, babaları Cevdet Paşa'nın resmî görevleri sebebiyle düzenli bir eğitim alamadıklarını, bununla birlikte konağa gelen devrin en iyi hocalarından ders aldıklarını biliyoruz. Dolayısıyla aynı kaynaktan beslenerek yetişen üç kardeşin, birbirine benzer düşünceler taşıması son derece normaldir. Fatma Aliye'nin küçük yaştan itibaren kendisini ispat etmesi, Cevdet Paşa'nın ve diğer önemli zevatın takdirini kazanmasının, küçük kardeş Emine Semiye'de ablasını örnek alma duygusu uyandırdığı açıktır. Nitekim Emine Semiye, yazarlık hayatı boyunca Fatma Aliye'nin izinden gidecektir.
Emine Semiye'nin kadın meselesi üzerine yazdıklarının çokluğuyla "feminist yazar" diye tanımlansa da, onun feminizm anlayışının birçok çağdaşında olduğu gibi Batılı anlamda "feminizm"den ayrıldığı görülür. Başta Fatma Aliye olmak üzere devrin kadın yazarları, dinî kaynaklardan deliller getirerek "Asr-ı Saadet miti"ni merkeze alan bir düşünce sisteminin savunucusu olmuşlardır. Bu anlayışa göre Müslüman kadınlar, Hz. Muhammed zamanında kazanılmış haklarını ve itibarlarını zaman içerisinde kaybetmiştir. Emine Semiye'nin tıpkı ablası gibi, asr-ı saadeti örnekseyen yazıları bulunmakla beraber, Avrupa veya İskandinav ülkelerindeki kadın hareketleri üzerine de kafa yormuştur.
Emine Semiye edebî anlamda da Fatma Aliye'nin takipçisidir. Örneğin Fatma Aliye'nin ilk kez "mektuplaşma" tekniğini kullanarak yazdığı ve kadın kahramanların birbirlerine yolladıkları on bir mektuptan oluşan Levâyih-i Hayat isimli romanıyla, Emine Semiye'nin tamamında olmasa bile bir bölümünde "mektup" tekniğini kullandığı romanı Bîkes aynı yıl (1897) içinde yayımlanmıştır.
İki yazar kardeş arasındaki bütün bu etkileşime bakarak iyi anlaştıklarını söylemek mümkün değildir. Atatürk Kitaplığı'ndaki Fatma Aliye Evrakı arasında, Emine Semiye'den Fatma Aliye'ye gönderilmiş 5 adet mektup bulunuyor. Fatma Aliye'nin bu mektuplara cevap verip vermediği konusu ise ancak Emine Semiye evrakı ortaya çıkarsa cevaplanmış olacak. Yine de tek taraflı bu mektuplara dayanılarak bile Emine Semiye ile Fatma Aliye'nin pek sıkı fıkı olmadıkları sonucu çıkarılabilir. Örneğin Emine Semiye eniştesi Faik Paşa'nın vefatını uzun süre sonra başkalarından duymuş ve ablasını yazdığı mektupta teselli etmiştir. Öte yandan Emine Semiye mütemadiyen Fatma Aliye'nin kendisine yazmadığından veya geç yazdığından ötürü sitemde bulunur.
Fatma Aliye çağdaşı yazar kadınlara sitayiş dolu yazılar yazarken, Emine Semiye'yi taltif eden bir tek yazı yazmaz. Üstelik çok uzun süre Hanımlara Mahsus Gazete çatısı altında, aynı anda makaleler kaleme almışlardır. Sonuç olarak ikisi arasında belki rekabet duygusu, belki Emine Semiye ile Fatma Aliye'nin farklı siyasî duruşları, belki bilmediğimiz özel sebeplerden kaynaklanan bir uzaklık bulunduğu, inkâr edilemez bir gerçektir.
Meşrutiyet'le birlikte Cevdet Paşa'ya yapılan siyasi hücumlara karşı Fatma Aliye Hanım'ın Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı adlı eserini kaleme aldığını belirtiyorsunuz. Meşrutiyet yıllarında Ahmed Cevdet Paşa'ya yöneltilen hücumların nedenleri desek…
Bilvesile bu önemli kitabı da hatırlamış olalım. "Siyasî hücumlara karşı" ifadesi bana değil, makalesinden alıntılar yaptığım Mübeccel Kızıltan'a ait. Ben de bu ifadeye katılıyorum. Zira Cevdet Paşa'nın hayatı boyunca hak ederek kazandığı yüksek mevkiler, muhtemelen kendisini çekemeyen çevrelerde dedikodular ve kıskançlıklara yol açmıştır. Nitekim Tanpınar, Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi'nde "Yeniliğin Üç Büyük Muharriri" arasında andığı Ahmed Cevdet Paşa bahsinde bu ikbal meselesine değinir. Paşa'nın II. Abdülhamid'e, saraya yakınlığı da, arayanların eline mebzul miktarda malzeme vermiş olsa gerektir.
Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı'nın önsözünde Fatma Aliye, babasının hem öğrencisi hem de sırlarının mahremi olduğunu bilen bir hayli kişinin; Ahmed Cevdet Paşa'nın genişçe bir biyografisiyle yaşadığı devrin hadiselerinden oluşan bir kitabı yazma vazifesini kendisine verdiklerini söyler. Bu konudaki ısrarların fazlalığı ve babasının sağlığındaki vasiyeti gereğince Fatma Aliye bu kitabı yazmaya karar verir. İlk bakışta bir tarih kitabı gibi görünen bu kitap, özünde Ahmed Cevdet Paşa'nın sayısız devlet vazifeleri, hayatı boyunca yapıp ettiklerini objektif ve kronolojik olarak gösteren bir belgedir. Dolaylı olarak, kendisine yönelebilecek eleştirilere de peşin bir cevap hükmündedir.
Taha Toros, onun gizli politika işlerine karışan ilk Türk kadını olduğunu söyler Buradan hareketle şunu sormak istiyorum: İttihat Terakki Fırkası ile ilişkileri hangi boyuttadır yazarın?
Son derece doğru bir tespit. İttihat ve Terakki Cemiyeti nizamnamesine göre, cemiyetteki bütün kadınlar, erkeklerle aynı haklara sahip, aynı görevlerle yükümlüdürler. Ancak cemiyet üzerine çalışan araştırmacıların kitaplarında, cemiyetin resmiyette kadın üyesi bulunduğuna dair bir kayda rastlanmıyor. Bununla birlikte Emine Semiye'nin İttihatçılığına dair deliller, hiç de az değil.
Nevsal-i Millî yıllığının 1330 (1914) nüshasında bir yazıyla, Emine Semiye'ye de yer verilir. Bu yazıda İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin "teşkilât-ı hafiyesinde" görev yapan Emine Semiye'nin, II. Meşrutiyet'in ilânı ve 31 Mart hadiseleri esnasında gazetelere "isyan askeri aleyhine makaleler yazma cesaretini göstererek" dikkatleri üzerine çektiğinden bahsedilmektedir ki son derece önemli!
Emine Semiye'nin cemiyet içindeki faaliyetlerini kesin olarak kanıtlayan eldeki bilgi veya belgelerden Ömer Sami Coşar kaynaklı olan, epeyce ayrıntılıdır. Buna göre II. Meşrutiyet ilan edildiği sırada İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Rumeli'deki Kadınlar Şubesi'nin, özellikle gazete ve mektupların gizlice dağıtılmasıyla görevlendirilmiş 40 kadın üyesi bulunmaktadır. Cemiyetin Kadınlar Kolu Başkan Yardımcısı Emine Semiye, o günlerde komite lehinde geniş propaganda yapmış ve 24 Temmuz 1908 Cuma akşamı Hürriyet Meydanı'na elinde bir bayrakla koşarak gelip "Yaşasın vatan, yaşasın millet, yaşasın hürriyet!" diye ilk bağıran kişi olmuştur.
İttihat ve Terakki Kadınlar Şubesi tarafından 1 Ağustos 1908'de Selanik'te Beyazkule Bahçesi'nde yazlık bir tiyatroda gerçekleştirilen, Müslüman ve gayrimüslim kadınların katıldığı bir konferansta Emine Semiye söz almış, tesettür meselesinden kadınların sosyal haklarına varıncaya kadar çeşitli konularda, üzerlerindeki baskıları kaldırmak adına mücadele edeceklerinden söz etmiştir.
Emine Semiye, II. Meşrutiyet'in ilanının hemen arkasından Fatma Aliye'ye yazdığı bir mektupta hürriyeti coşkulu bir dille övmektedir.
1912'de Şişli Etfal Hastanesi'nde İttihatçı arkadaşı Seniye Hanım'la beraber gönüllü hastabakıcılık yapan Emine Semiye, hastalara gizlice İttihatçıların yayın organı olan Tanin gazetesi getirdikleri için sorgulanmışlardır. Bu olayların ardından iktidardaki Kâmil Paşa kabinesinden bazı kişilerin Emine Semiye'yi takip ettirdikleri ortaya çıkınca, yazarın görevinden istifa ederek Paris'e gittiği söylentileri yayılmıştır.
Bütün bunlara dayanarak Emine Semiye'nin yaşadığı dönemde politikayla içli dışlı olan ilk Türk kadınlarından olduğu ispatlanır. Ancak kendisiyle eş zamanlı olarak Selma Rıza ve Seniye Hanımlar gibi isimlerin de varlığı unutulmamalıdır.
Peki Emine Semiye'nin Cumhuriyet yıllarında suskunluğa bürünmesini nasıl açıklarsınız?
Cumhuriyetle birlikte 60'lı yaşlarına merdiven dayamış Emine Semiye. Her şeyden önce mücadelelerle geçen yılların getirdiği bir yorgunluk olabilir. Reşid Paşa ile II. Meşrutiyet'in ilanından kısa bir süre sonra gerçekleşen boşanması madden ve manen kendisini çok yıpratmıştır. Çocuklarının sorumluluğunu tek başına yüklenmiştir. 1928'de ablası Fatma Aliye'ye yazdığı bir mektupta, Adana'da öğretmenlik yaptığından ve hasta oğluna baktığından söz ediyor. İdealistlikten öte, o yaştaki birinin hala mihnet içinde eğitimcilik yapması maddi sıkıntılardan başka neyle izah edilebilir?
Emine Semiye'nin Cumhuriyet'in ilanı sonrası hayatına, ömrünün son yıllarına dair eldeki bilgiler yok denecek kadar az. II. Meşrutiyet'in ilanına kadar uzanan süreçte etkin olan birçok kadın yazar gibi, Emine Semiye'nin hürriyetin ilanını müteakip savaş yıllarında geri plana çekildiği görülüyor. Özellikle Cumhuriyet'in ilanından sonraki dönemde tek bir yazısına veya eserinin neşrine rastlanmaması akla bazı sorular getiriyor. Emine Semiye, ablası Fatma Aliye gibi gönüllü bir sessizliği mi tercih etti? ttihatçı geçmişe sahip diğer kişileri gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla beraber gözden mi düştü? Yani bilinçli bir tavırla mı sessizliğe itildiği noktası bizim için hala karanlık.
Emine Semiye her ne kadar kadın hareketi, meşrutiyet idaresi ve özgürlükler gibi konularda "liberal" bir çizgide bulunsa da; bu onun ailesinden, aldığı eğitimden, içinde bulunduğu çevreden gelen "Osmanlı" tesirlerini yok etmemektedir. Nitekim Naciye Neyyal'in anılarında kendisinin alaturka bir hanım olduğundan söz ediliyor. Belki de genç Türkiye'nin söylemlerini hayata geçirebilmek için Halide Edib'in öncüsü olduğu yeni bir yazar neslinin boy göstererek öne çıkması, buna bağlı olarak Fatma Aliye ve Emine Semiye'nin temsil ettiği eski kuşağın devrini tamamlaması gerekti. Bu durumun tam olarak açıklığa kavuşabilmesi için, Emine Semiye'nin ömrünün son yirmi-otuz yılının iyice aydınlatılması şart.
Suat Derviş feminist akımın öncülerinden Ulviye Mevlan'ın tezine karşı çıkar! Feminizmi siyasi bir tavır olarak görmekten kaçınarak "Ben öyle bir cemiyet istiyorum ki, kadını kadın, erkeği erkek kalsın ve her biri kendi yolunda medeniyete hizmet etsin" diye beyan eder daha çok genç yaştayken. Emine Semiye'nin Osmanlı kadın hareketi içindeki yeri nedir? Siyasi bir feminizmden yana mıdır Emine Semiye?
Suat Derviş'in tezi, aslında Osmanlı kadın hareketinin ilk döneminde savunulan feminizm anlayışını özetliyor. Emine Semiye'nin feminizmi bundan pek farklı değil. Dediğim gibi, Fatma Aliye ve Emine Semiye'nin sözcüsü olduğu ilk nesil, Batı feminizmini oturtmuyorlar düşüncelerinin odağına. Özellikle Emine Semiye için, bu fikirlerin tam olarak İslamiyete dayandığını da söyleyemeyiz. Belki Osmanlı tipi yeni bir feminizm algısından söz edilebilir o dönem için. Emine Semiye, kadının aile içi annelik eşlik rollerinin yanı sıra, toplumsal statüler kazanması gerektiğini savunur. Kız çocuklarını geleceğin anneleri olarak gördüğü için, onların dikiş-nakış, ev idaresi ve ekonomisi, çocuk bakımı, temel ilkyardım gibi pratikte işlerine yarayacak malumatla beraber coğrafya, matematik ve edebiyattan anlar şekilde yetiştirilmeleri gerektiğini beyan eder. Ona göre toplumu yetiştiren annedir; anne ıslah olursa toplum da ıslah olacaktır. Kadınların kamuda çalışmasını da savunur. Fakat asıl düşüncesi bunu yapmaya gücü yetmeyenlerin evde boş durmayıp kuvvetlerine göre ev ekonomisine katkıda bulunmalarıdır. Evde oturup süslenen, davetten davete koşan ve hiçbir şey üretmeyen kadın tipini eleştirir; köy kadınını tembel şehir kadınına göre daha üstün bir yere koyar. Emine Semiye bunların yanında şehir hayatında kadınların aleyhine gördüğü aksaklıklar için çözüm önerileri de getirir: Kadınlara vapurlarda ferah yerler ayrılması, şehirde kadınların rahatlıkla gidip yemek yiyebilecekleri lokantaların tesis edilmesi gibi.
Emine Semiye ve çağdaşları, kadının eğitim, evlilik, maişetini temin gibi en temel hakları üzerinde kafa yormuşlar; Ulviye Mevlan, Nezihe Muhiddin gibi sonraki nesilden isimler de kadının siyasi hakları için çabalamışlardır.
Emine Semiye'nin kurduğu Şefkat-i Nisvan (kadınları himaye) Derneği'nin kuruluşu ve amaçları denildiğinde neler söylersiniz?
Osmanlı kadınları özellikle savaş sonrası dönemde zor durumda kalan şehit ve gazi ailelerine yardımda bulunmak olmak üzere, çeşitli sosyal amaçlar güden dernekler kurmuşlardır. Doç. Dr. Serpil Çakır'ın Osmanlı Kadın Hareketi kitabında Şefkat-i Nisvan, 30 Nisan 1898 tarihinde Selanik'te Emine Semiye tarafından kurulduğu belirtilen bir dernek olarak geçer. Emine Semiye o günlerde gazetede yayımladığı "Şefkat-i Nisvan" başlıklı yazısında, evlatlarını din ve devlet uğrunda şehit veren Anadolu kadınlarının üzüntülerinin yanı sıra maddî sıkıntılarla da boğuştuklarından söz eder. Yazıda ayrıca dul ve yetimlerin geçimlerinin temini amacıyla, padişahın himayesinde "Pazar-ı Şefkat"in kurulduğu haber verilir. Zor durumdaki bu insanlar için kadınların hep birlikte yardım ellerini uzatmaları rica edilmektedir.
Şefika Kurnaz'ın "Osmanlı Kadın Dernekleri" başlıklı kapsamlı makalesinde, "Selanik'te yardımsever hanımlar tarafından kurulan cemiyet, hanımların verecekleri hediye ve eşyaları Şefkat Pazarı'nda satıp gelir sağlamayı düşünmekteydi" cümleleriyle bahsettiği ve 1908'de kurulan "Osmanlı Kadınları Şefkat Cemiyet-i Hayriyesi"nin Emine Semiye'nin bahsettiği dernek olması ihtimali kuvvetlidir.
Peki Osmanlı dönemi kadınlarını irdelerken karşılaşılan zorluklar denildiğinde neler söylersiniz?
Bu noktada en büyük zorluk, Osmanlı döneminde söz konusu kadınlara ait hatırat, günlük ve fotoğraf gibi kişisel materyallerin yetersizliği, yokluğu veya aile arşivlerinde kalarak kaybolmuş olmasıdır. Bu noktada mahremiyet meselesi de devreye giriyor. İğneyle kuyu kazar veya bir yapbozun parçalarını bulup yerine koyar gibi araştırmada işe yarayabilecek bütün bilgi kırıntılarını toplayıp sonra bunları doğru şekilde bir araya getirmek gerekiyor. Büyük bir sorumluluk...
Emine Semiye gibi çok yazmış yazarlar için bu zorluk bir nebze aşılıyor. Çünkü elimizde makaleleri, tefrikaları, hakkında yaşadığı dönemde yazılmış az da olsa yazı var. Ben yazarın kişisel tarihinde eksik kalan çocukları, aile hayatı gibi bazı noktaları bu makalelerin sayesinde yerli yerine koyabildim. Yine de çocuklarına ne oldu, ailesinden yaşayan bireyler var mı sorusunun cevaplarını bulmam hiç kolay olmadı. Kitabın en iddialı yanlarından biri de bu, ailesine ulaşmış olmam...
Halide Edip'in kendisine rakip olabilecek kadın yazarları görmezden gelişinden söz ediyorsunuz. Emine Semiye'nin dönemin kadın yazarları ile ilişkileri nasıldır?
Halide Edib anılarını yazdığı Mor Salkımlı Ev kitabında, 1916–1917 yılları arasında başka maarifçilerle birlikte Suriye'ye giderek öğretmenlik yaptığını anlatıyor. Prof. İnci Enginün Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat'tan Cumhuriyet'e adlı önemli kitabında, Suriye'ye Halide Edib'le birlikte giden öğretmenler arasında Emine Semiye'nin de bulunduğunu yazıyor. Bana tuhaf gelen teşrik-i mesaileri bulunan, zaman zaman aynı mecralarda kalem oynatmış iki yazarın birbirlerine olan bu kayıtsızlığı. O zamanın şartlarında yazar kadınların sayısı çok az olduğundan birbirlerini destekleyip teşvik ediyorlar. Emine Semiye ve Halide Edib'i aynı kefeye koyamayacağımızdan bir rekabet belki söz konusu değildir, farklı kulvardalar çünkü. Halide Edib Cumhuriyet neslinin yazarı, misyonu önceki nesilden çok farklı. Emine Semiye ise devri kapanan Osmanlı'nın ve Meşrutiyet'le birlikte adı anılan bir yazar.
Emine Semiye'nin dönemindeki diğer kadın yazarlar Nigar Hanım, Makbule Leman, Remziye binti Ahmed, Şükufe Nihal gibi yazarlarla ilişkisi, bahsettiğimiz gibi son derece iyi. Kadınların matbuat hayatında daha görünür olmalarından, fakat bunu birilerinin himmetiyle değil de tamamen kendi kuvvetleriyle gerçekleştirmelerinden yana Emine Semiye.
Emine Semiye'nin yazarlığının boyutları desek nasıl bir sınıflama yapılabilir?
Emine Semiye'nin yazarlığı ve siyasi kişiliğini oluşturan en önemli kavram "kadınlık mefkûresi"dir. Aslında yazarın İttihat ve Terakki ile yakın siyasi ilişkileri, hayatı boyunca sürdürdüğü eğitimcilik hayatı, toplumsal fayda güderek yazdığı romanların hepsi, bu fikri gerçekleştirme yolunda birer araçtır. Emine Semiye toplumun ıslahı, kadın ve çocuk terbiyesi gibi ana eksenler etrafındaki söylemlerini, romanları vasıtasıyla belirginleştirmiştir.
Yazdıklarıyla "edib" olma iddiası taşımadığını, ahlâkî çöküntüye uğramadan ilerlemenin sağlanması yolunda bütün mütefekkirlerin üzerlerine görev düştüğünün bilinciyle hareket etmeleri gerektiğini defalarca dile getirmiştir.
Emine Semiye'nin Maarif Nezareti tarafından bir matematik ders kitabı yazmakla görevlendirilmesi ilginçtir. Yazar bu görevi, Hülasa-i İlm-i Hisab (1887) adını verdiği temel matematik kitabıyla ifa eder. Nitekim Osmanlı matematik tarihinden bahseden kitaplarda bibliyografyaya giren bir kitaptır bu. Fatma Aliye'nin ilk romanı Muhadarat'ın 1890'da neşredildiği göz önüne alınırsa, Emine Semiye'nin Fatma Aliye'den daha önce bir kitap yayımladığı anlaşılır. Yine de Nüket Esen'in ifadesiyle Fatma Aliye, Türk romanının edebî annesidir.
Emine Semiye daha sonraları Hanımlara Mahsus Gazete sütunlarında "Hanımlara dürus-ı hikmet" başlıklı bir dizi yazı da hazırlamıştır. Bu yazılarda anatomi, fizik, kimya ve daha birçok pozitif bilimlere dair dersler verir. Emine Semiye'nin yazarlığının edebiyat cephesi dışında bir yönünü göstermesi bakımından son derece önemlidir.
Çocuk ve eğitim odaklı yazıları ile Meşrutiyetin çocukluk tasarımına nasıl bir katkı yapmıştır?
Emine Semiye ömrünün son yıllarına kadar sürdürdüğü eğitimciliğiyle, pratikte çocuk eğitimine en büyük katkısını yapmıştır.
Dönemin kibar aileleri arasında revaçta olan alafranga terbiye metoduyla, hurafe ve batıl inanışlara dayalı terbiye metodunu Terbiye-i Etfale Ait Üç Hikâye adlı eseriyle birbirleriyle karşılaştırmış ve eleştirmiştir. Terbiye-i etfal o dönem için "pedagoji" karşılığında kullanılan bir terim. Çocuk eğitiminde ifrat ve tefritten kaçınarak orta yolun bulunması gerektiğini gerek bu eserinde gerekse bu konudaki makalelerinde savunmuştur.
Emine Semiye çocukların sadece okumaya değil yazmaya da teşvik edilmesi gerekliliğini her fırsatta dile getirir. Çocuk dergileri içerisinde en uzun ömürlü olanı 1896–1908 yılları arasında 627 sayı çıkan ve dönemin çocuklarına hitap edecek her şeyin bir arada bulunduğu, bilgilendirici mahiyetteki Çocuklara Mahsus Gazete'dir. Çocuklara yönelik bir gazetenin neşrolunmaya başlayacağını haber alan Emine Semiye, bu konudaki gayretleri öven ve çeşitli tavsiyelerde bulunan bir makale yayımlar. Akabinde bu gazetede yazıları çıkan Nigar Hanım'ın ortanca oğlu Feridun'un bu gayretini öven bir yazı daha yazar.
Yazarın pedagoji konusundaki bu hassasiyeti, en azından öğrencileri ve okuyucuları arasında yerini bulmuş olsa gerektir.
Romanlarında nasıl bir yazar karşımıza çıkar? Romanları dönemi içinde nasıl karşılanmıştır?
Emine Semiye eğitimci kimliğinin de tesiriyle, romanlarında her şeyden önce ahlâkî faydayı ve toplumun ıslahını önemseyen bir yazar. Bu yönüyle Tanzimat'ın ilk nesil edebiyatçılarıyla benzeşiyor. Dolayısıyla bu nesil yazarların eserlerinde görülen teknik özelliklere, Emine Semiye'nin romanlarında da rastlanıyor: romanın gidişatına araya girmek suretiyle müdahale etmek, isim sembolizasyonu yoluyla karakter tahlili yapmak, hep aynı doğrultuda gidip değişmeyen karakterler kullanmak gibi. Romanlarında kronolojiyle oynayarak zamanı "flashback/geriye dönüş"lerle parçalaması ve "mektup" tekniğini kullanması ise onu Batı romanına yaklaştıran özellikleridir.
Romanları az önce bahsettiğim gibi dönemin özellikle yazar kadınları arasında heyecanla karşılanmış; onları eser verme konusunda cesaretlendirmiştir. Fakat bu heyecan geniş kitlelere yayılamamıştır. Emine Semiye'nin Sefalet dışındaki bütün eserlerinin gazete tefrikalarında kalıp kaybolmuş olması bunu ispatlar gibidir. Basılan tek romanı olan Sefalet ise basıldığı sırada Sırp hükümeti tarafından "Saint Sava" nişanıyla ödüllendirilmiştir.
Yazarın terekesi ve evrakı bütünüyle gün ışığına çıkmış mıdır?
Bildiğim ve araştırdığım kadarıyla hayır. Osmanlı arşivlerinde yıllarca çalışmış, bizim için çok değerli olan Ahmed Cevdet Paşa'nın aile mektupları üzerinde çalışmış olan Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu ile bu konuda fikir alışverişi yapmıştık. Bana Emine Semiye'nin evrakının Milli Kütüphane'de olduğu bilgisini verdi. Fakat hâlihazırda Milli Kütüphane'nin okurların hizmetine sunulan arşivinde Emine Semiye'nin, el yazısıyla çoğaltılmış eser taslakları yani bunlara ait defterleri bulunmaktadır sadece. Halen yazarın kişisel tarihinin karanlık noktalarını aydınlatacak evrak-ı metrûkesinden mahrumuz.
Son olarak şunu sormak istiyorum. Emine Semiye ve İkinci Meşrutiyet üzerine başka bir çalışma hazırlıyor musunuz?
Şu anda Emine Semiye'nin müstakil olarak basılmış tek romanı Sefalet'i Zeynep Süslü Berktaş ile beraber yayıma hazırlıyoruz. Roman Mayıs ayında Antik Yayınları'ndan okuyucusuyla buluşacak inşallah. Bunun dışında Emine Semiye ile Fatma Aliye ilişkisini mektupları üzerinden inceleyen bir makale yazıyorum. Bunlara ek olarak, 3 yıllık çalışmam sırasında, Emine Semiye'nin dönem sürelilerinde çıkmış ve benim de ulaşabildiğim makalelerini toparlamış ve okumuştum. Bunları yakın gelecekte kitaplaştırmayı düşünüyorum.
Söyleşi için teşekkür ederim.
Emine Semiye'yi, dolayısıyla kitabımı anlatma fırsatı sunduğunuz bu keyifli söyleşi için ben teşekkür ederim.
Röportaj: ASIM ÖZ
Haksöz-Haber