‘İstiklâl Marşı’ ve ideal ile realite arasındaki Âkif..
‘Kadınlar Günü’ ve daha başka ‘gün’ler icâd edildiğinde sergilenen saçmalıklar, İstiklâl Marşı’nın 100. kabul yıldönümünde de tekrarlandı. Birçok tv kanalı, işin ‘cılkını çıkardılar’, âdetâ ‘bir ulusal dinin âyini’ni andıran acaib programlar yayınladılar.
Selahaddin E. Çakırgil'in yazısı:
23 Nisan 1920 günü Ankara bir başka idi. Hacıbayram Câmiinden kılınan Cuma namazından sonra, onbinlerin Kur’an’lar okuyarak ve tekbîr sadâları arasında, göz yaşları içinde, bir Meclis açılıyordu. Bu Meclis, İstanbul’daki Meclis-i Meb’ûsân’dan gelen bazı meb’uslar ve Anadolu’dan gönderilen temsilcilerden oluşuyordu. Üyeler, Hılâfet makamının ve vatanın kurtulması için yemin ederek işbaşı yapıyordu. Bu Meclis’e gönderilecek olan temsilcilerin ‘dinî salâbet / (güçlü inanç) sahibi olmaları’ isteniyordu.
Bunu isteyen kim miydi?
Padişah Vahiduddîn tarafından, 9. Ordu bölgesindeki bütün askerî ve mülkî erkân üzerinde geniş salâhiyetlerle Ordu Müfettişi olarak Samsun’a gönderilen Osmanlı paşası M. Kemal idi.
(Paşa, sonraki nesillere anlatıldığı gibi gizlice değil; İngiliz İşgal Komutanlığı’nın vizesiyle, emrinde 30 kadar subay, bir o kadar astsubay ve gemi personel olarak 86 kişi ve yeteri kadar attan oluşan bir gemiyle yola çıkmıştı.
Bu arada, bütün kamu personelinin maaş ve masraflarının, Saltanat rejimine son verilişine kadar, Osmanlı Maliyesi’nce karşılandığını da hatırlayalım.)
*
O Meclis’de, emperial güçlere karşı verilecek bir mücadele için bir de resmî marş yazılmasına karar verilmişti. Birinci şiirin sahibine 500 lira verilecekti. Bu meblağ, o zamana göre, büyük bir paraydı..
Âkif bu şiir yarışmasına katılmadı. Çünkü, milletin öylesine çetin bir mücadele verdiği bir sırada büyük bir meblağ için şiir yazmak gibi bir duruma düşmek, onun gönlüne girân geliyordu.