1. YAZARLAR

  2. ASLI ATEŞ KAYA

  3. “Ka Nane Kî Bi Tirkî Bide Min“
ASLI ATEŞ KAYA

ASLI ATEŞ KAYA

Yazarın Tüm Yazıları >

“Ka Nane Kî Bi Tirkî Bide Min“

02 Ekim 2010 Cumartesi 21:34A+A-

 

Türkiye’de uzun bir süredir ‘ana dilde eğitim’ tartışmasının yapıldığı malum. Sıralamaya çalışacağımız bir kaç örnekte de görüleceği gibi, bir insan hakkı ihlali olan bu durumla, her yerde karşılaşmanız mümkün.

Uluslararası bir çok sözleşmede imzası bulunan Türkiye’nin ‘insan hakkı ihlali’ konusundaki karnesinin, kırık notlarla dolu olduğunu ifade etmek zor olmasa gerek. Yeryüzünde hiç bir gerekçe, insanın anadilini yasaklamalarla unutmasını, bir başka dili onun yerine ikame etmesini haklı ve meşru göstermemeli, gösteremez.

19. yüzyılın birinci çeyreğinden sonra, Türkçenin lehine bir ortamın oluşmasında, II. Mahmut döneminde alınan zorunlu eğitim kararının etkisinin olduğu bilinmektedir.

3 Mart 1924’de kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu, medrese eğitiminin köküne adeta kibrit suyu dökmüştür. Büyük bir kültür hamlesi olarak lanse edilen, eğitimin birleştirilmesi safsatası ile yutturulmaya çalışılan bu kanun, ‘ömrünü tamamlamış eğitim kurumları’ olarak nitelendirdiği ve ikinci maddesinde zaptu rapt altına aldığı medreseleri, türbeleri ve tekkeleri kapatmakla kalmamıştır elbette ki.

Kürd bölgesindeki medreselerin kapatılması ‘tek sebep olmasa da’ doğrudan Kürtçe ile de ilgilidir. Zira medreselerin hemen hemen tamamı Kürtçe eğitim veriyordu. Tevhid-i Tedrisat Kanunu, kavmi ve laik bir sistemi hedefliyordu. Türkiye’de yaşayan halkların kendi anadillerinde eğitim görme ve kendi dillerini konuşma/geliştirme hakkı da nüfuz altına alınmış ve yasaklanmış oluyordu.

Bu yasak ile Kürtçenin can damarı kesilmişti. Kürd edebiyatının önemli isimleri bu medreselerde yetişmişti zira. Faqîye Teyran, Melle Ehmedê Cezirî, Melle Ehmedê Xanî gibi değerler buradan yetişmeydi.

Dini mevzuların dışında, aynı zamanda diğer pazitif ilimlerin de icra edildiği eğitim kurumları idi medreseler. Mesela: Coğrafya, astronomi, felsefe, mantık, tarih ve matematik gibi…

Esas resmi yasaklama ise 1933’te gelir. Artık konuşulan her Kürtçe kelime başına para cezası kesme devri törenle başlamıştır. Bu tarih aslında bundan sonra trajikomik olayların da yaşandığı devir olarak, tozlu sayfaların arasında yer almaya başlayacaktır.

Kozluk’lu Mele Abdullah’ın başına gelenler sadece buna küçük bir örnektir:

Çarşıda Türkçe bilmediği için konuştuğu Kürtçe’ye para cezası kesilince, cebindeki bütün paraları memurun masasına bırakır ve “ben Türkçe bilmiyorum, akşama kadar çarşıda Kürtçe konuşacağım, benimle gel, akşam dönüşte hesaplaşır, paranın geri kalan üstünü alırım“ der, büyük bir bilgelikle…

Yine fırına gidip, ekmek almak isteyen ama nasıl isteyeceğini bilemeyen Kürd babanın başına gelenlere hislenmemek elde değil:

Kürtçe bilmeyen bir adam, evde ekmek kalmadığını görünce almak için çıkar. Fakat bunun için bile olsa bir kaç kelime Türkçe bilmek lazım.

Fırına gider ve mecburen“Ka nane kî bi Tirkî bide min (Bana Türkçe bir ekmek ver) ” der. Karşıdakinin cevabı ise daha manidardır: “Ha ji tere nane kî bi Tirkî (Al sana Türkçe bir ekmek)” diye cevap verir.

Türkiye’de konuşulan hiç bir azınlık dili, Kürtçe kadar sertliklerle, ilkel yasaklamalarla karşılaşmadı. Hatta dünyanın hiç bir yerinde ‘aslında böyle bir dil yok ve olmayan bir dili yasaklıyoruz’ gibi bir cehalete göz yumulmadı.

Türkiye’de Kürdler var ve ben bir Kürdüm“ dediği için milletvekili bile 28 aya mahkum olabiliyordu.

Kürdlerin sadece ekonomik değil, aynı zamanda dil, kültür ve kimlik sorunu da olduğunu dile getirenler azarlandı, ülkenin Başbakan’ı tarafından…

Ji min re avê bîne’ cümlesi, suç sayılıyor, milletvekilleri hakkında fezlekeler hazırlanmasına sebebiyet verebiliyordu bu ülkede.

Almanya’daki ‘Türk’ asıllılar söz konusu olduğunda, asimilasyon kelimesine şiddetle karşı çıkılır, soydaşlar korumaya alınırdı, her hakları gözetilerekten.

His dünyamızı sarsmalı elbette… Biraz da acı acı gülümsetmenin dışında, zulmün boyutunu da gözler önüne sermeli bu örnekler.

Yasak dilin doğurduğu zulümler bununla sınırlı değil kuşkusuz.

Yeryüzünde birden fazla resmi dili olan bir çok devlet mevcutken, hala anadilde eğitimle ülkenin bölünmesinden dem vurarak karşı çıkmak, ilkellik değildir de nedir?

İsviçre, İspanya, Kanada, Lüksemburg, Belçika ve Norveç gibi ülkelerde birçok resmi dil vardır. Ve bu ülkeler bölünmemekte, parçalanmamakta tam tersi daha da güçlenmektedirler.

Irk üstünlüğünü reddeden, farklı ırklardan olmanın hikmetini hatırlatan ayet nasılda hakikati yüzümüze haykırıyor: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sizi tanışasınız diye halklara ve kabilelere ayırdık. Allah, katında en şerefliniz ondan en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah, alimdir, haberdardır.”  (49/13)

Dilleri yok etmeye çalışmak, çabalamak, bunun için uğraşı vermek Allah katında kesin bir ifadeyle yasaklanmış, onun ayetlerine savaş açmakla eşdeğer kabul edilmiştir.

Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da onun ayetlerindendir. Bunda da bilenler için işaretler vardır.“ (30/22)

Bu kadar yaşanan olumsuzluklardan sonra bile, anadilde eğitimin tartışılması anlamlıdır.

Bir dile saygı o dilin konuşulmasının, unutturulmamasının teşvik edilmesi ile başlar.

Ezberlerin bozulmaya başlandığı bu süreçte her kesin katkı sağlamasının, beraber yaşamayı ve varolmayı yine beraber deneyerek oluşturmanın vaktidir şimdi.

YAZIYA YORUM KAT

7 Yorum