1. YAZARLAR

  2. Ayşe Hür

  3. Kadınlar mebus olmak istiyor!
Ayşe Hür

Ayşe Hür

Yazarın Tüm Yazıları >

Kadınlar mebus olmak istiyor!

02 Aralık 2007 Pazar 07:20A+A-

İlk imzasız kadın mektubunun 28 Haziran 1868 tarihli Terakki gazetesinde boy göstermesiyle başlatabileceğimiz ‘Osmanlı kadın hareketi’ sadece Türk kadınlarının mücadelesi değildi. Hareketin içinde Kürt ve Ermeni kadınlarının da önemli rolü vardı. Çoğu dönemin önemli erkeklerinin kızları, karıları, kardeşleri olan bu öncü kadınlar, ‘özel alan/kamusal alan’, ‘annelik-eşlik/vatandaşlık-siyaset’ seçenekleri arasında bir seçim yapmaya zorlandılar ama her ikisini birden yapmaya çalıştılar. ‘Kadınlık mefkuresi’ nin şekillenmeye başladığı bu dönemin tecrübeleri Cumhuriyet dönemi kadın hareketinin üzerinde yükseldiği zemin oldu.

Ancak, ne Mustafa Kemal, ne Birinci Meclis’in muhalif kanadını oluşturan İkinci Grup, ne Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF, 1931’den sonra ‘parti’ adını aldı) ne 17 Kasım 1925’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası programlarında ‘kadın meselesi’ yer almadı. Adını andığımız aktörlerin tümü, kadına ve aileye, sağlık ve nüfus politikaları açısından yaklaşılıyordu. Yani Cumhuriyet rejimi, aynen selefi gibi kadınları toplum kurucusu yetkin bireyler, siyasi failler olarak değil, ‘vatana asker ve hayırlı evlat yetiştiren anneler’ olarak tanımlıyordu.

Dahası, resmi ideoloji 5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesinin ‘dünya kadınlarından çok önce verilmiş bir lütuf’ olduğu söylemini zihinlere iyice kazıdı. Evet, kadınlarına seçme ve seçilme hakkı, Japonya ve Fransa’da 1945’te, İsviçre’de 1971’de verilmişti ama Yeni Zelanda’da 1894’te, Avustralya’da 1902’de, Finlandiya’da 1906’da, Norveç’te 1913’te, Rusya’da 1917’de, ABD’de 1920’de, Britanya’da 1928’de verilmişti. Yani Türkiye bu konuda ne geç ne de erken bir örnekti. Kararın ‘lütuf’ olup olmadığı konusuna gelince, bunun cevabını aşağıda vermeye çalışacağız.

KADINLAR HALK FIRKASI . 1 Nisan 1923’te Cumhuriyet’in kurucu meclisi seçime gitme kararı verdiğinde, Nezihe Muhiddin önderliğindeki 10 kadar hanım siyasi haklar için mücadeleye başladılar, Haziran ayında ise Mustafa Kemal’in kurduğu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kadınlar kolunu oluşturmak üzere Mustafa Kemal’e başvurdular. Bu arada, cüretkar bir adım attılar: 15 Haziran 1923’te ‘Kadınlar Halk Fırkası’ ‘(KHF) adıyla bir partinin kuruluş beyannamesini İçişleri Bakanlığı’na sundular. Olay basında ‘kadınlar mebus olmak istiyor”, ‘tek gayeleri mebus olmak’ şeklinde yer aldı. Bazıları da fırkanın gizli bir maksadı olduğunu söylüyorlardı. İstanbul Valisi Ali Haydar Bey, partinin kuruluş beyannamesini ve programını henüz okumadığını ama bu gibi işlerin ‘eğitim meselesi olduğunu, kadını yükselmesinin erkeklerle birlikte olacağına inandığını’ söyledi ama arkasını getirmedi. İçişleri Bakanlığı tam sekiz ay süren sessizlik döneminden sonra, hükümetin ‘bazı düşünceler’ nedeni ile KHF’nin kuruluşuna izin vermediğini tebliğ etmişti. Bu ‘bazı düşünceler’in ne olduğu hiçbir zaman öğrenilemedi. Ancak kuruculardan Nezihe Muhiddin, nizamnamede siyasi hakları ima eden 2. kadınların belediye seçimlerinde aday olmasını öneren 3. madde ile ‘kadınların savaş halinde askerlik görevi yapmasını’ öneren 8. maddesinin çok ‘taşkın’ bulunduğunu duymuştu. KHF kurucuları partinin başına Ali Fethi Bey’i getirerek tekrar başvurdularsa da Ankara’nın cevabı yine ‘hayır’ oldu. Bu sefer de kuruluş faaliyetleri süren Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) yüzünden ‘halk fırkası’ adının bir kadın kuruluşu tarafından kullanılması ‘bölücü’ bulunmuştu!

TAŞKIN MADDELER . Ama Nezihe Muhiddin ve arkadaşları yılmadılar, ‘taşkın’ maddeleri değiştirerek 7 Şubat 1924’te Kadın Birliği adlı örgütü kurdular. Mustafa Kemal’in o sırada boşandığı Latife Hanım da derneğe desteğini bildirmişti. Nizamnamenin 3. maddesinde “Birliğin siyasetle alakası yoktur’ denmesine bakılırsa, bir önceki tecrübeden fazlasıyla ders almışlardı. Nitekim dernek kimsesiz çocuklara, fakir kadınlara yardım etmekle, onlara aş ve iş sağlamakla, yerli malını özendirmekle uğraşıyordu. Yine de kadınların seçme ve seçilme hakkının olmadığı 1923 seçimlerinde Halide Edib’i ve Nezihe Muhiddin'i özellikle aday gösterdiler ama Halide Hanım böyle bir girişimden haberdar olmadığını söyleyerek derneği yalnız bıraktı. Derneğin camilerde kadın konferansları düzenlenmek için Diyanet'e yaptığı başvuru da reddedilmişti. Rejimin ‘kadın hakları bakanı’ rolünü üstlenen Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi (Abalıoğlu), kendi deyimiyle bu ‘asabi’ tabiatlı ‘cinsi latifler’ in, ‘kırmızı boyalı dudaklarıyla tatlı ve şuh tebessümlerini seyretmenin hoş bir eğlence olduğunu ifade ediyor’ ama siyasi haklara geçit vermiyordu.

OTO SANSÜR . 13 Şubat 1925’te Şeyh Said İsyanı kadınların siyasi taleplerine kulak tıkamak için yeni bir bahane oldu. Yarı resmi Cumhuriyet gazetesi ‘Türkiye’nin hayatında çok mühim meseleler mevcut olduğu bir zamanda hanımlarımızın mebusluk propagandası veya reklamı ile meşgul olmaları pek ciddiyetsiz’ diye yazıyordu. İsyan bahanesi ile tüm özgürlükleri rafa kaldıran Takrir-i Sükun Kanunu’ndan sonra feminist kadınlar ciddi bir ‘oto sansür” uyguladılar, adlarını Türk Kadınlar Birliği yaptılar ama yine rejimin gözüne giremediler.

1927’de seçimlere CHF listelerinden katılmak için kampanya başlatan TKB’nin teklifi erkekler kulübü CHF tarafından kabul edilmedi. Birlik bunun üzerine seçime erkek aday ile katılma kararı aldı. Ancak kendini ‘feminist erkek’ diye tanıtmaktan çekinmeyen ve seçimler için bıyıklarını bile kestiren Kenan Bey alaylara tahammül edemeyince adaysız kaldılar.

ASKERLİK YAPARIZ . 21 Haziran 1927 günü Askerlik Kanunu üzerine görüşmelerde Hakkı Tarık (Us) Bey kadınların seçimlere katılma hareketine değinince, söz alan Recep Peker ‘kadınlar Türk vatanıyla bu denli ilgili iseler önce askerlik yapsınlar’ dedi. Hatırlanacağı üzere daha önce kadınların parti kurmaları ‘askerlik yaparız’ dedikleri için engellenmişti! Yunus Nadi Bey ilk kez kadınlardan yana tavır alarak Recep Peker’i eleştirdi ancak Cumhuriyet gazetesi alaycı yayınına devam ediyordu. Gazetede çıkan bir yazıda ‘Hanımların mebusluğu hiç fena olmaz, Meclis’te sık sık moda etrafında münakaşalar cereyan eder. Hanımların balolarda smokin mi yoksa dekolte tuvalet mi giymeleri daha uygun olunacağına dair, mesela İstanbul mebusesi ile İzmir mebusesi arasındaki hararetli mücadeleyi bütün erkek mebusların merak ve tebessümle dinleyeceğine şüphe yoktur” deniliyordu.

1930’da kadınlara yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı tanındı. Bunu 4 Aralık 1934’te genel seçimlere dair kanunun çıkarılması izledi. 8 Şubat 1935 seçimlerinde 17 kadın milletvekili meclise girdi. Ara seçimlerde buna 1 tane daha eklendi ve sayı 18 oldu. Böylece misyonunu tamamladığına inandırılan TKB, Mayıs 1935’te feshini istedi. Birliğin o zamanki başkanı Latife Bekir’in açıklaması şöyleydi: “Bundan böyle Türkiye’de bir kadınlık meselesi yoktur ve bu arada her erkek gibi kadında bir tek şefin idaresi altında memleketin iyiliği için çalışmaktadır. [1924] Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuz artık bu yolda çalışacak Birliğin devamına lüzum bırakmamış ve kadınlarımızın ayrıca bir teşekkül halinde çalışmasına sebep kalmamıştır. Bunun için birliğin kapanmasını teklif ederim. İsteyen arkadaşlar diğer hayır cemiyetlerinde çalışabilirler.”

Afet İnan’ı daha 22 yaşında iken Türk Tarih Kurumu Başkanı yapan rejim Nezihe Muhiddin’i ve arkadaşlarını neden dışlamıştı? TKB Diyarbakır Şubesi kurucularından İffet Halim (Oruz) Hanım’a göre Nezihe Muhiddin’in izlediği kadın politikası ‘müfrit’ (aşırı), bazı talepleri ‘mevsimsiz’ idi. ‘Fena yönetilen’ TKB ‘bir Cumhuriyet çocuğu idi ama Türkiye Cumhuriyeti’nin çocuğu olamamıştı!’ Anlaşılan kadın kimliğinden vazgeçmeden siyasi haklar talep etmeye henüz rejim hazır değildi…

NEZİHE MUHİDDİN . Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki feminist mücadelenin sembol isimlerinden olmasına rağmen, sonra sistematik bir unutturma kampanyasının kurbanı olan Nezihe Muhiddin (d.1893), imparatorluktan ulus-devlete evrimin gerçekleştiği dönemin yetiştirdiği Fatma Aliye ve Halide Edip’in içinde yer aldığı ‘büyük kadınlar’ kuşağının üyesiydi.

Nezihe Muhiddin, 1909’da başladığı öğretmenlik mesleğinin yanı sıra Sabah, İkdam, Peyam-ı Sabah, Âtî gibi gazete ve dergilerde, psikoloji, toplumsal hayat ve edebiyat yazıları kaleme aldı. İki kez evlenen, ancak ikisinde de mutsuz olan Nezihe Muhidddin’in kadın hakları mücadelesi de çok sıkıntılı geçti

OH DİYORUZ! . 1925’ten itibaren söylemlerini ılımlı hale getirerek rejimle barışmaya çalışmasına rağmen kabul görmeyi başaramadı. 1927 yazında, Heybeliada’da açılacak bir yaz kampı dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığı ile tartışan Nezihe Muhiddin, önce başkanlıktan istifa ettirildi, ardından birliğin 500 lirasını kişisel işleri için sarf ettiği iddiası ile mahkemeye verildi. Yunus Nadi olayı "Oh diyoruz, aman kurtulduk! Artık her gün kusma eğilimi içinde bunalmaktan kurtulduk!” diye değerlendirmişti.

Nezihe Muhiddin 1931’de yazdığı Türk Kadını adlı kitapta Mustafa Kemal’i yücelten ifadelere bol bol yer vererek son bir barışma hamlesi yaptı ama TKB’nin 1935’te kendini feshinden sonra köşesine çekildi. Küskün yıllarında 20 roman, 300 öykü yazdıktan sonra 10 Şubat 1958'de İstanbul'da bir akıl hastanesinde, unutulmuş bir kadın olarak dünyaya veda etti. Halen Zincirlikuyu Mezarlığı’na gömülüdür.

Kürt Kadınları Teâli Cemiyeti

1912 yılında kurulan Kürt Talebe Hevi Cemiyeti’nin yayın organı Rûj’i Kürd dergisinin 4. sayısında “Kürdlerde Kadın Mes’elesi” adlı bir makalesinde Ergani Mağdenli Y.C. adlı yazar, Batı Avrupa ve Amerika’da giderek yükselen kadın hareketinin, Asya’ya ve Japonya’dan sonra Müslüman Osmanlı kadınlarını da gayrete getirdiğinden bahsettikten sonra konuyu Kürt kadınlarına getiriyor ve “Erkeklerimiz baştan başa koyu bir cehalet içinde mahsurdurlar, kadınlarımız ise erkeklerimizin cahilane gururuna kurban olmuş, hem cahil hem de zavallıdırlar” diyordu. Yazara göre Kürt kadınlarının durumunu “ıslah etmek” için, “kafaları akla sığmaz hurafelerin etkisi altındaki” şehirli Kürt kadınlarını bir kenara bırakıp, “cahil ve irfansız olmasına rağmen kuvvetli bir karaktere sahip olan” Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Kürt köylü kadınlarını model almak gerekmekteydi!

21 Mart 1919’da, Kürt Teâli Cemiyeti’nin yayın organı Jîn’de çıkan Vanlı M.C.Selim Beki imzalı yazıda ise, Kürt kadınları folklor bağlamından çıkarılarak, milliyetçi bir bağlamda ele alınıyordu. Selim Beki’ye göre İslam dininde kadın haklarının yanlış uygulanmasından dolayı, Kürt, Türk, Arap, Çerkes ve Arnavut gibi çeşitli Müslüman toplulukların kadınları, değişik türde tesettür uygulamaları ile karşı karşıya olmakla kalmakla birlikte Kürt kadınları bu kıskaca daha az girmişlerdi.

Kürt sözü
1919’da kurulan Kürt Kadınları Teâli Cemiyeti ise mezhep farkı gözetmeksizin tüm kadınları üyeliğe kabul edeceğini ilan etmişti. Nizamnamesine bakılırsa cemiyet Kürt kadınlığının medeni bir bakış açısına kavuşturulmasını ve ilerlemesini sağlamak, Kürt aile hayatında kurumsal ve toplumsal düzenlemeler yapmak, Ermeni tehciri ve onu izleyen zorunlu göçler nedeniyle sefil hale gelen Kürt yetim ve dullarına iş bularak, maddi yardımlarda bulunarak onları sefaletten kurtarmak amaçlarını güdüyordu. Cemiyet bu amaçlarını gerçekleştirmek için, gazete, dergi, kitap ve risaleler yayınlayacak, Osmanlı İmparatorluğu’nun her yerinde kütüphaneler ve tartışma salonları açacak, konferanslar ve dersler düzenleyecekti.

Peki bu güzel amaçlı cemiyet neler yapabildi? Bildiğimiz kadarıyla ilk eylemleri, Sultanahmet Meydanı’nda bir Mevlid-i Şerif okutmak olmuştu. 21 Haziran 1919’da gerçekleşen bu olayın sonunda irticalen bir konuşma yapan cemiyet başkanı Encam Yalmuki Hanım (günümüz diliyle) şöyle demişti: “Hanımefendiler, biz Kürtler, çeşitli kavimleri kardeşleştiren İslamiyetin ortaya çıkışından, yani asırlardan beri Türk milletinin en sadık bir seveni, en güçlü dostu, en çoşkulu bir kardeşiyiz. Bugün bütün milletlerin alın yazıları başka şekiller aldığı ve herkese bir hak verildiği bir zamanda bizler de kendimizin hakkını istiyoruz, çünkü ortada milyonlarla Kürt var ve büyük bir Kürdistan var. Mukaddes amaçlar uğrunda en ziyade çalışmak isteyenlere ve milletlerine olan sevgilerini göstermiş oldukları fedakarlıklarla ispat edenlere cümlemiz tüm varlığımızla teşekkür borçluyuz. Cemiyetin açılış törenine koşarak gelen muhterem hanımlarımız ve kardeşlerimiz her şekilde destek olacaklarını, Kürtlüğün yükselmesi için ne yapılması lazımsa tereddütsüz yapacaklarına Kürt sözü verdiler. Öteden beri “Kürt sözünden dönmez” cümlesi bir atasözü olmuştu. Ben kanaatlerim ile iman ederek söylüyorum ki Kürt her şeye söz vermez ama verdiği zaman da sözünden dönmez…”

Yüz akı gelenek
Daha sonra aynı yılın Kurban Bayramının ikinci gününde Şişli Etfal Hastanesi’nde altı koğuş dolusu çocuğu parasız sünnet ettiren cemiyet, benzer faaliyetlerini ancak üç ay daha devam ettirebildi. Cemiyetin neden kapandığını bilmiyoruz ama, 1928 yılında Tiflis’te yayınlanan Zarya Vastoka gazetesinin 297. sayısında yayınlanan ve muhtemelen eşi Dilara Hanım, cemiyetin İstanbul’daki faaliyetlerine katılmış olan Kamil Bedirhan tarafından kaleme alınmış olan makalede “Konstantinopolis milliyetçilerinin hilekarlıkları ve soruşturmaları yüzünden” kapatıldı deniyor.

Feminizmin Ermenicesi

Osmanlı kadın hareketinin içindeki Ermeni kadınlar hep görmezden gelindi. Örneğin 1862-63’te Osmanlı ülkesindeki ilk Ermenice kadın gazetesi olan Gitar’ı yayımlayan Elbis Gesaratsyan’ı, “bir kadın olarak yüklendiğim sorumlulukların altında ezilirken, bunun karşılığında bana verilen haklar yok denecek kadar azdı. Feminizmin ‘bir adalet feryadı’ olduğuna iyiden iyiye inanmıştım” diyen ve 1919’da yayınlamaya başladığı Hay Gin (Ermeni Kadını) dergisini tam 14 yıl ayakta tutan Hayganuş Mark’ı, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul ve taşradaki Ermeni okullarında pek çok aydın Ermeni kadınını yetiştiren Sibil’i (Zabel Asadur, hem Ermeni toplumunun Osmanlı toplumunda yaşadığı acılara hem de savaşlara ve militarizme ‘Yeter!’ diyen edebiyatçı Zabel Yesayan’ı veya kadın cinselliğini ima eden romantik aşk romanları ile muhafazakar Ermeni toplumunu derinden sarsmış olan Sirpuhi Düsap’ı bilenimiz çok azdır.

BÖLÜNMÜŞ KİMLİKLER . Bu kahraman kadınlarının hem kendi cemaatlerinden hem de Osmanlı toplumundan talepleri vardı. Onlar da kendilerine biçilen ‘iyi anne/sadık eş’ rolüyle yetinmek istemiyorlar, aynı zamanda yazmak, felsefe yapmak, bilimle uğraşmak, siyasette ve yönetimde görev almak istiyorlardı. Ancak bunu yaparken, cinsiyetlerini etnik/ulusal kimliğin arkasına gizlemek zorunda kaldılar. Edebiyata yöneldiler ve mücadelelerini ‘yurtsever’ Ermeni örgütleri bünyesinde sürdürdüler. Kimi hayır örgütlerinin başına geçti, kimi Ermeni çocukları için okul açtı, kimi öğretmenlik yaptı.

Bu özel kadınlar içinde Zabel Yesayan’ın (d.1878) yeri ayrıydı. Paris’te Sorbonne’da edebiyat ve felsefe derslerine kaydolarak ‘üniversiteye giden ilk Ermeni kadını’ olan Zabel Yesayan arkadaşları ve dostları Taşnaksutyun veya Hınçak partilerine yakın olduğu halde kendisi hiçbir zaman parti üyesi olmamış, Ermeni ve Türk milliyetçiliğinin kapıştığı yıllarda, Müslüman olsun gayri Müslim olsun, tüm Osmanlı vatandaşlarının bir arada tutacak bir üst kimlik arayışından vazgeçmemişti. Yine de, Nisan 1915’de İttihat ve Terakki’nin İstanbul’dan sürülecek Ermeni entelektüelleri ve önderleri listesindeki tek kadın Zabel Yesayan oldu. Kendini önce Türk sonra Rum dantelci olarak tanıtarak Bulgaristan’a kaçmayı başardı ve 1917’de Baku’ye, oradan Paris’e gitti. Ama yaşadıklarından sonra eski ‘Osmanlıcı’ düşüncelerini terk etmiş, Türkleri düşman olarak tanımlamaya başlamıştı. 1933’te Ermenistan’a geldikten sonra yeni bir kırılma yaşadı ve bu sefer Ermenileri ‘milliyetçilik illetine yakalanmış’ olmakla itham etti. Sosyalist düşünceye yaklaştığı halde, 1937’de Stalin’in gadrine uğrayarak Sibirya’ya sürgüne gönderilen Zabel Esayan’dan bir daha haber alınamadı. Ermeni toplumunun bu ayrıksı kızı muhtemelen 1942 veya 1943’te sürgünde öldü.

Kaynakça:Yaprak Zihnioğlu, Kadınsız İnkılap, Metis Yayınları, İstanbul 2003, Zafer Toprak, “Halk Fırkası'ndan Önce Kurulan Parti: Kadınlar Halk Fırkası”, Tarih ve Toplum, S. 51, Mart 1988, s. 30-31; Yavuz Selim Karakışla, “Kürt Kadınları Teâli Cemiyeti (1919),” Toplumsal Tarih Dergisi, Mart 2003, S.111, s. 14-23; Rohat Alakom, “Araştırmalarda Fazla Adı Geçmeyen Bir Kuruluş:Kürt Kadınları Teali Cemiyeti,” Tarih ve Toplum, Mart 1998, S.171, s. 36-40; Bir Adalet Fermanı, Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş Ermeni Feminist Yazar, Derleyen Lerna Ekmekçioğlu-Melissa Bilal, Aras Yayıncılık, 2006.

Taraf gazetesi

YAZIYA YORUM KAT