İzzet ve şerefle yaşamak Allah’ın bir lütfudur!
Fâtır Suresi 10. Ayet
- مَنْ كَانَ يُرٖيدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَمٖيعاًؕ اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِـحُ يَرْفَعُهُؕ وَالَّذٖينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّـَٔاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدٖيدٌؕ وَمَكْرُ اُو۬لٰٓئِكَ هُوَ يَبُورُ
‘’Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yükselir; rızâsına uygun iş ve davranışları da O yüceltir. Sinsi sinsi kötülük tasarlayanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur’’
İzzet; “onur, itibar ve güçlü olmak” anlamlarına gelir. “Her kim sözde otoritelere, egemen güçlere koşulsuz itaat ederek bir izzet elde etmek istiyorsa bilsin ki izzet tümüyle Allah’a aittir” Gerçek anlamda izzetin kime ait olduğunu öğrenmek isteyenler bilsinler ki, her yönden izzet Allah’a mahsustur (Taberî, XXII, 119-120). “İzzet ”in bütünüyle Allah’a ait kılınması; insana itibar ve onuru lütfeden sadece Allah olduğu ve ancak Allah’ın rızasına uygun davranması halinde insanın değerli kalacağını ifade eder.
"Onlar Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenlerdir. İzzeti onların yanında mı arıyorlar? Gerçekten izzet bütünüyle Allah'ındır."(Nisa, 4/139)
1991 yılında Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan görece bağımsızlığa kadar Sosyalist ve Marksist rejim tüm Kafkaslar ve Orta Asya’da en sert şekilde dönüştürme ve boyun eğdirme yöntemlerine başvurdu. Müslüman halkların yaşadığı topraklarda işgal, tehcir, öldürme, infaz, hapis gibi tüm sindirme politikaları uygulandı. İnançlara, ibadetlere müdahale etti. Ayrıca Balkanlarda ve Kuzey Karadeniz’de işgal ettiği bölgelerde diğer halkların da dini yaşamlarına ve özgürlüklerine müdahale ederek otoriter, işbirlikçi yönetimler kurdu. Camiler, medreseler ve mabedler kapatıldı. Halkların dinleriyle irtibatı kesilmeye çalışıldı. Âlimler hapse atıldı, bazıları şehid edildi. Sovyetleştirme politikalarıyla Müslüman halk başta ana dilleri olmak üzere, İslami gelenek ve kültürlerinden uzaklaştırıldı. Nesiller bu dinsizleştirme politikasından fazlasıyla etkilendiler.
Zulüm Çarlık Rusya’sıyla başlamıştı. 18. yüzyılda tüm bölgeyi hâkimiyeti altına alan Ruslar, Asya, Balkanlar, Karadeniz üzerindeki imparatorluk hayalleri uğruna büyük bir asimilasyon siyaseti uyguladılar. Tümüyle halkların ve Müslüman toplumların ateistleşmesi için katılımın zorunlu olduğu konferanslar tertip edildi. Tarihsel ve bilimsel materyalizm üzerine kurulu ateist müfredat okullarda ders olarak okutuldu. Sonra kurulan Sovyet rejimi bu uygulamaları daha da tahkim etti. Daha sistemli, daha ideolojik kalıplarla uygulamaya soktu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra eğitim ve bilim dili olarak Rusça kullanılmaya başlandı. 90’larda Sovyetlerin kendini fes etmesiyle görece özgürlüğe kavuşan Asya ve Baltık halkları şimdi yeniden Ruslaştırma ve Rusya vesayetiyle karşı karşıyalar.
Dünyada egemen tağuti sistemler hâkimiyetlerini yerleştirmek için egemenlik sınırlarına kattıkları veya katmayı hedefledikleri topluluklara zulmetmekten geri durmazlar. Yaptıklarını gerekçelendirerek ve uydurdukları yalanlarla kendilerine meşruiyet temin etmeye çalışırlar.
Doğunun ve Batının müstekbirleri kurdukları ittifak zeminlerinde sözde barış, insan hakları havarisi de kesilirler. Sadece onların egemenlikleri kutsaldır ve devlet formları da her şeyiyle dünya halklarına modeldir! BM ve İnsan Hakları kuruluşları bu güne kadar İslam vatanı Filistin’i gasp eden Siyonist işgalcilere ve Müslüman beldelerdeki laik darbeci kadroların zalim uygulamaları karşısında hiçbir itiraz yöneltmemişlerdir. Kendilerince, buralarda batıya itaatkâr rejimleri inşa etmek adına askeri darbeler desteklenmelidir, gerektiğinde bizzat müdahalede bulunulmalıdır.
Sıklıkla, İsrail Gazze halkına bombalar yağdırır, orada katliam yapar ama bu durum hiçbir batılı devletin ve sözde hak hukuk kuruluşlarının umurunda olmaz. Suriye’de zalim bir yönetim yanına çağırdığı İran ve Rusya’yla birlikte Suriye halkını katlederken egemen dünya devletlerinin yeterli tepkiyi göstermediklerine şahid olduk. Muhtemel bir Müslüman yönetimin önlenmesi adına Suriye’de göz yumdukları Rusya şimdi Ukrayna’nın bağımsızlığına müdahaleye yönelmiş durumda. Dün Mısır’da Müslümanların iktidarını askeri darbeyle deviren General Sisi’ye destek veren Batının ikiyüzlülüğünü tarih kaydetti. Irak’ı kimyasal silahlar bulundurmak suçlamasıyla yalan olduğu bilindiği halde işgal eden ABD binlerce Iraklıyı katletmişti. Batı bu konuda hiçbir bir tepki göstermemişti. ABD benzer gerekçelerle fakirlikle boğuşan Afganistan’ı işgal etti. Bu ülkenin paralarına el koydu. Daha önce Sovyetler 15 yıl aynı işgali ve zulmü Afgan halkına yaşattılar. Başa çıkamayınca terk edip gittiler. ABD, 20 yıl boyunca Afgan halkına işkence, ölüm, hapis, tecavüz tüm savaş suçlarını işleyerek zulmetti. Yiğit Afgan halkından direnişçi Taliban birlikleriyle başa çıkamayınca ve ekonomisi olumsuz etkilenmeye başlayınca Afganistan’ı terk etmek zorunda kaldı. Keşmir’de Hindistan’ın zulüm ve işgaline tepki aynıdır. Fransa’nın Afrika’daki işgalleri doğunun ve batının sözde hükümranlarının tepkisizlikleri arasında sürer gider.
Rusya Çeçenistan’da bu zulmün kat be kat mislini gerçekleştirdi. Binlerce insanı katletti, on binlerce insan göçe zorlandı. Şehirleri harabeye çevirdi. Grozni’nin harabe hali Rus zulmünün sembolüdür adeta. Çeçenistan liderlerini suikastlarla şehid etti. Dünya yine tepkisiz izledi.
Rus yanlısı Sırbistan Bosna’yı Ruslardan aldığı destekle işgale yeltenmişti. İşgale karşı Aliya İzzetbegoviç Müslüman Bosna halkıyla birlikte büyük bir direniş gösterdiler. Mücadeleyi bırakmadılar. Allah’ın izniyle izzet ve şerefleriyle ayakta kalmayı başardılar. Bu zulüm karelerinde Rus işgal mantığının izlerini unutmak mümkün değildir.
Rusya, bugün Suriye'de katliamlarını aralıklarla sürdürmektedir. İşgalci Rusya, Libya'da, Afganistan'da ve Kafkaslarda binlerce Müslümanı katletmiştir. 2014’te Kırım'ı işgal ettiği gibi şimdi de Ukrayna'yı da egemenliğine katmaya çalışıyor.
Çocukları uykularında, kundaklarda ve anne karnında öldüren Rus askerleri, yaptıkları işkenceleri kayda almaktan çekinmez ve bununla düşmanlarına gözdağı verirler.
Zalim ABD, Batı, Rusya ve Çin’i birbirinden ayırmayı büyük fazilet olarak sunan Esedsever cenah İran’ın Rusya’yla birlikte Suriye’de gerçekleştirdiği zulmü perdelemek için Ukrayna’ya Rusya’nın müdahalesinin meşru olduğunu iddia edecek kadar da fütursuzlaşmıştır.
Yeryüzünde işlenen cinayetler asla karşılıksız kalmayacak. Yüce rabbimiz canileri ve sessiz kalanların kaydını tutmaktadır. Hûd Suresi – 113. ayette şöyle buyurur;
- وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذٖينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
‘’Zalimlere meyletmeyin; sonra ateş size de ateş dokunur. O gün Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre hiç bir yerden yardım da göremezsiniz!’’
Geçmişten bu güne Rus işgaline karşı direnen mücahidlerin mücadelelerinden aktarımlar yapalım;
Cevher Dudayev ‘BM’ye inanmazsak kime inanacağız?’ sorusuna şu cevabı verir: ‘Önce Allah’a, sonra kendimize inanacağız. O bize yeter. Onlarca yıldır diasporaya sürülmüş her Kafkasyalı ve Çeçen çocuk her gün şunu hayal eder; ‘İslam bir gün tüm Kafkasya'ya geri dönecek’. Ben Kafkasya topraklarına İslam'ın dönüşünü düşleyen o çocuklardan biriyim. Bizi öldürebilirler, ezebilirler, üstümüzde tanklarla dans edebilirler, vücudumuzu parçalayabilirler. Fakat özgürlük ve bağımsızlık ruhumuzu asla yok edemezler’’ (Özgürlük Kolay Değil, Cevher Dudayev)
Kafkas kartalı şehid Şeyh Şamil mücadelesiyle destan yazmıştı. O, izzet ve onurundan asla taviz vermedi. Şu sözlerini hatırlayalım; ‘’Allah büyüktür. Yardımını vatanı ve kendi yolunda cihad edenlerden esirgemez. Biz bir dağdan ‘Allah’ diye bağırırız, diğer dağdan ‘Özgürlük’ sesi gelir. Ben Müslümanım, Müslüman olanlar kendilerini esarete almak isteyen zorba rejimlerle çarpışmak mecburiyetindedir. Müslümanlar zulme dayanan bir devletin esiri olamazlar. Zulüm sistemi ile teşkilatlanan çarlık Rusya’sı ya zulümden vazgeçmeli ya da ortadan kalkmalıdır. Çarlar ölecektir, Petrolarınız, ve Katerinalarınız gibi. Kafkasya bir gün mutlaka hür ve mesut olacaktır. Allah, kendi uğrunda çarpışanlara yardımcı olsun. Ey Dağıstan ve Çeçenistan halkları! Ben sizleri para ve menfaat için bu savaşa sürüklemedim. Cihad Allah’ın emridir. İslami özgürlüğümüz tek ülkümüzdür’’
Bu gün Çeçen halkının İslam’a ve özgürlüğe olan tutkuları, içlerinden çıkan Rusya işbirlikçisi devşirme Kadirov ve çeteleriyle manipüle edilmeye çalışılıyor. Her dava önüne çıkan engeller ve kafa karıştıran hilelere karşı mücadele etmek zorundadır. Bunlar imtihanın bir gereğidir.
Abdürreşid İbrahim 1850 yılında Sibirya'da doğdu. Medreselerde yetişti. Ümmetçi ruha sahip, mücadeleci bir öncüdür. 1877 yılında ümmetin sorunlarını paylaşmak ve çözüm bulmak için İstanbul'a geldi. Sonra hacca gitti. O sırada Mekke'de bulunan Kafkas Kartalı Şeyh Şamil ile tanıştı. Şeyh Şamil’in cihat ve direniş ruhundan etkilendi. 1915'te Ruslara karşı Sarıkamış Muharebesi’ne katıldı. Abdürreşid, Mehmet Akif'ten çok etkilendi ve ona şunları söyledi “Akif ne yapayım ki senin kalpleri tutuşturan şiirlerine can verecek yaşta değilim. Sen tüm Afrika'yı dolaşmalısın. Buzlu steplerde, kızgın çöllerde yaşayan Müslüman akvamın ahvalini yakından görmelisin. Şiirin ilkbaharın feyzi gibi, donmuş ruhlara yeniden hayat veriyor. Onları görmelisin, dinlemelisin. Onlar da seni görmeli, dinlemelidir.”
Abdürreşid İbrahim ile Mehmet Akif, ikisi de Cumhuriyet döneminde İstanbul’dan sürgün edildiler. Abdürreşid gittiği her ülkede Müslüman halkları hilafete bağlılığa ve ümmet ile dayanışmaya teşvik ediyordu. Kurtuluşu İslam’da ve ümmetin uyanışında görüyordu. Onun nezdinde Hilafet sembolikti ama önemliydi. Kısa sürede ‘hilafet makamı’ yeni kurulan cumhuriyetin banilerince kaldırıldı. Karşı çıkan âlimlere ağır cezalar verdiler. İstiklal Mahkemelerinde çoğu idama çarptırıldı. ‘’Hilafetin kaldırılmasının ardından Türk-Rus ilişkileri iyileştiğinde, Rus yetkililer Abdürreşid İbrahim hakkında Ankara hükümet yetkililerine baskı uyguladılar. Baskılar artınca Abdürreşid, Sibirya'dan getirdiği Tatar kardeşlerinin yerleştiği Reşitli Köyünde bir süre ikamet etti. (Şimdiki adı Böğrüdelik,Cihanbeyli/Konya) 1933 yılına kadar 8 yıl bu köyde öğrenciler yetiştirdi’’
Anadolu’da İslam’ın devreden çıkartılması politikaları karşısında bir şey yapamamanın ıstırabını yaşayan Abdürreşid 1930 yılında hacca gitti. Hacda Hintli ve Japon kardeşleriyle bir araya geldi. Yıllar önce Japonya'da diktiği İslam ağacının büyümesine katkıda bulunmak amacıyla 1933 yılında 83 yaşında Japonya'ya gitti. 25 yıl önce satın alınmasına öncülük ettiği arsaya Tokyo Camii’nin inşa ettiler. 1939'da İslamiyet Japonya'da resmi din olarak tanındı. Abdürreşid İbrahim 6 yıl kadar burada vazife yaptı, Japon halkından birçok öğrenci yetiştirdi.(Âlem-i İslam, Abdürreşid İbrahim, Nesil Yayınları, Çeviri: Mehmed Paksu, İstanbul, 2013, 2. Baskı)
Marksist-Leninist görüşlere sahip Tito liderliğindeki Yugoslavya'da Müslümanların hakları için mücadele eden Aliya gazete ve mecmualarda yazılar yazdı. 1960'lı yıllarda yazmaya başladığı "İslam Deklarasyonu" kitabını 1970'te yayınlandı. 1983'te 12 Müslüman dava arkadaşıyla beraber tutuklandı. Aliya'nın mahkumiyet kararı, "İslam Deklarasyonu" kitabına dayandırıldı ve 14 yıl hapse mahkum edildi. 1990'lar başında Yugoslavya dağılma sürecine girdi. Gerginlikler başladı, sonunda üniterleşme eğilimleri çatışmalara evrildi. Çatışmalar 1991 Ekim ayında Bosna Hersek'in köylerine de sıçradı. Rus yanlısı Sırp politikacı Radovan Karadzic, savaş olması durumunda Müslümanların yok olacağını savundu. Aliya, Karadadzic'e verdiği net bir cevapla, ‘Müslümanların asla yok olmayacağını’ vurguladı.
Bosna Hersek'te Mart 1992'de bağımsızlık referandumu yapıldı. Sırpların boykot ettiği referanduma katılanların yüzde 99'dan fazlası "bağımsız" Bosna Hersek'in için "evet" dedi. Aliya, tüm Bosna halkını saldırılara karşı direnişe davet etti. Aliya'nın liderliğinde çetin bir mücadele başladı. Sırp askerler, Bosnalı sivillere karşı büyük katliamlar gerçekleştirdiler. İnsanlar sürüldü, kadınlara tecavüz edildi, tarihi miras yok edildi, kurulan toplama kamplarında sivillere ağır işkenceler yapıldı. 200 bine yakın insanın öldüğü, 1 milyondan fazla insanın evini terk etmek zorunda kaldığı savaş, 1995'de imzalanan Dayton Barış Anlaşmasıyla sona erdi. Aliya, silahların sustuğu ama ülkeye karışık bir düzen getiren bu anlaşmaya ilişkin, "Bu adil bir barış değil, ancak savaşın sürmesinden daha iyidir." ifadelerini kullanmıştır.
Aliya’nın mücadeleyle yoğrulmuş sözlerinden bazıları şunlardır; “Din ahlaktır; onu hayata geçirmek terbiyedir. Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın soykırımı unutmayın. Unutulan soykırım tekrarlanır. Bizi toprağa gömdüler fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlar. Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır. Her şeye kadir olan Allah`a yemin ederim ki köle olmayacağız. Ben Avrupa`ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptı. Hem de Batı`nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”
İslamsız rejimlerin dünyayı getirdikleri nokta bu oldu. Teknoloji, bilim, akılcılık, zenginlik, metropol yaşam, dünyaya barış, esenlik getirmedi. Savaş, katliam ve daha çok otoriterleşme getirdi. Güçlü olmak silah devi olmakla eşdeğer görüldü. Müstağni dünya sistemleri ile acı ve gözyaşı dinmeyecek. Ve yeryüzüne adalet ve ahlak gelmeyecek.
Rabbimiz İslam’ı tevhid, adalet ve merhamet dini olarak seçti. İslam barış ve esenliğin kaynağıdır. Hamiyettir. Saygıdır, ahlaktır, iyilikte yardımlaşmaktır. Şimdi yeniden İslam’la ayağa kalkmak vaktidir. Biz Allah’ın dinine yardım edersek o bize yardım edeceğini vaad ediyor. Zulüm karşısında susan dilsiz şeytandır. Müslüman dünyada olan bitenlerle ilgilidir. Adil şahid, ahseni takvim bir duruşu kaim tutmak zorundayız. Vasat ümmet olmanın şiarı budur. Rabbimiz yeryüzünde mazlumlara İslam’la ayağa kalmak nasip etsin.
Rasulullah (s.a.v.) den bir rivayette şöyle buyurulmuştur: “İnsanlar bir zalimi görürler de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah"ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.” (Tirmizî, Tefsîru"l-Kur"ân, 5;Ebû Dâvûd, Melâhim, 17) İbn Abbâs"ın (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sav) Muâz b. Cebel"i Yemen"e gönderirken şöyle buyurmuştur: “...Mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur.” (Buhârî, Zekât, 63; Müslim, Îmân, 29)
Rengi, ırkı, mensubiyeti ve inancı ne olursa olsun mazlumun hakkına sahip çıkmak İslam’ın şiarlarındandır. Tepkisiz kalmak, göz yummak zulme bir yönüyle ortak olmaktır. Çünkü yapana cesaret verir. Zulme karşı çıkmak ahlakımızın bir gereğidir. Davet görevimizin önemli bir adımıdır. Zulüm Ukrayna’ya da yapılsa, Kudüs’e Şam’a da yapılsa zulümdür. Zalimin kim olduğuna bakılmaz. Tarafımız mazlumun yanıdır.
“Zulmedenler asla felaha eremezler.” (Enam, 21)
YAZIYA YORUM KAT