İttihadçıların azılı düşmanı olan bir alim: Muhammed Zâhid Kevserî
Selim Teke, Muhammed Zâhid Kevserî'nin hayat hikayesine odaklanıyor.
Selim Teke / Mecra
Mısır’da bir ilim hazinesi: Muhammed Zâhid Kevserî
Hakkında tutuklama emri çıktığını öğrenmesiyle ailesine bile haber veremeden İstanbul’dan Mısır’a göç etmek zorunda kalan Muhammed Zâhid Kevserî, yolculuğa çıktığında ülkesine bir daha dönemeyeceğinden habersizdi. Mısır’a intikalinden sonra birçok ilim talebesi gibi pek çok kez onu ziyaret etmiş olan Muhammed Ebu Zehra’nın da dediği gibi o “araştırmalarının ve yazdıklarının çok üzerinde, Mısır’da bir ilim hazinesiydi.” Zâhid Kevserî, İslamî ilimlere vukûfiyeti dönemindeki alimlerce; hem onun görüşlerine yakın olanlar tarafından, hem de bizzat tenkit ettiği kişiler tarafından kabul edilmiş, son yüzyılda yaşamış en büyük âlimlerden biriydi. Mısır’da yaşadığı zamanda onunla sürekli irtibatta olan Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin söylediği gibi Zâhid Kevserî sahili olmayan iki deryada, yani fıkıh ve hadis ilminde emsalsizdi.
Babası Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevi’ye bağlı Nakşi şeyhi bir âlim olan Zâhid Kevserî, 1879 yılında Düzce’de babasının adıyla anılan Hacıhasan köyünde doğmuştur. Kafkasya’da doğan babası Hasan Hilmi Efendi Rus işgalinden dolayı talebeleriyle birlikte Düzce’ye göçmüş ve burada yaptırılan medresede birçok talebe yetiştirmiştir.
Kevserî temel eğitimini bu medresede babasından almıştır. Daha ileri eğitim için Düzce’deki rüştiye mektebine gitmiş, bunun yanında bölgedeki tanınmış âlimlerden sarf ve nahiv dersleri okumuştur. Mezun olduktan sonra 1893’de İstanbul’a gitmiş, Kazasker Hasan Efendi Dârülhadis Medresesi’nde öğrenim görmeye başlamıştır. Büyük bir ilim merkezi olan İstanbul’a vardığı andan itibaren ilim peşinde koşan İmam Kevserî, Fatih Camii ders halkalarına katılmış ve birçok önemli âlimden muhtelif konularda eğitim almıştır. Babasının sıkı arkadaşı ve Ahmet Ziyâeddin Gümüşhânevi’ye bağlı olan Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi’den dersler alırken bir yandan da beş yılda bir yapılan Ruûs sınavlarına hazırlanmıştır. Şahsiyetinin oluşmasında oldukça etkisi olan Hasan Hilmi Efendi’ye tabi olarak tasavvuf yoluna girmiştir. Hasan Hilmi Efendi’den okuduğu derslerin dışında “delilim ve rehberim” olarak tanımladığı Eginli İbrahim Hakkı Efendi’den sarf, nahiv, fıkıh, tefsir okumuştur. İbrahim Hakkı Efendi 1895’te vefat edince İbrahim Hakkı Efendi’nin yönlendirmesiyle kendisinden oldukça etkilendiği, hakkında ilimde öncüm ve en büyük yardımcımdır dediği Ali Zeynelabidin el Alasoni ile derslerine devam etmiştir.
25 yaşında medrese eğitimini tamamlayan ve icazet alan İmam Kevserî, ders verecek hocaların yetkinliğini ölçmek için yapılan Ruûs sınavına girmiştir. Sınavı başarıyla verip şer’i, edebi ve akli ilimlerin tamamında ders okutabileceğine dair icazetini aldıktan sonra Fatih Camii'nde müderris olmuştur. 1907’de “Dersiam” sıfatıyla derslere başlayan İmam Kevserî 1. Dünya Savaşı’nın başlarına kadar cuma günleri hariç her gün ders vermiştir.
Vaktinin çoğunu ders vermekle harcayan Kevserî, 1913 yılında medreselerin ıslahı için kurulan ve eğitimde ne gibi değişikliklerin yapılabileceğini ele alan bir komisyona üye seçilmiştir. İmam Kevserî komisyonda, müfredata pozitif ilimleri sokmayı ve eğitim sürecini 8 yıla indirmeyi teklif eden İttihat ve Terakki partisi üyelerine karşı çıkmıştır. Ders sayısının arttırılmasına rağmen eğitim süresinin düşürülmesinin uygun olmadığını, bilhassa dini ilimleri okuyan öğrencilerin Arapça için hususi bir süreye ihtiyaç duyduğunu savunmuştur.
Zâhid Kevserî’nin komisyon üyelerini de ikna ederek 15 yıl olan eğitim süresini 18 yıla çıkartması İttihat ve Terakki üyeleri ile arasını açmıştır.
Savaş yılları yaklaşırken İmam Kevserî’ye İttihatçı bir arkadaşı tarafından İstanbul’da kalmasının sakıncalı olacağı konusunda uyarı gelmiş ve Kastamonu’da yeni yapılacak bir medresenin başına geçmesi teklifi yapılmıştır. Hükümet tarafından görevlendirilmiş olmasına rağmen Kevserî İstanbul’dan ayrılmadan önce Daru’l Fünûn öğretmenlik sınavlarına girmiş ve sınavı başarıyla geçmiştir. Fakat İttihat ve Terakkicilerin müdahil olup onun yerine başka birini göreve getirmelerinden dolayı İmam Kevserî 3 yıl kalacağı Kastamonu’ya doğru yola çıkmıştır.
Kastamonu’daki medresenin tamamlanmasının ardından tekrar ders verebilme ümidiyle İstanbul’a doğru yola çıkmıştır. Mevsim kış olduğu için seyahat için deniz yolunu tercih etmek zorunda kalmış ve İğnebolu’ndan küçük bir tekneye binmiştir. Hava şartları bozulmaya başlayınca kışı geçirmek adına Düzce’ye geçmeye karar vermiştir. Fakat tekne, Ereğli limanına yaklaşırken, yükselen dalgalar yüzünden alabora olunca Kevserî boğulma tehlikesi yaşamıştır. İmam Kevserî limandaki insanlar tarafından kurtarılmış olmasına rağmen kendisi için çok önemli olan; neşirleri yedinci, sekizinci asra dayanan el yazması kitapları denize karışmıştır.
“Şeyhulislamlığım zamanında Zahid efendiyi ders vekili olarak tercih ettim. Onu ders vekaletine getirdim derken, hak etmediği halde bu görevi verdiğimi söylemek istemiyorum. Bilakis asrın İslam alimlerine karşı onunla övünmek için bunu yaptım”
Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi
Memleketi Düzce’ye vardığında İstanbul’dan görev için çağırıldığını duyan Kevserî vakit kaybetmeden İstanbul’a hareket etmiştir. Bir ay kadar Daru’l Safakati’il İslamiyye’de müderrislik yaptıktan sonra 1919 tarihinde Şeyhülislam ders vekili olarak görevlendirilmiştir. Fakat onun doğruluk ve haktan ayrılmayan yapısı bu görevi uzun süre sürdürmesine engel olmuştur. Bir medreseyi garaj yapmak için yıktırmak isteyen İttihat ve Terakki üyelerine şiddetle karşı çıktığı için görevinden azledilmiştir.
“Üstadımız el-Kevseri, İslam'a hizmet ve ilmi misyonunu en üst seviyede yerine getirmiş dünya çapında bir alimdi. Mısır'da ilmi bir çığır açmış, eserleriyle ölümsüz bir servet bırakmıştı.”
Öğrencisi Kahire vaizi Muhammed İsmail
1922’de bir arkadaşından aldığı haber ile apar topar ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Hakkında tutuklama kararı çıkartıldığı haberi Kevser’inin yolunu, bir başına, ailesini arkasında bırakarak Mısır’a çevirmesine yol açmıştır. Mısır üzerinden Şam’a varan Kevserî burada Daru’l Kütübi’z Zâhiriyye’de yazma eserler üzerinde incelemeler yapmıştır. Kahire’ye geri döndüğünde Türkçe metinlerin Arapça’ya çevrilmesi için Dârü’l-mahfûzâti’l-Mısriyye tarafından açılan işe başvurmuş, sınavı birincilikle kazandıktan sonra burada çalışmaya başlamıştır. Geçinebilecek kadar maaş sahibi olan İmam Kevserî bir arkadaşının ona ev açmasının da ardından İstanbul’daki ailesini yanına getirtmiştir. Ne yazık ki, evinden uzak olduğu zamanda bir kızı ve bir oğlu vefat eden Kevserî sadece karısı ve iki kızına kavuşabilmiştir.
“Hadis ve fıkıh ilimlerinde kaynak sayılacak derecede alim idi. Ne zaman ziyaretlerine gitsek, çeşitli milletlerden talebeleri yanında bulurduk. Onlardan her biri ilmi meselelerde hocadan cevap almak ve onu tezi veya hazırladığı mevzuda kaynak gösterebilmek için sabırla izahını beklerlerdi. Zira hocanın malumatının esasa dayanması hususunda hiç şüpheleri yoktu.”
Ali Ulvi Kurucu
Evini bir medreseye çevirerek öğrenciler yetiştirmeye başlayan Kevserî verdiği derslerin ve yaptığı işin yanısıra Mısır’da bulunduğu zamanlarda çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar yazmıştır. Yazılarında daha çok modernistleri tenkit etmiş ve son yüzyılda ortaya çıkmış mezhep karşıtlığını eleştirmiştir. Akidenin, sağlam olduğu takdirde her iyiliğin kaynağı olacağını; bozuk olduğunda ise her türlü kötülüğe temel teşkil edeceğini düşünen Kevserî özellikle itikat konularına eğilmiştir. Hz. İsa’nın nüzulünü inkâr eden kişilere karşı reddiyeler yazmış, Allah’ın “yukarı cihette” olduğunu söylemenin tehlikelerini konu alan makaleler kaleme almıştır. Modernist düşünceleri konu alan reddiyelerinin yanısıra zamanın kadısı Ahmed Şakir’in talak (boşama) konusundaki eserine reddiye yazması ile dikkatleri üzerine çekmiştir. Bazı devlet görevlileri, düşünürler ve Ezher hocaları Zâhid Kevserî’nin sınır dışı edilmesi için çabalamış fakat Kevserî’nin hatırı sayılır arkadaşlarının engellemeleri dolayısıyla istekleri geri çevrilmiştir.
“Son yıllarda vefat edip de yeri boş kalan Kevseri gibi bir alim bilmiyorum. Çünkü o, ilmi kazanç vesilesi ve kötü emeller için bir amaç kılmayan Selef-i Salihin'in son halkasıydı. Çünkü o, Selef-i Salihin'in amaçladığına ulaşan ve onların boş bıraktığı yerleri dolduran kişiydi.”
Muhammed Ebu Zehra
Son dönemin en büyük âlimlerinden olan Kevserî 1952’de, arkasında Abdulfettah Ebu Gudde, Muhammet Emin Saraç gibi birçok tanınmış öğrenci bırakarak Türkiye’ye dönebilme umudu taşırken vefat etmiştir. Vefatından hemen sonra dergilerde yazdığı yazılar öğrencisi Ahmed Hayri tarafından “Makalat” adı altında kitaplaştırılmıştır. Vefatını Düzce’deki kardeşi Necati Efendi’ye duyurmak adına mektup yazan bir öğrencisinin dediği gibi Zâhid Kevserî vefatıyla “yalnız sizleri değil, bütün âlem-i İslam'ı mahzun etmiştir."
Afrika medreselerinde kullanılan bu yöntem, öğrencilerin yazarak öğrenmesini sağladığından, Kur’an’ı ezberlemelerini daha da kolaylaştırıyor. Tahta levhalar sadece ezber için kullanılmıyor, yer yer üzerine tezhip inceliklerinin işlendiği bir sanat eserine de dönüşüyor.
HABERE YORUM KAT