Kaç bin ölünce duyarlı olacağız?
Cuma namazı için yolda giderken sosyal medyadan gelen bir haber, Mısırlı alim Yusuf Kardavi'nin Doha'da bir camide okuduğu hutbeden verdiği mesajları içeriyordu.
"Kardeşlerim, bugünkü cumamız Suriye cumasıdır." diye söze başlayan Kardavi şöyle diyordu: "Bütün Müslümanların görevi zalimlere karşı kardeşlerinin yanında durmaktır. İlk hareket, ülkesinin parasını çalan zalim Bin Ali'ye karşı başladı. Tunuslu kardeşlerimize teşekkür ediyoruz. Mısır'da da 18 gün süren kanlı mücadelede, Hıristiyan, Müslüman, dinli, dinsiz, Sünni, Şii devrimi birlikte yaptı."
Sözü Suriye'ye getiren Kardavi, hem Esed yönetimine hem de destekçilerine seslendi: "Ey Beşşar Esed ve kendisiyle birlikte hareket edenler, hatta kendilerini âlim zannedenler. Zalimi destekleyen âlim olamaz. Âlim, halkının yanında duran ve onların haklarını savunandır. Suriye halkının kazanması lazım. Onlar erkekleriyle, kadınlarıyla, yaşlılarıyla, gençleriyle ve çocuklarıyla çok şehit verdiler. Esed ailesi hâlâ Suriye'yi yöneteceğini sanıyor. Buradan haykırıyorum ey zalim! Senin devrin geçti."
Hemen yanı başımızdaki Humus şehri 6 gündür Baas rejimi tarafından top ve tanklarla bombalanıyordu. Bombardımana Mevlit Kandili'nde bile ara vermemişti Suriye rejimi. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Humus'ta yaşanan dramı duyurmak için tüm dünyaya insanî alarm çağrısı yapmıştı. Çocuk, yaşlı, kadın bir şehrin sakinlerinin evlerinden çıkamadığını; yaralılara sağlık hizmeti verilemediğini söylüyordu. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, bombardıman altındaki Humus'ta yaşananların vahim olduğunu söylüyordu. Sağ kalanların açlıkla karşı karşıya olduğunu ifade ediyordu.
30 yıl önce Hama'da yaşananları andıran bu haberlerin geldiği bir haftanın 7. günündeki Müslüman bir ülkedeki cuma namazında hutbenin konusu Suriye'den başka bir şey olamazdı. Kardavi tam da yapılması gerekeni yapmış; hutbede bu cumayı Suriye cuması ilan ederek, bizde bazı dindarların da maalesef hâlâ göremediği katliama dikkat çekmişti. Aynı zat, hafta boyunca da seyirci kalmamıştı vahşete. Çok saygın bir isim olan Mısır Müftüsü Ali Cuma ile beraber Baas rejiminin yaptıklarına karşı 107 İslam âliminin imzaladığı ortak bildiriye öncülük etmişti.
"Ne güzel, Müslümanlar Suriye'de kardeşlerinin başına gelen felaket karşısında duyarlı" diye camiye girdim. Aynı duyarlılıkla bu katliama dikkat çekecek bir hutbe dinlerim diye düşünerek çok mu iyimser olmuştum bilmiyorum. Ama Humus yanarken, belki orada bu yüzden cuma namazı kılınamazken hutbenin konusu başka bir şey olamazdı.
Çok geçmeden toplumumuzun duyarlılığı konusunda aşırı iyimser olduğum ortaya çıktı. Adını söylemeyeceğim ama muhafazakâr bir semtteki camide hutbenin konusu meleklere imandı. Bu, Diyanet'in tavsiyesi miydi? Böyle bir içerik siyasî görüleceği için uzak mı duruluyordu? Koca Türkiye'nin başka camilerinde Suriye'deki duyarlılığı paylaşan hutbeler okundu mu bilmiyorum. Ama mesele sadece hutbeler değil, kendimden başlayarak söyleyeyim bu katliam karşısında medyamızın, sivil toplum örgütlerinin, siyasî partilerimizin gösterdiği duyarlılıktan bahsetmek mümkün mü?
Muhalefetin verdiği rakamlara bakılırsa, bu satırları yazarken Suriye'de 11 ayda hayatını kaybeden insanların sayısı 8018 idi. Sadece Humus'ta ölen insanların sayısı 3265. Devletin zorluklarını, stratejik hesaplarını, BM'nin açmazlarını, süper güçlerin ikiyüzlülüklerini bir an kenara bırakıp sormamız gerekmiyor mu; birey olarak ve toplum olarak katliam skorunu izlemekten başka ne yapıyorum, ne yapıyoruz? Humuslular evlerinden dahi çıkamıyor, bize dertlerini dahi duyuramıyorsa duyarlı sivil toplum örgütlerimizin temsilcileriyle otobüse binip oraya gitsek bizi de mi bombalarlar? Oraya gidemiyorsak sınıra da mı gidemeyiz? Genç Siviller zekice eylemler ortaya koyamaz mı?
Aslında bu insanî duyarlılığın yanı sıra topa/tüfeğe, askerî müdahaleye başvurmadan yapılabilecek önemli bir iş de ülkemizde örgütlenen ama varlığıyla yokluğu belli olmayan Suriye Milli Konseyi'nin etkinliğini sağlamak. Zulme sessiz kalmak için asla mazeret değil ama kanaatimce Şam ve Halep'teki halkın, Türkiye kamuoyunun ve dünyanın hâlâ yeterince Suriye'deki değişimin yanında yer almamasının nedeni muhalefetin el ele vererek daha parlak bir Suriye vizyonu konusunda insanları ikna edememesi. Türkiye belki tek başına bir müdahale yapamaz ama ev sahipliğini üstlendiği bu konseyin derli toplu bir görüntü ve ikna edici mesajlar vermesini sağlayabilir.
Şayet 911 km ortak sınırı paylaştığımız bir yerde olup bitenlere bu kadar seyirciysek psikolojimiz lafını çok ettiğimiz bölgesel liderliğe hazır değil demektir. Buna hazır değilsek bari beklentileri bu kadar yükseltmeseydik. Ateşe bu kadar yakınken biz sessizsek Londra, New York veya Paris'in ayağa kalkmasını da beklemeyelim. Üzücü ama gerçek bu.
YAZIYA YORUM KAT