İtikaf bir kutlu arınış, inziva bir görevden kaçış
Olumlu bir tavır olarak i'tikaf; hayatı terk etmek değil, hayata hazırlanmaktır. Kaynak: İtikaf Nedir; Ne Değildir?
Ramazanın son 10 gününde müminlerin gündemine giren "itikaf" kavramıyla ilgili bu çalışma, Haksöz Dergisinin Kasım-Aralık 2000 tarihli 116-117. Sayısında yayımlanmıştır. Yazar Fevzi Zülaloğlu, itikaf kavramının Kur'an'da kullanılış biçimini ve hayata tekabül eden pratik boyutunu irdeliyor:
***
"Ey Müminler! Allah'ın size helal kıldığı hayatın güzelliklerinden kendinizi yoksun bırakmayın. Ama hakkın sınırlarını da aşmayın, Allah sınırları aşanları sevmez. O halde Allah'ın size rızık olarak bağışladığı meşru güzelliklerden yararlanın ve iman ettiğiniz Allah'a karşı sorumluluklarınızın bilincinde olun." (Maide, 5/87-88)
Allah'ın helal kıldığı tayyibattan/güzelliklerden kendimizi mahrum bırakmamız Kur'an'da yasaklanmıştır. Bu nedenle hristiyan papazlar, hinduist brahmanlar, budist keşişler tarafından uygulanan, müslümanlara da bazı tasavvufi tarikatler yolu ile geçen, "kendisine eziyet ederek arınma yöntemi olan çilecilik" Kur'ani tezkiye usulüne uygun değildir. Dünyanın nimetlerini tümü ile terk etmenin Kur'ani bir arınma yönteminin, örnek gösterilebilecek tavrı olmadığını peşinen ifade etmekte yarar vardır.
Peki nedir öyleyse Kur'ani tezkiye? Kur'an'da Rabbimizin öğrettiği usullerle nefsi arındırmaktır. Biz bu çalışmamızda, öz benliklerimizde yerleşmiş bulunan manevi kirliliklere karşı, direniş azığı hazırlamada ihmal edilemeyecek bereketlerle Rabbimiz tarafından donatılmış olan i'tikafı ele almak istiyoruz.
İtikaf Bir Kutlu Arınış, İnziva Bir Görevden Kaçış
Namaz, oruç, infak gibi ibadetlerle yapılan yoğun bir perhiz eğitimi müminlerin öz benliklerinde var olan kötülük eğilimlerini frenleyebilmeleri için çok gereklidir. Fakat Kur'an ahlakının tezkiye yöntemi inziva değil, i'tikaftır. "Mistik perhizcilik" yasaklanmıştır. Fakat, düzenli ve denetimli, bütün günlük hayata yayılması gereken bir "i'tikaf ile arınma" teşvik edilmiştir.
Tüm hayatın i'tikaf ile geçirilmesi, dünyevi olan her şeye sırt çevirmek anlamına gelecek uygulamalar doğru değildir. Fakat hayatın İçinde i'tikaf şuuru İle hareket etmek, her müminin şiarı olmalıdır.
Mesela, oruç tutmak bir perhizdir. Kendini ibadete vermek anlamına gelen tüm eylemlerimiz bir perhiz, bir i'tikaf anlamına gelir. Fakat bedene işkence edercesine her gün, aralıksız, iftarsız olarak oruç tutmak, korkakça ve basitçe hayattan kaçış demektir. Her hayattan kaçış ise bir inzivadır.
Yine gündelik işlerin arasında, her şeyi bir kenara bırakarak, hayatı dondururcasına, bütün menfaatleri kurban edercesine namaz kılma mecazi anlamda bir i'tikaftır, Fakat bütün gün namaz kılmak bir i'tikaf değil, inzivadır ve bize göre tembellik etmek, hayatta kaçmak anlamına gelir.
Peygamberimiz kendi sağlığında bu tür ruhbanlık eğilimde olan kimselere izin vermemiştir. Onlara kendisini örnek almalarını, ibadeti hayatın tümüne yayarak hareket etmelerini, dünyadan da nasiplerini elde etmeye çalışmalarını öğütlemiştir. Bu tür ruhbanlık eğiliminde olan kimselere peygamberimiz şöyle demiştir:
"Allah'a yemin ederim ki, Ben sizden daha çok Allah'tan korkuyorum ve sizden daha çok O'na itaatta bulunuyorum. Ancak Ben bazen oruç tutarım, bazen tutmam, bazen nafile namaz kılarım bazen kılmam, itirahat ederim, kadınlarla da evlenirim (ruhban gibi yaşamam)."1
İslami bir perhizin insanın kendisine ve çevresine zarar verecek bir mahiyet taşımaması gerekmektedir. Hayat boyu bir mabede kapanarak kendi ibadete vermek şeklindeki bir uygulama, ne Kur'an'da İlahi bir buyruk olarak geçmektedir; ne de Peygamberimizin örnek uygulamaları arasında yer almaktadır.2
Aişe validemizden rivayet edilen bir hadise göre peygamberimize en hayırlı, en sevimli ibadetin hangisi olduğu sorulmuştur, o ise şöyle cevap vermiştir: "Az da olsa devamlı olanıdır. "3
Ruhbanlık Kur'ani Bir Arınma Yöntemi Değildir
"Ve sonra ardında öteki elçilerimizi gönderdik, ve zaman içinde arkalarından kendisine İncil verdiğimiz İsa'yı gönderdik. Ona sadık bir şekilde uyanların kalplerine şefkat ve merhameti yerleştirdik. Ruhbanca riyazete gelince. Biz onlara bunu emretmedik. Allah'ın rızasını kazanmak mal şadı ile onu kendileri uydurdu. Ama sonra ona her zaman gerektiği gibi uymadılar, böylece Biz iman etmiş olanlara karşılığını verdik, ama onların çoğu yoldan çıkmışlardır. " (Hadid,57/27.)
Ayeti kerimede açıkça beyan edildiği gibi, mabede kapanarak, nefse zulmederek kendini ibadete vermek Yüce Allah'ın rızası olan bir iş değildir. Bu nedenle, İslam'ın arınma yöntemi bize göre inziva değil, i'tikaftır.
İ'tikafın inzivaya dönüştürülmesine hristiyanları örnek verebiliriz. Onlar çok iyi niyetlerle hareket ettikleri halde sonucu itibariyle zararlı bir noktaya gelmişleridir. Bilindiği gibi kendilerine ruhbanlığın farz kılınmadığı halde hristiyan din adamları ifrata kayarak, olumlu geleneği bozmuşlar, dejenere etmişlerdir. Onu, hayattan kopmak, kaçmak, uzaklaşmak anlamında yorumlamışlardır. Böylece dinin şekli ibadetleri sadece belli bir kesime özgü imiş gibi bir muhteva kazanmış, dini duyarlılık küçük bir zümrenin tekeline girmiştir. Bize göre bu dinin dünyevileşmesine, geniş kitlelerin Allah ile bağının zayıflamasına yol açan "seküler dünya tasavvuru" ile yola çıkan ideolojilerin işinin kolaylaştırmıştır. Böylece Din'in hayat damarları koparılmış, kalplerin şifası, insanın manevi huzurunun teminatı olan ilahi hükümler, toplumsal yaşamdan kovulmuştur.
Tabii ki, adaletin yılmaz ikamecileri olması gereken müminlerin, gerçek yaşama müdahale edecek konumdan uzak durmaları, en çok, dünyanın efendisi ve talancısı olmak isteyen müstekbirleri memnun ve mutlu kılacaktır.
Hinduizm, küçük farklarla Budizm, kilise tekelindeki hristiyanlık ve onlara benzeyen bazı dünya görüşleri, insanların öz benliklerinin arınmasını dünyayı ve tüm nimetlerini terk etme esasına dayandırmaktadırlar. Ölçüsüz bir maneviyat eğitimi öngören, bu tür dünya görüşlerinin handikapına düşmekten kaçınmak gerekmektedir. Çünkü Kur'an ahlakında dünya, tamamıyla terk edilmesi gereken bir diyar değildir.
Namaz, oruç gibi perhizler içeren ibadetler de mabede ve içinde yaşayanlara özgü değildir. İslam'da çok özel imtiyazlı, mabede kapanmış bir din adamları sınıfına yer yoktur. Çünkü her mümin dininin adamıdır, Nefsi arındırmak bir sınıfın tekelinde değil, her müminin sorumluluğundadır. Bu nedenle her mümin hayatı i'tikaf şuuru ile, Allah'a adanmışlık bilinci ile yaşanmalıdır.
İ'tikafın Kur'an'daki Anlam Çerçevesi
İ'tikaf'ın Kur'an'daki izlerini aradığımızda karşılaştığımız hakikatin özetle sonucu şöyledir: Fıkıh kitaplarında ve ibadetlerle ilgili eserlerde i'tikaf olarak meşhur olan, kendini ibadete ve ideallerine adama eyleminin Kur'an'daki karşılığı 'ukûf'tur.
İ'tikaf kelimesi Kur'an'da doğrudan doğruya kendi kalıbından değil, kok harfleri aynı olan İf'al kalıbından türetilmiş kelimeler şeklinde, dokuz ayette geçmektedir. Ukûf ile i'tikaf arasındaki anlamı belirleyen, etkenlik edilgenlik manası kazandıran türetme kalıplarının farklı olması bakımındandır. Buna göre ukûf; basit bir ifade ile adamak anlamına gelirken, i'tikaf adanmak manasına gelmektedir.
Sonuç olarak birinin ismi faili/o eylemi yapanın isimlendirilmesi, âkif/adayan olurken, diğerinin mu'tekif/adanan olmaktadır.
İf'al babından bir masdar olan ukûf kelimesi, dokuz ayetin altısında olumsuz, üçünde olumlu bir bağlam içinde kullanılmıştır, Bu ayetlerin hepsinin ortak teması; "İnsanların hedef ve idealleri için yoğun bir fedakarlık göstermeleri, kendilerini amaçlarına kilitleyip, bütün benlikleri ile dünya görüşlerine adanmaları" şeklindedir.4
İslami bir terim olarak i'tikaf; "müminlerin Allah için her şeylerini feda edebilecek bir bilinç kuşanmak maksadı ile, belirli bir süre, özellikle Ramazan ayının son on günü içerisinde, kendilerini ibadete kapatmaları" demektir.
Peygamberimizin örnek uygulamalarını incelediğimizde, bu ibadetin mümkün olduğu kadar az konuşarak, boş konuşmayarak, Kur'an okuyarak yapılması gerektiği sonucunu çıkarmaktayız. Amaç, tazelenmiş bir bilinçle, cilalanmış bir kalple, incelmiş bir ruhla, Kur'ani eğitimden geçmiş bir benlikle, kötülüklerden tevbe ederek arınmak, yeniden şeytanları bol hayata, büyük cihadlar yapmak üzere katılmaktır.
Olumsuz Bir Tavır Olarak İ'tikaf
Bir ayette i'tikafın ifal babından öznesi olan âkif, Hz. Musa'nın İsrailoğulları ile birlikte özgürlük diyarına yaptığı yolculuk esnasında karşılaştıkları müşrik bir toplumun olumsuz halini ifade etmektedir.
Buna göre, yolculuk esnasında karşılaşılan söz konusu halkın putlarına bağlılıkları, sevgileri ve adanmışlıkları İsrailoğullarını bile heveslendirmiş, onlara özenerek Hz. Musa'dan, kendilerine de onlarınki gibi put yapmasını isteyecek kadar komplekse girmişlerdir.5
Diğer bir ayette ise akif; Samiri'nin buzağı putuna olan sınırsız sevgi ve bağlılık hissiyatı beslemesini ifade etmek için kullanılmıştır. Samiri'nin kendi ürettiği putuna olan sevgi ve bağlılığı bir i'tikaf eylemi olarak Kur'an'da anılmıştır. O, putunun 'akif'idir/uğrunda kendini adamış bir neferidir. Bilindiği gibi, İsrailoğullarının ziynet eşyalarından, şahsi çıkarlarının teminatı olacak bir put üreten bu şahıs, onları tüm benlikleri ile bu sözde ilaha ibadet etmeye çağırmıştır.6
İsrailoğulları'nın Samiri'nin putuna olan ilgileri ve bütün benlikleri ile kendilerini ona adamaları da Kur'an'da âkif kelimesi ile anlatılmıştır. Onlar kendilerini ibadete vermek için bu üretilmiş sözde ilahdan medet ummuşlardır. Oysa ukûf sadece Allah'a gösterilmesi gereken bir davranıştır.7
İbrahim peygamberin babasının ve halkının, nihai kurtuluşa götürmesi asla mümkün olmayan, putlara, her şeyleri ile adanmaları, tüm benlikleri ile bağlanmaları, gönüllerini kaptırmaları tavrının Kur'an'daki adlandırılma şekli de, bir ideal için kendini heba edercesine adamak anlamına gelen "ukûf" kelimesi olmuştur.8
Müşriklerin İ'tikafı; "batıl ideolojileri için kendilerini ve imkanlarını var güçleri ile ortaya koymaları, bütün benlikleri ile putlarına bağlanmaları, onlara toz kondurmak isteyenleri engellerken de hiçbir fedakarlıktan kaçınmamaları" şeklindedir.
Müşriklerin Allah ile olan münasebetleri gerçek bir kulluk, gönülden tam bir teslimiyet ile olmadığı gibi, onlar başkalarını da muvahhidçe iman etmekten, salih ameller işlemekten sakındırmaya çalışırlar. Mesela, namazdan alıkoymak, intaktan alıkoymak gibi. Yüce Allah'ın sonsuz hazinelerinden lütfettiği hediyelerden, kurbanlar şeklinde takdirnameler sunmak isteyen yüreği infak arzusu ile dolu olan müminlere müşrikler daima engel olmak isterler.
Gerçek hayattaki putlara karşı savaşımın ön hazırlıkları için, büyük bir İslami eğitim platformu olan Hacc ibadetini engellemek veya asıl gayesinden uzaklaştırmak da müşriklerin değişmez bir tavrı olagelmiştir. İşte salih ibadetleri var güçleri ile engelleyen müşriklerin batıl ideolojileri için adanmışçasına diretmeleri, müminlerin Allah'a sunmak istedikleri hediyyelerin/kurbanların yerlerine ulaşmasına engel olma çabaları da Kur'an'da olumsuz bir i'tikaf eylemi olarak anılmaktadır.9
Olumlu Bir Tavır Olarak İ'tikaf; Hayatı Terk Etmek Değil, Hayata Hazırlanmaktır.
Risaletten sonra, ilahi vahyin dilinde olumlu bir muhtevaya kavuşan ve Kur'an ahlakının müminleri eğitici ilkeleri arasında yer alan i'tikaf kavramı; belirli bir süre, benliği günahlardan arındırmak maksadı ile, ibadet ve öz eleştiri yapmak için mescide, yada uygun bir mekana kendini kapamaktır. Bu yönü ile ukûf veya İ'tikaf Rabbani izni çıkmış bir şuurlanma usulüdür. Bir tür Kur'ani eğitim kampına girmektir.
İ'tikaf ile aynı kökten türetilmiş olan Akif, Kur'an'ın üç ayetinde olumlu bir bağlamda kullanılmıştır. Bunlardan biri, peygamberimizin risaletten önce dahi Hira Mağarası'nda yaptığı, Risaletten sonra da devam ettiği Ramazanın son on günü içinde icra edilen i'tikaf İbadetine yapılan atıf olup, Kur'an ile de tescil edilerek Nebevi Sünnet haline gelen bu tezkiye yöntemi ile ilgili onaya, Bakara Suresi'nde İşaret edilmektedir.
"...Gecenin karanlığından tan yerinin aydınlığı fark edilinceye kadar yiyip içebilirsiniz. Sonra gece çökünceye kadar oruca devam edersiniz. Ama mescidlerde i'tikafta iken/âkifler iken, kadınlara yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. O halde bu sınırları ihlal etmeyin. Böylece Allah mesajlarını insanlara açıklıyor ki, O'na sorumluluklarının bilincinde olabilsinler." (Bakara, 2/1 87.)
İ'tikaf'ın olumlu olarak geçtiği diğer ayet de, Mescid-i Haram bölgesinde yaşayan, kendilerini Allah'ın şiarları/dinin sembollerini korumaya ve hacılara hizmet etmeye adamış halk ile ilgilidir. Onlar için i'tikafın kok anlamlarından türetilmiş bir kelime olan "âkif" sıfat olarak verilmiştir. Ki, bu sıfat Allah'ın dini İslam'ın sembollerine, o sembolleri ziyarete gelen, kalbini tevhidi şuuur doldurmak için gayret eden müminlere hizmet ettikleri için bizzat Yüce Rabbimiz tarafından verilmiştir. Konu ile ilgili ayeti okuyalım:
"Bilin ki, kafirlere, Allah'ın yolundan çevirmeye çalışanlara, hem âkifane ( Mescid-i Haram'da) yaşayarak oranın hizmetine adanmış olanlara hem de dışarıdan gelen bütün insanlar için tayin ettiğimiz Mescid-i Haram'ı ziyaretten alıkoymaya çalışanlara ve bile bile haksızlık yaparak oranın saygınlığına gölge düşürmeye kalkışanlara (öte dünyada) can yakıcı bir azap tattıracağız." (Hacc, 22/25)
İ'tikaf ile aynı kök harflerden türetilmiş olan âkif'in çoğulu (âkifûn) olumlu bir muhtevada geçtiği üçüncü ayet de Bakara Suresi'nde yer almaktadır. Burada geçen ukûf veya i'tikaf; Mescid-i Haram'da kendini rüku, secde gibi ubudiyet biçimleri ile tanıdığımız ibadete verme halidir. Fakat İ'tikaf ta her gün yapılan ibadetlerden farklı bir boyutun bulunması gerektiğini "ve" bağlacından çıkarmaktayız.
"...Nitekim Biz, İbrahim ve İsmail'e emrettik. Mabedimi onu tavaf edecekler için ve âkifler/onun yanında tefekküre dalıp ibadete kapanacaklar için ve namazda rüku ve secde edecekler için temiz tutun."(Bakara, 2/125. )
Müminlerin i'tikafı; kendilerinin Allah'a adanmışlıklarını ve O'nun yeryüzündeki şiarlarına/simgesel değerlerine tüm benlikleri ile, gönülden hizmet eden kimseler oluşunu ifade etmektedir. İ'tikaf; Kur'an Ahlakı'nın hem bir ilkesi ve hem de bir davranış eğitimine dair örnek modeldir.
Ukuf, müminlerin ahlaki bir tavır olarak, hayatın her alanında zulme karşı yapmaları gereken adalet mücadelesi için, bilinç tazelemek maksadı ile, belirli bir süre kampa girmeleri olarak da yorumlanabilir. Bu, her zaman çok gereklidir. Çünkü mücadelenin zorluklan ve gündelik hayatın hayhuyu arasında yorulan bilinçlerin tazelenmesi lazımdır.
Hayatın akıcına kendimizi kaptırdığımızda, yaptığımız yanlışların bir iç muhasebesinin, kardeşlerimizle istişaresinin yapılması elzemdir. Dağılan dikkatlerin yeniden toparlanması için, şöyle durup yeniden düşünmek, Kur'an ile yenilenmek, namaz ve oruç gibi ibadetlerimizi çoğaltarak Rabbimizden mücadelemize yardım etmesini istemek, her zaman için beşeri zaaflarımıza, yetersizliğimize, dertlerimize ilahî bîr çaredir. Çünkü gaybi yardım olmadan hiçbir İslami mücadele başarıya ulaşamaz. Gaybi yardımlar ise, unutmayalım ki öyle kuru kuruya değil, ibadete kapanarak, gönülden, içten duyarlılıklarla, seccadeleri ıslatan gözyaşları ile inecektir ve ancak sünnetullahın gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmekle bize ulaşabilecektir.
Peygamberimizin Risaletten Önceki İ'tikafı
Hacc Suresi (22), 25-26. ayetlerin üslubundan anladığımıza göre İ'tikaf bir 'tevhid geleneği'dir. Bilindiği gibi hemen hemen bütün tarihi vesikalar peygamberimizin ilk vahyi aldığı sırada bir tür i'tikaf halinde olduğunu haber vermektedir. Peygamberimiz, Hira'dan kendi öz benliğindeki ve kainattaki ayetlere hikmetli bir şekilde bakmaya çalışıyordu.
Kişinin kendini herşeyi ile ibadete vermesi demek olan i'tikaf uygulamasını Peygamberimizin her Ramazan ayının son on gününde yaptığı bilinmektedir. Rasulullah'ın peygamberlikten önce de Hira mağarasında başvurduğu bu arınma yöntemi, anlaşıldığı kadarı ile tevhid dini İslam'ın evrensel nitelikte bir örfüdür.
Peygamberimizin Hira'daki hakikat arayışından hareketle, i'tikafın mecazi olarak, kendi benliklerimizdeki ve dışımızdaki Allah'ın beyyinelerini görmek, düşünmek, ibret nazarı ile kainatı incelemek anlamına gelebileceğini söyleyebiliriz. Geceleyin durup gökyüzüne bakmak, yıldızların yaratılış hikmetlerini düşünmek, denizleri, okyanusları, yağmur yüklü bulutları ibret nazarı ile görmeye çalışmak da bir tür i'tikaf ibadetidir. Çünkü bunların tahlilini yapmak için bir tür "Hira hazırlığı" yapmak gerekmektedir. Yani derin bir tefekkür, derin bir gönül verme lazımdır, Öyle yüzeysel bir şekilde olmaz i'tikaf ibadeti. Hele hele teknoloji ile kirlenmiş, binaları ile gökyüzünü örtmüş şehirlerde hiç de kolay değildir. Bunun için sahici yerler, Rabbimizin yarattığı şekilde temaşamıza hazır bekleyen yerler bulmak gerekir. Öyle bozguncu ve çokça zalim olan insanoğlunun ifsad ettiği mekanlarda i'tikaf ibadeti tam olarak yerine getirilmez. Çünkü zalim ve bozguncu insanların ellerinin değdiği afaki ayetler üzerinde kara bulutlar vardır, sis perdesi vardır. Önce "kevni ayetler" üzerindeki toz bulutlarının kalkması gerekmektedir.
Kısaca Peygamberimizin Hira'da yaptığı gibi, belli bir süre, hayatın velvelelerinden uzakta kalıp, Nebevi ayetlerin kaynağı Kur'an ile, kainatın her bir köşesine serpiştirilmiş sayısız afaki ayetler ile ve uzağa gitmeye gerek duyurmayan özbenliğimize yerleştirilmiş enfusi ayetler arasında uyumu yeniden kurmak, irtibatı yeniden hatırlamak gerekmektedir.
Allah'ın evrenin uçsuz bucaksız ufuklarında yarattığı ayetlerinden algı alanımıza ve idrak alanımıza inmiş olanlarını düşünmek, onlarla ilgili hikmetli tefekkürlere dalmak, kendi öz benliğinizde yer alan burhanlara durup, yeniden bir göz atmak, tefekkürü Kur'an'ın ayetlerinin rehberliğinde yapmak bir ibadettir.
Fakat dalıp kalmak, boğulmak doğru değildir. Çünkü, i'tikaf'ın amacı dünya hayatından, nimetlerinden kopmak değildir. Dünya hayatının fitnelerine karşı manevi hazırlık yapmak, yeniden dışa dönük mücadeleye devam etmektir.
Mesela Hira'da vahyi kuşanan Peygamberimiz, hemen aşağıya inerek halkın arasına katılmıştır. Toplumun kendisine gelmesini fil dişi kulesinde beklememiştir. O inzivayı değil i'tikafı, bize sünnet olarak bırakmıştır.
Çünkü inziva, bireysel iç arınışı temsil ederken; i'tikaf, ferdi de kurtaran toplumsal arınmayı temsil etmektedir.
İnziva'da fert, ipek böceğinin durumuna düşebilmektedir. Yani inziva ile bireysel arınış yöntemini benimseyenler, ipek böceğine benzemektedirler. Çünkü onlar ortaya bir büyük değer/ipek çıkarayım derken, böcek gibi 'kendi hapishanelerinin duvara ustası durumuna düşme handikapı' ile yüzyüze kalakalırlar. Bir tür şuursuz intihar yani. Oysa i'tikaf, halkın İçinde kalıp yaşadıkları kirliliklerden hicret etmeyi gaye edinen şuurlu bir arınma yöntemidir.
Hira Bir Uğraktır; Durak Değil
Hira'ya hapsedilen bir mesajın topluma bir yararı yoktur. Bu yüzden Rasullullah'ın örnek mücadelesinden de takip ettiğimiz gibi Allah'ın rızasını kazanmanın yolu toplumsal hayat ekseninde verilecek mücahededen geçmektedir. Yani kendi hiramızdan çıkmadan yasmayı gaye edinmek, bencilliktir. Oysa kurtuluş hak için halk ile beraber olmakta, bu nedenle kendi kurtuluşumuz dahi, müminlerle birlikte ortaya koyacağımız salih amellere bağımlı olmaktadır. O halde salt bireysel bir iç arınışın İslam'ın tezkiye modelinde bir yeri yoktur.
Buraya kadar söylediklerimizi özetlersek, rahatlıkla şunu söyleyebiliriz; bireysel iç arınış ile toplumsal tezahürlerde meydana getirilmesi gereken arınma işlemleri birbirini tamamlayan bütünün parçalandır.
Rabbimizin rızasını kazanırken yapacağımız işlerin zemininde diğer insanlar vardır. Tek başına yapılacak mistik bir iç yolculuk, elde edilmesi gereken değerleri kazanmada yetersiz kalacaktır. Kısaca İslam'ın arınma modelinde, fertlerin arınışı, toplumun arınışı ile eşzamanlıdır.
Arınma yöntemlerimiz de İslami olmalıdır. Toplumsal yaşamdan kopuk, bireysel kurtuluşu amaçlayan bir iç arınma usulü, İslam1 in bütüncül mesajına uygun düşmemektedir. Çünkü insanlarla ve özellikle müminlerle olan ilişkilerimizi "i'sar" ilkesine göre düzenlemek zorundayız.
Bu ilkeye göre; "kendimiz için istediğimizi mümin kardeşimiz için de istemeli, kendimiz için istemediğimizi mümin kardeşimiz için de istememeliyiz." Yani diğergam olmalı, kadirşinas davranışlar sergilemeliyiz. Tevazuyu elden bırakmamalı, ulaştığımız doğruları paylaşarak çoğaltmalıyız.
Salt kendi kurtuluşumuz için değil, bütün insanlığın kurtuluşu için çaba sarfetmeliyiz.
Kendimiz için istediklerimizi bütün tevazuyu kuşanan muttakiler için istemek zorundayız. Çünkü salt bireysel bir arınış yöntemi Kur'ani değildir. Tebliğ'in temel mesuliyetlerimiz arasında yer almasından dolayı, kendimizden başka insanları da arındırma sorumluluğu içinde olmak durumundayız.
İslam Ümmetinin İ'tikaf Geleneği
Rivayetlerden anladığımız kadarı ile Peygamberimizin tıpkı gece kıyamı gibi bütün hayatında hiç terk etmeden icra ettiği bir ibadet olan i'tikaf çok yaygın olmasa da İslam ümmeti arasında halen yaşmaktadır. Peygamberimizin ömrü boyunca Ramazan ayının son on gününü daima i'tikafla geçirdiği apaçık bir hakikat olduğundan dolayı, gönül arzu ederdi ki i'tikaf ümmetimiz arasında daha yaygın bir şekilde yaşasın.
Zaman zaman aksamalar olsa da, her coğrafyada aynı olmasa da, tarih boyunca müslümanların yine de i'tikafa gereken ilgi ve önemi verdiklerini söylemek abartı olmasa gerek. Bu ilginin Fıkıh kitaplarına ve fakihlerin görüşlerine yansıdığını ifade edebiliriz.
Fıkıh ekolleri i'tikaf'ı temelde iki çeşit olarak hükme bağlamışlardır: 1.Vacip i'trkafı: Adak i'tikafi Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli mezheplerine göre vaciptir. Diğer bir örnek de, başlanan nafile i'tikaftır. Hanefi ve Malikilere göre vacip i'tikaflarda oruçlu olmak şarttır. 2. Sünnet i'tikafı: Ramazan i'tikafı ve Ramazan dışındaki i'tikaflar, fakihlerce sünnet olarak hükme bağlanmıştır. Ramazan i'tikafı, Maliki mezhebine göre müstehap/yapılması sevap şeklinde değerlendirilmiştir. Hanefi, Şafii, Hanbeli mezheplerine göre ise müekked sünnet olarak vasıflandırılmıştır.10
İ'tikafta yapılması gereken şeyler; Kur'an okumak, namaz kılmak gibi bizi Allah'a yakınlaştırıcı her tür ameldir. Yapılmaması gerekenler ise boş konuşmak, ticaret ve yarım kalan işlerine devam etmektir.
Allah'a yakınlaşmak maksadı ile boş sözlerden sakınmak bir ibadettir. Bu yönü ile i'tikaf Zekeriyya peygamberin ve onun eğitimi ile yetişen Meryem (a)'ın "susma orucu" diye tanımlayabileceğimizin bir müddet insanlarla konuşmama şeklindeki ibadetlerinin ihyası anlamına da gelmektedir.11
Fakat i'tikafta tamamen konuşmaktan kaçınmak şeklindeki bir uygulama değil, boş ve gereksiz konuşmalardan ve insan ilişkilerinden kaçınmak esastır.12
İ'tikafın süresi: Eğer her hangi bir adak neticesinde girilmiyorsa, bir günden başlayarak niyet edilen bir süredir. Ramazan'da girilen i'tikaftan, Arafe günü akşam İftarından sonra çıkılması gerekmektedir.
Sözün Özü
Öz benliklerimizde taşıdığımız şeytani eğilimlerin mutlaka denetim altına alınması gerekmektedir. Bu, dünya sınavını kazanabilmemiz için şarttır. Şu dünya hayatında şeytanlar binlerce yol deneyerek bizi Allah'a karşı sorumluluklarımızı ifa etmekten alıkoymaya çalışmaktadırlar. Bu güçlü çağrılara ciddi bir direniş göstermezsek, Allah korusun ayağımız kayabilir, farkında olmadan yoldan çıkabiliriz.
Bu nedenle bizi Allah'ın rızasını elde etmekten alıkoymaya çalışan şeytanlara karşı koyabilmek için ciddi bir manevi donanıma, güçlü bir şahsiyete sahip olmamız gerekmektedir. İfrata ve tefrite saptırmayan bir mutedil arınma usulü olan i'tikaf bize, şeytanların günaha yaptıkları karşı konulamaz çağrılarına direnme gücü kazandıracaktır. Şer odaklan ile olan mücadelemiz için, sıradan bir maça bile kampa girerek hazırlanan sporculardan daha donanımlı olmak zorundayız.
Bu çalışmamızda unutulmuş bir sünnetten bahsederek, onun manevi dünyamız için ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmek istedik. Yılda en az bir defa, özellikle Ramazan ayında i'tikafa girmek, bu tevhid geleneğini hayatı boyunca sürdüren Peygamberimizin sünnetini ihya etmemiz gerekmektedir. Ve hayatı i'tikaf/Allah'a adanmışlık şuuru ile yaşamamız lazımdır. Ama hayattan kopmadan, hayata hazırlanmak için, haydin i'tikafa...
Dipnotlar
1-Buhari, Sahih, Kitabu'n-nikah, c: VI, sh. 116
2-Yüce Allah'ın, bizim için üsvetün hasene/iyi Örnek olarak gösterdiği Peygamberimizden rivayet edilen bazı hadisler bu konuda gözetilmesi gereken vasat yolun ne olduğuna dair özlü ifadeler taşımaktadır. Bunlardan bazılarının tercümesi şöyledir: "İbadetin makbulü çok olanı değil gücünüzün yettiği kadarıdır."( Buhari, Sahih, Kitabu'l İman, c: l,sh. 16)
3-Buhari, Sahih, Kitabu'r- Rikak,c: VII. sh: 182.
4-İ'tikaf; Elif, Ayın, Te, Kaf, Fe kök harflerinden oluşmuş, iftial babından bir masdardır. Kur'an'ın dokuz ayetinde geçmektedir. Bunlardan altısında olumsuz bir bağlam içinde kullanılan kelime, kısaca insanların kendilerini adadıkları beşeri değerlere, putlara ideolojilere olan sınırsız bir sevgi ile bağlanmaları anlamına gelmektedir.
Diğer üç ayette ise olumlu bir bağlam içinde geçen i'tikafın if'al babından faili/öznesi olan akif; adayan manasına gelmekte, edilgenlik anlamı veren iftial babından türetilmiş bir masdar olan i'tikaf ise adanmak manasını kazanmaktadır.
Bir ayette muzari fiil halinde kullanılmıştır: Araf, 7/38; iki ayette if'al kalıbından tekil ismi fail olarak geçmektedir: Taha,20/97; Hacc,22/25. Beş ayette ise yine if'al kalıbından çoğul ismi fail olarak kullanılmakladır: Bkz. Bakara,2/125,187; Taha,20/97; Enbiya,21/52; Şuara,26/71.
Son olarak bir ayette ise yine İf'al kalıbından ismi meful olarak geçmektedir: Fetih,48/25.
5-Müşrik bir toplumun İsrailoğullarını da cezbeden putlarına bağlılık biçimleri, Kur'an'da akif kelimesi ile ifade edilmiştir. Bkz.(Araf,7/1 38.),
6-Samiri'nin kendi ürettiği putuna olan bağlılığı bir i'tikaf eylemidir. O putunun 'akif'idir/uğrunda adanmış bir neferidir. Bkz. Taha,20/97.
7-İsrailoğulları Samiri'nin putu için kendilerini feda edercesine ibadete kapanmışlardır; Bkz. Taha,20/91.
8-İbrahim peygamberin babası ve halkı putları için akifane bir bağlılık tavrı içinde olmuşlardır: Enbiya,21/52; Şuara,26/71.
9-İ'tikafın olumsuz bir tavır olarak anıldığı ayetlerden birinde müşriklerin Allah'a sunulan kurbanların yerlerine ulaşmasını ve Hacc ibadetini engellediğinden bahsedilmektedir. Bu ayette salih bir amelin engellenmesi için girilen yoğun çaba "ma'kufen" kelimesi anlatılmaktadır. Bilinçli bir şekilde durdurulan, engellenen anlamına gelen "meful" kalıbındaki ma'kûfen, i'tikaf ile aynı kökten bir kelimedir. Bkz. Fetih,48/25.
10-Vecdi Akyüz, Mukayeseli İbadetler İlmihali, 1995, İstanbul, c: 2, s:433.
11-Zekeriyya peygamber ve Meryem (a)'ın bir müddet insanlarla sözlü iletişimi, hikmetli bir amaç için terk etmek durumunda kaldıklarına dair ayetler için bkz. Meryem, 19/1 0
12-Vecdi Akyüz, A.g.e. s:436.
HABERE YORUM KAT