İttihatçılık ve Ergenekon
İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Osmanlı Devleti'ni ele geçirişinin 100. yılını anarken, Ergenekon iddianamesini tartışıyoruz.
2. Meşrutiyet ilanına ülkeyi götüren süreç, hürriyet sloganlarıyla başa geçen istibdat rejimi, usuller ve zihniyeti okuduğunuzda yüz yıllık bir mesafeden baktığınıza inanamıyorsunuz. Sanki tarih belirli daireler çizerek kendini tekrarlıyor, biz de şaşkın bakışlarla seyrediyoruz. (2. Meşrutiyet ile ilgili bilgilerini tazelemek isteyenler Ahmet Turan Alkan'ın çarşamba günü başlayan yazı dizisinden faydalanabilirler.)
Paralelliğin farkında olan Ergenekoncular, 28 Şubat'a 3. Meşrutiyet yakıştırması yapmış. Ayışığı başarılı olsaydı, herhalde dördüncü meşrutiyet unvanı verilirdi. 1960 darbesinden sonra kurulan düzene Fransa'yı takliden ikinci cumhuriyet demişlerdi. Doğru kavram İttihat ve Terakki'nin dönüşü olmalıydı. Numaralı cumhuriyetten sonra numaralı meşrutiyet kavramını da öğrenmiş olduk. Yakup Cemil, Topal Osman ve Veli Küçük isimleri üzerinden gittiğimizde fasılalı görünen fakat hiç yok olmayan çizgiyi daha net takip edebiliriz.
Başa dönelim. 1908'de hürriyet ve kanun hâkimiyeti sloganıyla işbaşına gelen askerî bürokratik oligarşi, kısa bir süre sonunda en iyi bildiği işe, silahlı sindirmeye başladı. Hesapsız maceralarla Osmanlı İmparatorluğu'nun sonunu hazırladı. Başta, Enver, Talat ve Cemal paşalar bulunsa da devrin sembol ismi Yakup Cemil'di. Bâbıâli Baskını'nda Harbiye Nazırı Müşir Nazım Paşa'yı şakağına sıktığı kurşunla infaz eden fedai, Yakup Cemil; gücünü kendinden menkul zannedip haddini aşmaya başlayınca tetikçiliğin kaçınılmaz sonuyla karşılaştı. Enver Paşa'ya suikast girişimi suçlamasıyla idam edildi. Yakup gitti ama Yakup'lar bitmedi. İttihatçılığın baskın rengi olarak devam etti.
Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte İttihat Terakki üst kadroları tasfiye edildi. Ama alt kadrolar, bürokrasinin genlerine işleyen vesayet zihniyeti ve sorun çözme usulleri miras kaldı. Mustafa Kemal Paşa'nın Muhafız Kıtası Komutanı Topal Osman Ağa, korumalığı abartarak muhalifleri infaza girişti. Meclis'te Mustafa Kemal Paşa ile tartışan Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey'i boğarak öldürdü. Onun da sonu Yakup Cemil'den farklı olmadı. Çankaya sırtlarında kıstırılarak 'ölü ele geçirildi.' İkinci büyük savaşı bitiren dünya yeniden şekillenirken, Türkiye'nin nasibine çok partili demokrasi düştü. İşbaşındaki vesayetçi yönetim 1946 seçimlerini 'açık oy, gizli sayım' aldatmacasıyla geçiştirdi. Ancak 1950 seçimlerini kaybettiler. Gönülsüzce devrettikleri yönetimi 1960'ta kanlı bir darbe ile geri aldıklarında hazırlıklara ilk günden başladıkları anlaşıldı. Fırsatı iyi değerlendirdiler. Seçilmişlerin alanını daraltan, müdahaleyi ve vesayeti kurumsallaştıran bir sistem kurdular. O günden bu zamana Türkiye çok partili siyasi hayata müdahalelerle yaşıyor. Aktörler ve metotlar değişiyor ama sonuç değişmiyor: Darbe
Bugün de kendini devletin gerçek sahibi sayan bir grup asker ve sivil hakkında 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs' suçlamasıyla iddianame tanzim edilmiş durumda. Bunların sembol ismi de Veli Küçük. Artık idam cezası yok, ispatlanırsa suçun karşılığı müebbet hapis. Ergenekon'u cezalandırdığımızda her şey bitmiş olmayacak. Önleyici tedbirleri almadan, zihniyeti kazımadan rehavete girmemek gerekiyor. Misyonunu tamamlamış, biraz da haddini aşarak problem haline gelmiş piyonları yiyerek mücadeleyi kazanamayız. Yakup gider Osman gelir, Veli gelir, Ali gelir... Ergenekon'un kabuk ve aktör değiştirerek karşımıza çıkmasını önlemenin yolu yeniden yapılanmasına engel olmak. Bunun için yargıçların yapabileceği şeyler sınırlı. Görev sivil siyasete düşüyor, önleyici tedbirleri ancak onlar alabilir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT