İzmir dellenmesi ve ‘biz kardeşiz’ edebiyatı
Beyaz Türklerin İzmir dellenmesinin ardından dile getirilen, “İzmirliler Kürtlerle bu şehirde yıllardan beri yan yana kardeşçe yaşıyorlardı, bu kardeşlik duygusunu hükümetin ‘Kürt açılımı’ bozdu” izahlarının tamamen doğru olduğu kanaatindeyim... Bu izahatın sahipleriyle ihtilafım şurada ki, “kardeşlik”ten farklı şeyler anlıyoruz. Onlara göre kardeşlik şefkattir, bana göreyse eşitlik içermeyen bir kardeşlik hakiki manada kardeşlik sayılamaz...
Bir “şefkat kardeşliği”ne eşitlik zerk etmeye kalkarsanız, istisnalar hariç karşılaşacağınız şey, şefkatin azalmasıdır. Çünkü şefkat, eşitsizliğin tarlasında boy atan bir duygudur ve yönü kuvvetliden zayıfa doğrudur. Bence İzmirli taşçılar, “Kardeştik, ‘açılım’ bizi bozdu” derken, “Beni, eşitim görmediğim fakat sevip şefkat duyduğum Kürt kardeşimle eşit kılarsanız, ona olan sevgim ve şefkatim azalır” demiş oluyorlar. İzmirliler, Kürtleri Türklerle eşit kılmayı hedefleyen politikalar söz konusu olduğunda neden zona çıkardıklarını irdelemedikleri sürece, “Kürt kardeşleriyle” aralarına “eşitlik mikrobu” sokan ve böylece onlara karşı şefkatlerinin azalması sonucunu doğuran “açılım” sürecini lanetlemeye devam edecekler.
Yazının bundan sonrasında bu özeti açmaya, söylediklerimi temellendirmeye çalışacağım...
Amele Kürt - müteahhit Kürt
Orhan Miroğlu Taraf’ta, kendi başından geçen bir hikâyeyi anlattı geçenlerde... Anlattıkları, “Türk-Kürt kardeşliği”nin Türkler açısından özünü (abi-kardeş ilişkisi) ve zayıflığını (eşitsizlikle malûl bir şefkat kardeşliği) ortaya koyarak benim yukarıda özetlediğim durumu doğrular nitelikteydi. Hatırlayalım Miroğlu’nun yazdıklarını:
“Cezaevinden çıktığım yıllarda, yasal haklarım elimden alınmıştı. Mesleğim olan edebiyat öğretmenliğini yapamıyordum. Ben de ekmek parası için sermayesiz Kürtlerin genellikle yaptığı işlerin peşinden koştum durdum. Bu işlerin başında bildiğiniz gibi, inşaat işleri gelir. Bir ara, Ankara’da zor bela ve tam da Kızılay’da bir binanın onarım işini yapıyordum. Mevsim kış. Binaya malzeme gidecek ama trafik polisinden izin almak gerekiyor. Araçlarının içinde duran polislere gittim ve derdimi anlatmaya başladım. Beni dinledikten sonra amirleri ‘Siz nerelisiniz (diye sordu. ‘Mardinliyim’ dedim. ‘Ya’ dedi, ‘Mardin’den gelmişsiniz ve Kızılay’ın ortasında bu işi yapıyorsunuz!’ Ne diyeyim, sustum kaldım tabii, ‘Evet’ demekle yetindim. İş dediği muteber bir müteahhidin hiç uğraşmayacağı bir iş aslında Ama Ankara’nın adı var, Kızılay’ın başka namı var. Ve amir bey, Mardinli bir müteahhidi Kızılay’daki bir işe pek uygun bulmamıştı anlaşılan... Onun gözünde Mardinli elinde keleşkof dağlarda gezen biri olmalıydı, bu havada, kış kıyamette ne işi vardı Kızılay’da.”
Miroğlu’nun en sondaki hüküm cümlesi doğru fakat eksik... O trafik polisi “elinde keleşkof dağlarda gezen” bir Mardinliyi yadırgamazdı, evet... Fakat Çankaya’daki bir inşaatta amele olarak çalışan Mardinli bir Kürdü de yadırgamazdı... Daha önemlisi, “müteahhit” ve “dağlarda gezen” Mardinliye karşı negatif duygular beslerken, “amele” Mardinliye büyük bir ihtimalle “şefkat” duyacaktır. Neden? Çünkü ilk iki “Mardinli” en azından potansiyel olarak “eşitlik” talebinde bulunmaktayken, böyle bir şey üçüncü “Mardinli”nin aklından bile geçmemektedir. (Nasıl ki, okulda “türban”ıyla hademelik yapan kadın değil de, onun okuyup öğretmen olmuş ve “türban” takmaya devam eden kızı problem teşkil etmektedir.)
Baba, oğul, üvey kardeş ya da devlet, Türkler, Kürtler...
Yıllardır Kürtlerin “kardeşimiz” olduğunu söyleyip duruyoruz. Doğru, fakat bu kardeşliğin eşit bir kardeşlik olduğunu söyleyebilir miyiz? Çoğu abi-kardeşlikte olduğu gibi, yönü abiden kardeşe olan bir şefkat var, tamam, fakat bu şefkatin sürmesi için neyin gerektiğini de hepimiz tecrübelerimizden biliriz: Abinin imtiyazlarına saygı ve abiye itaat... Bir küçük kardeşin abisine “Ben senden yaşça küçük olabilirim, fakat bu aynı haklara sahip olmadığımız anlamına gelmez” dediğinde başına ne gelirse, şu anda Kürtlerin başına da o geliyor.
Psikiyatr Prof. Dr. Doğan Şahin, Habertürk’ten Kutlu Esendemir’e birkaç hafta önce verdiği bir söyleşide, bunları “üvey kardeş” metaforu üzerinden çok güzel anlatmıştı. Esendemir’in “Uzun aradan sonra yine İstanbul sokakları, ‘Ne mutlu Türküm diyene’ yazılarıyla dolmaya başladı” hatırlatması üzerine bakın Doğan Şahin neler demişti:
“Yıllardır düşman olarak gösterilen karşı tarafın, birden devlet tarafından kabul edilmesinin yarattığı şaşkınlık ve tepkidir. Aslında şuna benzetilebilir: Yıllardır evden dışlanan, horlanan bir üvey kardeşiniz var, ailenin gerçek sahibi ve varisi olarak kendinizi görüyorsunuz, ama birden babanız o zamana kadar aile yemeğine alınmayan bu kardeşi sofraya çağırıyor.
“Oysa yıllarca, kardeşiniz hakkında en olumsuz duyguları beslemeniz için elinden geleni yapmış, sizi ona karşı kışkırtmış, onun gibi olmadığınız için sizi övmüş, her şeyin varisinin siz olacağınızı söyleyip durmuş. Siz de babanızın gözünde artan değerinizin büyüklenmeciliği ile kardeşiniz hakkında atıp tutmuşsunuz. Size zarar vermeye çalıştığını düşünmüşsünüz. Sonra günün birinde babanız birden, ‘hadi bakalım, siz kardeşsiniz, sarılıp öpüşün’ demiş. Öyle bir hayal kırıklığı ve aldatılmışlık duygusuna kapılırsınız ki, kendinizi kullanılmış hissedersiniz ve hem babanıza hem kardeşinize karşı intikam duygularına kapılmaya başlarsınız.”
Faşizan eğilimlerin panzehiri
Doğan Şahin’in “üvey evlat” metaforunun, anlamaya hizmet eden o has metaforlardan biri olduğunu hemen teslim edeyim... Fakat bence Dr. Şahin, babanın “siz öz kardeşsiniz” itirafının “esas” kardeşte sadece “intikam duygusu”na yol açtığını söyleyerek eksik bir sonuca varıyor ve metaforuna haksızlık ediyor.
Oysa durum şudur: “Esas” kardeş, üvey bildiği kardeşine karşı o âna kadar beslediği sevgi ve şefkati (artık ne kadarsa), şimdi gerçekten öz kardeşi olduğunu öğrendiği kişiye karşı besleyememektedir. Oysa o, sahip olduğu bu sevgi ve şefkati insancıllığının, uygarlığının kanıtı olarak görmekteydi: Sadece başkalarına karşı değil, kendisine karşı da...
Daha da fenası, övündüğü insancıllığının, uygarlığının köksüzlüğünü ortaya çıkaran şey, kardeşinin kendisiyle eşit olduğunun ilan edilmesidir... İnsanın böyle bir yüzleşme karşısında bütün duygusal kontrolünü kaybedip hırçınlaşmasından doğal bir şey olamaz.
“Taş atan İzmirliler”e gelince... “Demokratik açılım” adlı turnusol kâğıdı, onların “Kürt kardeşliği”nin eşitsizlikle malûl olduğunu gösterdi, bu kardeşliğin sınırlarını ve zaaflarını ortaya çıkardı. Onlar da tıpkı hikâyedeki “asıl kardeş” gibi, sevgi ve şefkat duydukları Kürt kardeşlerinin kendileriyle eşit ilan edilmesinin travmasını yaşıyorlar şimdilerde...
Bu arada biz de hep birlikte bir kez daha gördük ki, faşizan eğilimlerin panzehiri sevgi değil eşitlik duygusudur.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT