İtil ailesinin CIA ve 12 Eylül Cuntasına uzanan kökleri
Yıldıray Oğur, sümerolog olarak sahte ün yapan Müzeyyen İlmiyye Çığ ve ağabeyi Turan İtil'in CIA ve 12 Eylül Cuntasına uzanan kirli ilişkilerini mercek altına alıyor.
Peki, Turan İtil ABD’den neden Türkiye’ye dönmüştü?
Yıldıray Oğur / KARAR
Henüz Eternal Sunshine of Spotless Mind, Stranger Things gibi yapımlar yokken Amerikalıların zihin kontrolüyle ilk karşılaşması 1962 yılında gösterime giren The Manchurian Candidate ile olmuştu.
Filmde Frank Sinatra’nın oynadığı ünlü bir siyasi aileden gelen Kore Savaşı gazisi Raymond Shaw, esir düştükten sonra komünistler tarafından beyni yıkanmış ve bir suikastçı olarak ABD’deki hayatına geri dönmüştü.
(Gerisi spoilere girer)
Film o yıllar için fantastik bir bilimkurguydu. Ama filmde korkulan komünistlerin zihin kontrolü yapabildiği korkusu gerçekti ve Soğuk Savaş'ın kızıştığı 1950’lerin başında CIA’yi harekete geçirmişti.
1953 yılında CIA direktörü Allen Dulles’un direktifiyle karşı bir zihin kontrol ilacı ya da aleti bulmak için gizli bir araştırma programı başlatıldı: MK-ULTRA.
Programın başında Sidney Gottlieb adlı bir kimyager vardı.
CIA, önce zihin kontrolü deneyleri için önceki ‘deneyimlere’ başvurmuştu.
II. Dünya Savaşı sırasında, Auschwitz ve Dachau toplama kamplarında çalışan Nazi bilim adamları Polonyalı, Rus, Yahudi savaş esirlerini çözmek için morfin, meskalin gibi maddelerle deneyler yürütmüştü.
CIA, bu deneylerde çalışmış Nazi bilim adamlarını işe aldı.
Proje kapsamında; LSD ve diğer kimyasal maddelerle insan denekleri üzerinde elektroşok, hipnoz, duyusal yoksunluk, sözlü ve cinsel istismar ve diğer işkence biçimlerini de içeren etik olmayan deneyler yapıldı.
1955 yılında hazırlanan ve daha sonra ortaya çıkan bir belgede MK-ULTRA projesiyle; “mantıksız düşünmeyi ve dürtüselliği teşvik etmek, akıl yürütme ve algıyı geliştirmek, alkolün sarhoş edici etkilerini önlemek, hipnozun yararlılığını artırmak, sorguda işkenceye karşı dayanıklığı arttırmak, amnezi, şok ve kafa karışıklığı yaratmak” gibi amaçlar sıralanmıştı.
1953 ile 1973 yılları arasında MK-ULTRA gizli projesi için CIA; üniversiteler, araştırma merkezlerini finanse etti, sahte vakıflar kurdurdu, denekler üzerinde deneyler yaptırdı.
CIA’nin MK-ULTRA projesi kapsamında çalışmalarını finanse ettiği bilim insanlarından biri de Amerikalı nörolog ve psikiyatrist Max Fink’ti.
Elektroşokun babası olarak ün salacak Fink, 1958 yılına Roma'da düzenlenen bilimsel bir kongrede CIA destekli çalışmalarını sunarken, Nürnberg Üniversitesi'nden bir psikiyatristle tanışmıştı:
Turan İtil.
Turan İtil, 1924'te Bursa'da doğmuş, 1948'de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden doktorasını alıp, 1950'lerin başında Almanya'daki Tübingen Üniversitesi'nde nöroloji ve psikiyatri eğitimini tamamlamıştı.
Daha sonra Almanya'nın Erlangen kentinde Fritz Flügel'in Nöropsikiyatri Bölümü’nde çalışmaya başlamıştı.
1958’de Roma’da tanıştığı Max Fink ile benzer konularda çalışıyorlardı.
Max Fink, 1962 yılında New York Tıp Koleji’ndeki pozisyonunu bırakıp, Missouri Psikiyatri Enstitüsü'nün başına geçti.
Aslında burası o tarihe kadar bir akıl hastanesiydi. Ama yeni tesisler yapılmış, hastane ilaç deneyleri yapılmak üzere bir enstitüye dönüşmüştü.
New York’tan bir profesör boşu boşuna Missouri’ye gitmemişti.
Fink, 1963 yılında Turan İtil’i Almanya’dan, Missouri Psikiyatri Enstitüsü'ne getirdi ve doçentlik kadrosu verdi.
İkili, enstitüde LSD, meskalin gibi ilaçlarla uyuşturulan, lobomotize edilen kişilerin EEG’lerini (beyindeki elektriksel hareketleri ölçen test) analiz eden bir bilgisayar sistemi üzerinde ortak çalışmalar yaptılar.
“Lobotomiyi takiben merkezi olarak aktif ilaçlara duyarlılığın değişimi” gibi soğuk bilimsel adları olan ama aslında korkutucu bu ortak deneylerin finansörü CIA’ydi.
MK-ULTRA projesinin başında Sydney Gottlieb, Amerikanın başına büyük belalar açacak LSD’yi bu deneyler için ülkeye getirmişti.
Missouri Psikiyatri Enstitüsü'ndeki deneylerde LSD, çoğu hastanenin akıl hastalarından oluşan insan kobaylar üzerinde deneniyordu.
Ama LSD, 60’lardaki hippi gençlik hareketlerinin en popüler uyuşturucu maddesi haline gelmiş, bir kamu sağlığı sorununa dönüşmüştü.
1966 yılında Missouri Psikiyatri Enstitüsü'nde devlet desteğiyle LSD ile deneyler yapıldığı ortaya çıktı.
Missiouri’de yayınlanan bir gazete enstitü çalışanı Doç. Dr. Turan İtil’le LSD deneyi sırasında konuşmuştu:
“Missouri Psikiyatri Enstitüsü'nde araştırmalarda LSD kullanımı tepkilere neden oldu. Psikiyatri doçenti Doç. Dr. Turan Itıl, Missouri Psikiyatri Enstitüsü'nde LSD alan akıl hastalarını bir televizyon monitörü aracılığıyla nasıl izleyebildiğini ve duyabildiğini gösteriyor. Kendisi ve asistanı elektroensefalografi laboratuvarındadır ve monitörde hasta kılığına giren kişi personel doktordur. Dr. Itil, LSD-25'in daha önce umutsuz şizofrenilerin tedavisinde etkili bir ilaç olduğunu ve şimdi araştırmalarını ilerletmek için ilacı alamadıklarını söyledi.”
LSD’nin kullanımı birkaç ay sonra ABD’de yasaklandı. Sadece kullanmak ve bulundurmak değil, LSD ile yapılan tüm araştırmalar da yasaklandı.
Bunun üzerine Max Fink, 1966 yılında Missouri Psikiyatri Enstitüsü'nden ayrıldı.
Fink, New York’a döndü ve CIA ile ortak çalışmalarına devam etti.
Turan İtil ise Missouri’de kaldı.
Daha sonra ortaya çıkan belgelere göre artık Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri’nin finanse ettiği CIA’in MK-ULTRA deneyleri ve LSD kullanımı gizli olarak devam etti.
Ama 1973 yılında Missouri Psikiyatri Enstitüsü'ndeki bu gizli deneyler deşifre oldu.
Scientology Tarikatı’ndan bir rahibe verilen belgeler enstitüde akıl hastaları üzerinde ilaç deneyleri yapıldığını gösteriyordu.
Yüzlerce sayfalık belgelerle ispatlanan skandal üzerine enstitünün başındaki George Ulett ile birlikte yardımcısı Turan İtil görevlerinden istifa etti.
Soruşturmaların ardından enstitü kapatıldı ve adı değiştirildi.
Bu arada 1973 yılında ABD’de Watergate Skandalı patlak vermişti.
CIA Direktörü Richard Helms, skandalın paniğiyle tüm MK-ULTRA dosyalarının imha edilmesini emretti.
Ama Aralık 1974'te New York Times, MK-ULTRA projesini deşifre eden bir haber yayınladı.
Haber üzerine ABD Kongresi, Kilise Komitesi ve Rockefeller Komisyonu tarafından CIA’in bu gizli çalışması soruşturuldu.
Helms’in yok edemediği 20 bin sayfalık belgelere ulaşıldı.
Özellikle ABD ordusunda biyokimyacı olarak çalışan Frank Olson adlı bir askere 1953’te rızası olmadan verilen LSD sonucunda 13. kattaki bir pencereden düşerek öldüğü ortaya çıkarılınca skandal büyüdü.
Deneylerde kobay olarak Amerikan hapishanelerindeki siyahi mahkumların, Kanada yatılı okullarda kalan yerli çocukların da kullanıldığı ortaya çıkarıldı.
Japonya, Almanya ve Filipinler gibi ABD’nin sıkı ilişkilerinin olduğu ülkelerdeki gözaltı merkezlerindeki tutuklular da elektroşoktan yüksek dozda LSD'ye kadar değişen psikolojik işkencelere maruz kalmışlardı.
Soruşturmada, CIA’in desteğiyle 1960’lı yıllardan itibaren Missouri Psikiyatri Enstitüsü'nde yapılan deneyler de soruşturuldu.
Enstitüsünün eski çalışanları Kongre duruşmalarında iade verip, enstitüdeki deneylerde bölgede evsiz ve akrabası olmayan hastaların kullanıldığını söylediler.
1973 yılında Missouri Üniversitesi'nden istifa eden Turan İtil ise artık New York Tıp Koleji'ndeydi.
Aynı kolejde olan Max Fink, denizaşırı bir ülkede kurduğu şirket üzerinden İtil’le ortak çalışmalar yürütmeye devam etti.
Turan İtil, ilaç deneyleri için 1973’de New York’ta bir de laboratuvar kurmuştu:
“HZI Araştırma Merkezi Laboratuvarı.”
HZI adı anne (Hatice) ve babasının (Zahit) adlarının baş harflerinden geliyordu.
Aynı adla 70’lerin başlarında Türkiye’de de bir vakıf kurdu:
“HZI Vakfı”
Vakıf, ABD’deki psikiyatri alanında sınırlamalar getirilen ilaç araştırmalarını Türkiye’deki kobaylar üzerinde denemeye başladı.
CIA soruşturmasının sonunda 1976’da başkan Gerald Ford, ABD’de “insan özneleri üzerinde uyuşturucu denemesini” yasakladı.
Peki, Turan İtil ne yaptı?
ABD’de yaptığı bu büyük kariyeri bırakıp, 1980 darbesinden sonra tamamen Türkiye’ye geldi ve kızkardeşinin başkanlığını yaptığı Gayrettepe’deki HZİ Vakfı’nda araştırmalarını sürdürdü.
Darbe sonrası atmosfer onun için bir fırsattı.
Muazzez İlmiye Çığ, 1984’de vakıftaki ilaç deneyleri deşifre olunca Nokta dergisinin yaptığı haberde ağabeyinin neden Türkiye’ye geldiğini şöyle açıklamıştı:
“Turan, ‘Ben ne yapabilirim?’ diye düşündü. ‘Bu genç çocuklar nasıl teröre bulaştılar, bunların psikolojisini araştırabilirim’ dedi. Daha sonra Turan buraya geldi. O zaman Kenan Evren ve Millî Güvenlik Kurulu vardı. Bir vasıtayla kurula gidip, yapmak istediği araştırmayı anlattı. Meğerse askerler, 1977’de böyle bir araştırmaya başlamışlar.”
Askerlerin 1977’de tam da bu deneylerin ABD’de yasaklandığı yıllarda başladığı araştırma neydi, hangi vasıtayla, bütün kariyeri Almanya ve ABD’de geçmiş İtil, Milli, Güvenlik Konseyi’ne sunum yapabildi, bilinmiyor.
Ama bu sunumun sonunda artık gazetelerde kendisinden “terörizm araştırmacısı” diye bahsedilen İtil, öyle bir güce ulaşmıştı ki hapishanelerde testler ve iğnelerle araştırmalar yapıyor, hapishanelerden mahkumları kobay alarak alıp vakfına getirebiliyordu.
Üstelik bu gizli bir bilgi de değildi. Onlarca tanığı bunu gazetelere anlatmıştı.
12 Eylül’ün ardından Erzurum’da hapishanede yatmış olan solcu mahkum İbrahim Aydın da Bellek Müzesi için yapılan sözlü tarih çalışmasında yaşadıklarını şöyle anlatmıştı:
“Tabii bu arada şöyle bir şey de oldu onu atlamaktan geçmeyeyim. Bize bir ara bir özellikle hücrelere götürüp çıkarırken yoğun iğne vurmaya başladılar. Yani ne olduğunu bilmediğimiz tarzda böyle 00:51:00bir anda işte 5 enjektörün, 6 enjektörün doldurulup iğne vurulduğu olaylar olmaya başladı. Bütün hücreye giden arkadaşların hemen hemen hepsine aşağı yukarı bu uygulamayı yapmaya başladılar. Hücreye giriyorsun 1 hafta sonra çıkıyorsun, girerken atıyorum 10 tane iğne yiyorsun çıkarken bir 10 tane daha iğne yiyorsun. Sonra 1 hafta sonra bir daha gidiyorsun yine o iğneyi vuruluyorsun. Öyle bir yoğun bir iğne vurma şeyi, furyası başladı. Bir yandan da bizi sürekli hava alanına çıktığımız zaman havalandırmaya çıktığımız zaman bizi kulelerden gözleyen hiç tanımadığımız tipler ortaya çıkmaya başladı. Ve bu uzun zaman sürdü, birkaç ay sürdü bu uygulama. Toplam benim kendime saymıştım. 52 tane iğne vurmuşlardı bana. Sonra herhangi bir etkisi falan olmadı. Herhangi bir şey hissetmedim. Daha sonra bunun ne olduğunu araştırdık, öğrendik. Bu proje Türkiye'de yürüten, siyasi mahkumlar üzerinde bir deney olarak yapan Turan İtil diye bir kişi yapıyor. Bunun arka planını biraz daha sonradan bunu öğrendik. Özellikle Amerikan menşeli işte "Komünizm bir hastalıktır dolayısıyla hastalık pekala tedavi edilebilir" diye başlayan bir proje bu. Dolayısıyla bunu Türkiye'de Turan İtil yürütüyor bu projeyi, dolayısıyla siyasi mahkumlar üzerinden komünistleri tedavi etmek için böyle bir uygulama aslında yürütülüyor. Bunun birçok suç duyurusunu yaptık. Daha sonradan hastanelere götürdüler, incelediler, tahliller yaptılar. Herhangi bir şey çıkmadı.”
Turan İtil, hapishanelerde ve siyasi mahkumlar üzerinde asker destekli yaptığı araştırmaları o dönem verdiği röportajlarda anlattı:
HZİ Vakfı, çeşitli devlet kurumlarıyla işbirliği içinde Uluslararası Terörizm Konferansları düzenledi.
Konferansların birine eski CIA Türkiye masa şefi Paul Henze de konuşmacı olarak katılmıştı.
https://kutuphane.ttk.gov.tr/details?id=456022&materialType=KT&query=Ter%C3%B6rizm.
Mecidiyeköy’deki HZI Vakfı’ndaki deneylerde sadece siyasi mahkumlar kobay olarak kullanılmamıştı.
Arkeoloji Müzesi ve Topkapı Sarayı’nın çalışanları üzerinde de ilaç deneyleri yapılmıştı.
Müze çalışanlarını para karşılığı kobay olarak vakfa yönlendiren, eşi önce Arkeoloji Müzesi, ardından Topkapı Sarayı’nın müdürü olan ve müzede kütüphaneci olarak çalışan vakfın başkanı Muazzez İlmiye Çığ’dı.
Deneylerde müze çalışanlarından biri ayağından sakatlanmıştı. Deneylere para için katılan müze çalışanlarına bilgi verilmemişti.
Peki İtil’in vakfı bu deneyleri kim adına ve hangi parayla yapmıştı?
Bazılarını ilaç şirketleri için. Bir kısmını Türkiye devlet için.
Peki, ABD devleti için?
Bilinmiyor.
Bilinen Turan İtil’in, adı ABD’de deşifre olduğu ve kullandığı ilaçlar ve yöntemler yasaklandığı için yapamadığı deneyleri, 12 Eylül’den sonra gelip Türkiye’de yaptığı.
Hem de aynı etik dışı yolları kullanarak; çaresiz ve rızasız mahkumlar üzerinde, müdürün eşine hayır diyemeyecek müze çalışanları üzerinde…
1990’da Devsol’un vakfı bombalamasından sonra Turan İtil, yeniden ABD’ye döndü.
Bu deneylerle adı ilk kez duyulan kız kardeşi ise kendisine bambaşka bir kariyer yaptı.
Laikleri başörtüsü ve laiklik tartışmalarında coşturan kitaplar yazan bir Sümerolog oldu.
Üstelik Hititoloji Bölümü’nden mezun olmasına, doktora yapmamasına, çivi yazısı bilmemesine rağmen….
Kutuplaşmaya malzeme taşıdığı sürece kimse bu ayrıntıları dert etmedi.
Geçmişini Sümerler Türktür gibi zırvalarla itinayla temizledi, eğer birkaç gazeteci inatla hatırlatmasaydı dünya çapında, Atatürk’ün bize emaneti bir Sümerolog olarak uğurlanacaktı.
Şimdi ise Türkiye hakkında üzerinde düşünmemiz gereken çok defoyu hatırlatarak uğurlanıyor.
HABERE YORUM KAT