Kadınlar, erkekler
Hani var ya, “Leyleği havada görmek” tabiri, yıllardır leyleği havada görerek yaşıyorum. Başka çarem de yok aslında, çünkü başka türlü yaşamayı bilmiyorum...
Abartıp “Evliya Çelebi gibisiniz” diyenlere, “Bizde ne evliyalıktan eser var, ne çelebilikten; muhteremle tek benzer yanımız, çok seyahat etmemiz” diyorum...
Tabi şaka: Yoksa benim gezilerimi Evliya’nın gezileriyle kıyaslamak mümkün değil.
Bütün çabam, Anadolu’da salt “ayak izi” bırakmakla kalmayıp, bir de “yürek izi” bırakmak!
Bu seyahatlerde kitlesel istifadeye yönelik konferansların yanı sıra, daha küçük grupların toplantılarına da katılma fırsatı buluyorum. Gözlemlediğim şey, Anadolu kadınının erkeğinden şikâyete başladığıdır.
Eskiden “Kol kırılır yen içinde kalır” anlayışı, yahut “Elalem ne der” sendromuyla susup oturan Anadolu kadını, hafiften baş kaldırmaya, problemleriyle yüzleşmeye başlıyor...
Artık eşini “kader-kısmet” olarak, “katlanılması gereken varlık” gibi değil, “her yaşta eğitilebilir” ve “değişebilir varlık” gibi görüyor ve erkek değişime direndiği için de çok kızıyor.
Kısacası, Anadolu kadını artık erkeğini irdeliyor, analiz ediyor ve erkeğinden yakınıyor. Diyor ki:
1. Hiçbir şey okumuyorlar;
2. Bu yüzden görgü kurallarından habersiz yaşıyorlar;
3. Kaba ve duygusuz görünüyorlar;
4. Çocuk yetiştirme konusunda kadına yardım etmiyorlar;
5. Şiddete meyilleri var: En küçük tartışmaya bile dayak tehdidi katıyorlar;
6. Çok fazla televizyon seyredip, “Sallandıracaksın üç-beş kişiyi, bak memleket nasıl düzeliyor” türünden abuk-sabuk yorumlar yapıyorlar;
7. Akşamları aileyi bırakıp kahvehanelere takılıyorlar;
8. Çok fazla futbol konuşuyor ve seyrediyorlar;
9. Çocukların derslerine yardımcı olmak yerine, onlara bağırıp çağırmayı seçiyorlar;
10. Bedensel ve çevresel temizliğe dikkat etmiyorlar;
11. İnce ve nazik değiller, çoğunlukla kaba davranıyorlar;
12. Güzel bir şeyler söylemekten kaçınıyorlar;
13. Evlilik yıldönümü, doğum günü gibi çoğu kadınların önemsediği konuları ya unutuyor, ya da önem vermez görünüp geçiştiriyorlar;
14. Eve gülümseyerek gireceklerine hışımla giriyor, selam dahi vermiyorlar;
15. Aile bireyleriyle muhabbet etmiyorlar;
16. “Eline sağlık” demedikleri gibi, yemeğe kusur üstüne kusur buluyorlar;
17. Kendileri har vurup harman savursalar bile, kadının küçük harcamalarına lâf ediyorlar;
18. Kadına, kendini “işe yaramaz” olarak hissettirmek için ellerinden geleni yapıyorlar;
19. Eşlerine ve çocuklarına lütfen bakıyorlarmış gibi davranıyorlar.
20. Ve daha pek çok maddeyi dolduracak kadar bol şikâyet...
•
Uzun zamandır Anadolu’yu geziyorum. Ama bu değişim rüzgârlarını ilk kez hissediyorum.
Kasabalı kadınlar, ilk kez, erkeklerin kendileri için uygun bulduğu yaşam tarzının sınırlarını zorluyorlar. Daha insanî, daha İslâmî, daha medenî (şehirli) bir hayat istiyorlar. Bir anlamda baş kaldırıyor, statü arıyorlar.
Bu rüzgâr neler getirir, neler götürür bilmeme imkân yok. Sadece haklılık paylarının yüksek olduğunu düşünüyorum...
Yıllarca arka plâna itilip söz hakkı verilmeyen büyük kitle, hem kendini değerlendiriyor, hem de erkekleri...
Aynı zamanda, erkeğiyle arasındaki iletişimi sorguluyor.
Bu saatten sonra, “Kadın baştâcımızdır... Hayat arkadaşımızdır... Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” türünden “rüşvet-i kelâm” (kelimelerden rüşvet) etmek de bir işe yaramayacaktır...
Çünkü o nokta çoktan geçilmiştir.
Tek çare, Peygamber-i Alişan Efendimiz’in Veda Hutbesi’ndeki değerlendirmeyi, ilişkinin temeli yapmaktır...
Âlişan Efendimiz şöyle buyurmuş:
“Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’dan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah emaneti olarak aldınız... Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakları vardır.”
Yaptığı “Yürek İnkılâbı” ile kadını diri diri gömülmekten kurtarıp sosyal hayata kazandıran Efendimiz, günümüzden bin dörtyüz sene önce okuduğu hutbede, düpedüz “kadın hakları”ndan söz ediyor...
Kadını bulaşıkçı, çamaşırcı, temizlikçi hatta çocukların mürebbiyesi gibi görmek yerine, hakları olan bir “insan” olarak görmek gerektiğini hatırlatıyor...
Erkeklerin şunu iyice içine sindirmesi lâzım gelir ki, kadın evin hizmetçisi, ütücüsü, bulaşıkçısı çamaşırcısı, değildir... Erkeğin iş ortağı, çocukların mürebbiyesi, ya da öğretmeni de değildir...
Cennette dahi dayanamadığımız yalnızlığımızı (Hazret-i Âdem örneği) paylaşan hayat arkadaşımızdır...
Sırdaşımız, en yakın dostumuz, dert ortağımızdır...
Hayatın iki temelinden biridir (diğeri erkek).
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT