Kaçak güreş
Muhafazakâr kesim içinde aile kurumu ve kadın/erkek ilişkisinin nasıl işlevselleştiği ile ilgili yazılara bir günlük ara verip 'kitap olayına' dönmekte yarar var.
Ahmet Şık'ın yazdığı veya onun tarafından yazılmak üzere birilerinin tasarladığı kitap, laik aktivizme yeni bir ruh katmış gözüküyor. Öte yandan bu hareketliliğin fikri önder ve takipçilerinin kaçak güreşçi tavırları devam ediyor ve meselenin etik kaygılardan ziyade, siyaset yapıyor olmanın cazibesine kapılmak olduğunu düşündürtüyor.
Konuyu yerli yerine oturtmak üzere önce bir ayıklama yapalım: Savcılığın Radikal Gazetesi'ne baskın yapması, şahıslara ait, kendileri tarafından kaleme alınmış yazılı materyale el koyması, normatif açıdan kabul edilebilir değildir. Diğer bir deyişle buna izin veren bir yasanın ve hukuk anlayışının reddedilmesi gerekir. Söz konusu yazılı materyalin 'henüz' kitap olmadığı ve ancak 'kitap' olduktan sonra düşünce özgürlüğü kapsamına gireceği argümanı ise gülünçtür. Çünkü açıktır ki hiçbir kitap bir anda yazarın zihninden ışınlanarak doğmaz. Zamana ve sürece yayılır. Ayrıca bu materyalin ne kadarının kullanılacağı da sadece yazarına ait bir tasarruftur ve bu hak da düşünce özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır.
Dolayısıyla savcılığın davranışının normatif temelde eleştirilmesi ve bu hukuk anlayışının değiştirilmesinin talep edilmesi gerekiyor. Ancak bu duruşun bir 'analiz' olmadığının, söz konusu tespitin doğrudan ve kendiliğinden bir siyasi yorumu ima edemeyeceğini de görmek gerekiyor. Oysa laik siyaset giderek aktivizme kaymakta, kendisini siyasi aktör kılmak isteyenler tarafından sürüklenmekte. Bu ise gerçeklerle yüzleşmeyi epeyce zorlaştırıyor...
Meselenin 'çıkar' yönüyle başlarsak, savcılığın bu son eyleminin ne AKP'nin ne Gülen Hareketi'nin işine gelmediğini teslim etmek zorundayız. Dolayısıyla siyaseten 'suçlanacak' merciler bunlar değil. Hatta hemen herkes bu eylemin bizzat Ergenekon davasını yürütenlerin de çıkarına karşı olduğunu haklı olarak söylemekte. O halde soru şu: Acaba savcı ve mahkeme niçin bu 'kitap olayına' sebebiyet verdi?
Yanıt, içinde bulunduğumuz durumun analizini gerektiriyor. Gölcük tersanesindeki belgelerin bulunması ve yüz küsur askerin tutuklanması yeni bir dönemin habercisiydi: Yargının geri adım atmayacağı ve bu işte sonuna kadar gidebileceği anlaşıldı. Ancak bunun belirtileri bir yıl öncesinden de vardı ve Ergenekoncular açısından önceliklerin değişmesini ifade etti. Nitekim savcılığın bulduğu 'Ulusal Medya 2010' planı bu değişikliği ortaya koymakta. Buna göre artık birincil amaç Ergenekon davasının itibarsızlaştırılması. Kısacası şimdi savcılık ve mahkeme Ergenekoncu siyasetin doğrudan kendilerine yönelik olduğunu biliyorlar. Bu durum kişisel ve hukuksal mücadeleyi iç içe sokuyor, ayrım çizgisini muğlaklaştırıyor.
Planın bu amacı gerçekleştirme yöntemi ise bir yandan AKP'nin 'sivil vesayet' oluşturduğu izlenimini yerleştirmek, diğer yandan da Gülen Hareketi'nden bir 'kontra Ergenekon' üreterek, ortada bir darbe girişiminin değil, iki örgütün karşılıklı mücadelesinin olduğu kanaatini yaymak. Bu amaçla televizyon kurulması ve kitaplar yazılması öngörülüyor... Anlaşıldığına göre, bu kitaplarda nelerin olması gerektiği de kararlaştırılıyor ve metinler belirli insanlara ısmarlanıyor. Yargı, var olan yasalar çerçevesinde 'suç' olan bir plana eylem safhasında el koymuş gözüküyor. Sürülen iz sonucunda herhangi birinin suç planının gereğini yerine getirmekte olduğu anlaşılırsa, o kişi potansiyel suçlu konumuna sokuluyor. Söz konusu izler üç tür ilişkiyi ifade etmekte: sosyal ilişki, talimat alma ve belge paylaşımı.
Normatif bakış sosyal ilişkinin suç sayılmaması gerektiğini söylüyor ve bugün hemen herkes hukuktaki bu anlayışa karşı. Ama diğer iki ilişki türü gri bir alan oluşturmakta. Bunların da suç sayılmaması gerektiğini savunmak mümkün... Ama bunların suç olmadıklarını savunmak caiz değil. Oysa birçok kişi, içerdiği ahlaki zaafı fark etmeden bu geçişi kolaylıkla yapabiliyor.
Son bir nokta da 'kitap yazmak suç mu' diyenlere ve 'kitap yazdığı için tutuklandı' sözünün psikolojik kolaycılığına kapılanlara... Sizce telefon etmek suç mu? Telefonda 'şimdi çıkıyor' türünden masum bir sözün söylenmesi suç olabilir mi? Ama geçen haftalarda tam da bunu yaptığı için biri tutuklandı... Çünkü sözünü ettiği kişi Tatlıses'ti ve o telefondan birkaç dakika sonra kurşunlandı.
Yaptığınız iş kendi içinde masum gözükebilir ve düşünce özgürlüğünün parçası olabilir... Ama ya o masum eylem bir suç planının parçasıysa? Şık olayında bunu halen bilmiyoruz...
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT