"Kadını görünmez kılınmış" ülke
"Türkiye'de kadın tartışması" farklı boyutlarda sürüyor. Hürriyet yazarı Sedat Ergin, dünkü yazısına "Kadınların konumunda dördüncü lige düştük" başlığını koymuş.
Bu kanaate, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın (UNDP) "2010 İnsani Gelişme Raporu"nda yer alan "Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi"ndeki sıralamayı gördüğünde varmış. Ergin burada Türkiye'nin, 138 ülke arasında 77'nci sırada bulunduğunu, bu sıralamaya göre Cezayir'in (70), Gürcistan'ın (71), Sri Lanka'nın (72), Ürdün'ün (76) altında olduğunu belirtiyor.
Ergin bu görünümü "Arap ülkeleriyle kader birliği" olarak nitelemiş. Şöyle diyor:
"İşgücü kriterini ele alalım. Raporda Türkiye'de kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 26.9 olarak gösterilmiş. Türkiye, Arap ülkelerinin yüzde 27 olan bu başlıktaki ortalamasını 0.1 puan geride yakalamış oluyor."
Ergin bu kıyaslamaya eğitim konusunda da dikkat çekiyor. Diyor ki:
"Türkiye 'kadınların eğitimi' başlığında yine Arap ülkeleri ve ayrıca Güney Asya ülkelerine yaklaşıyor. Burada ölçü olarak 25 yaşın üstünde olup lise eğitimini tamamlamış kadınların oranı alınıyor. Türkiye'de bu oran yüzde 27.1. Buna en yakın ortalama Güney Asya ülkelerine ait: 27.4. Türkiye, Arap ülkelerinin ortalaması olan yüzde 31.8'in de altında kalıyor.
Ya parlamentodaki durum?
"Endeksin bir başka değişkeni olan kadınların parlamentodaki temsili başlığında durum yine parlak değil."
Hüküm cümlesi de şu:
"Türkiye cinsiyet eşitsizliği endeksinde sınıfta kalıyor."
Ergin'in bu cümleyi pekiştiren ifadeleri de var:
"İnsani gelişme ölçütlerinde kadının toplum içindeki yeri açısından Türkiye'nin yüz kızartıcı bir performansı var."
Sedat Ergin bu bilgileri verdikten sonra, bir de "Kadın" Türkiye'nin her zaman en güncel tartışma konularından birisi olan "Başörtüsü-Türban"a dair bir görüş bildiriyor. Diyor ki:
"Türbanla ilgili tartışmanın önemini azımsıyor değilim. Ancak kadınlarla ilgili tartışma konularında türban gündemi neredeyse tek başına işgal ederken, kadına artık BM raporunda dikkat çekilen açılardan bakma zamanı gelmedi mi?"
Ben, Ergin'in, yukarıda verilen bilgilerden sonra yazısını bu cümlelerle tamamlamasını şaşırtıcı buluyorum. Bu cümlelerle, yani böyle bir sonucun, başörtüsü yasağı ile ilgisini hiç kurmadan, statükonun, kadın nüfusunun yüzde 60-70'i başörtülü olan bir ülkede, kamusal alanı başörtüsünden arındırma iradesi ile hareket etmesine dikkat çekmeden bitiren cümlelerle tamamlanmasını şaşırtıcı buluyorum.
Sedat Ergin'in yazısının yayınlandığı gün, Sabah'ın "Perspektif" sayfasında, TESEV'in "Demokratikleşme Programı Sorumlusu" Özge Genç'in bir yazısı çıkıyor. Başlığı şöyle: "Yokluk üzerinden görünür olmak: Türkiye'de başörtülü kadınlar"
Özge Genç, Dilek Cindoğlu'nun "Başörtüsü Yasağı ve Ayrımcılık: Uzman Meslek Sahibi Başörtülü kadınlar" başlığı altındaki incelemesine atıfla, çok ilginç bir değerlendirme yapıyor. Başlığa yansıyan cümlenin açımlaması şu:
"Laiklik ve onu sahiplenen aktörler ve kurumlar, başörtülü kadınları 'kamusal' alandan sistematik bir şekilde uzaklaştırarak, onları yoklukları üzerinden görünür kılıyor."
Şu cümleler de Özge Genç'in yazısından:
"Başörtülü kadınlar, çoğu zaman niteliklerinin çok altında işlerde ve çalıştıkları işyerlerinin gözden uzak bölümlerinde, hatta evlerinde çalıştırılabiliyorlar."
"Başörtülü kadınların, farklı şekillerde kamuda ve özel sektörde görünmez hale gelmesinin nedeni halen uygulanmakta olan yasak."
Hem var olmak hem de "Görünmez hale gelmek..." Başörtülü kadın için çok ilginç bir tespit.
Böyle bir olgu, ne yazık ki Sayın Ergin'in değerlendirmesinde de yeterli vurguyu elde edemiyor.
Eğer Türkiye'de "Kadının adı yok"sa bunun değişik etkenleri içerisinde en belirgin olanının, statükonun, başından itibaren, kadının eğitimi konusunda çok duyarlı gibi görünmesine rağmen, toplumdaki "kadınlarla ilgili İslami duyarlılığı" dikkate almaması olduğunu görmek gerekiyor.
Sanki kurulu düzen, başından beri "çağdaş kadın" normu ile hareket etmiş ve "İslami ölçüler içinde kadın" olgusunu dışlamıştır. Bu, bir yandan kadının eğitime katılışını sınırlarken, diğer yandan her şeye rağmen eğitim imkânı bulmuş olanının da kamusal alanda görünürlüğünü engellemiştir.
Şöyle düşünelim:
Kadının başörtülü olarak eğitim görmesi imkânı olsaydı, bunun için uygun eğitim ortamları hazırlansaydı, eğitim gören kadın, hayatın bütün alanlarında özgürce temsil imkanı bulabilseydi, başörtülü kadının Türkiye'nin Batılı ülke imajını gölgeleyeceği gibi bir saplantı kurulu düzene hakim olmasaydı, "Türkiye'de kadının adı" böylesine yok olur muydu?
AK Parti'nin alt kadrolarında faaliyet gösteren binlerce başörtülü kadın, parlamento sıralarında yer alsaydı mesela...
Cerrahpaşa'da birincilik kürsüsüne çıkan başörtülü genç kızlar üniversitede görev alabilselerdi...
O zaman görünürlükte çok başörtülü kadın mı olurdu?
O zaman Türkiye bir başka Türkiye mi olurdu?
Öyle bir Türkiye'ye razı değilseniz, böyle, "Kadını azaltılmış bir Türkiye"ye razı olacaksınız.
Ben, Türkiye'de kadınlarla ilgili bir rapor içinde başörtüsü yasaklarına işaret etmeyen bir raporun ciddiyetini ve bu raporu değerlendirirken, yasağı ıskalayan bir yazarın objektifliğini sorgularım.
BUGÜN
YAZIYA YORUM KAT