İstikamet üzere yaşayalım ve yaşatalım!
"Konjektürel, zamana zemine göre bir iman değil; Allah ve Resulünün istediği iman sahibi bir Müslüman ve Mümin olalım. Aşağılık kompleksinden kurtulalım. Esas duruşumuzu/özgüvenimizi, mümin kimlik ve şahsiyetimizi kaybetmeyelim. "
Yaşar Değirmenci/Yeni Akit
İstikamet üzere yaşayalım yaşatalım!
Milletin ümmetin derdiyle dertli olarak her yazıya oturuşumda; her namazda okuduğumuz Fatiha ile amel etmediğimiz, bireysel ve sosyal hayata yansıtmadığımız, örnek Müslüman olmadığımızı düşünürüm. Freni tutmayan arabada gönül eğlendiriyor, alevlerin etrafımızı sardığı evde kahkahalar atıp neşemizi buluyoruz. Teknolojinin oyuncakları ile sanal dünyada yaşıyor, dünyanın lezzetleri, bizzat Rabbimizin vaad ettiği Cennet nimetlerinin önüne geçiyor âdeta. ‘Dijital işgal’den kurtulamıyoruz. Özgürlüğün “Allah’a kulluk” ile başladığını hatırlamıyoruz bile. İnşallah zihnî ve fikrî istikâmet sahibi olarak yaşarız.
Kıble merkezle olması gereken dünyamız, kıblesizlerin tahakkümü altına girdi. Hayat tarzımızı biz belirlemiyoruz artık. Cenazeler bile gösteri sebebi oldu. Düğünler, isyana dönüştü. İftarlar, davetler, ziyafetler bile mü’minlerin birbirlerine ‘israf yarışı’ yaptıkları alanlara dönüştü. Okullar, eğitim müesseseleri olarak eğitimin hakkını vermekten çok, yavrularımızı öğüttü durdu. Diploma dağıtan büro durumuna getirildi.
Resulullah Efendimizin sevgisi bile tören sevgisine dönüştü. Güller, plaketler, slaytlar salâvattan değerli hâle geldi. Onu anlatmak için yapılan toplantılarda kadınlı erkekli oturumlar, menhiyattan rahmet ummalar yaygınlık kazandı. Bir gül, bir çiçek onun bir sünnetinden önde durdu. Güller açtı, sünnet açmadı.
Fetva verenler, fetvalarında insanları üzmemeyi esas aldılar. Hoş fetvalar, üzmeyen fikirler kitaplaştırıldı. Asaleti korumaya çalışanlar, esasa sadık kalanlar diplomasızlıkla, ehliyetsizlikle itham edildi. İlmin yerini kılık kıyafet aldı. İhlasın yerini güzel hitabet aldı.
Çoğunluk ilke edinildi. Kitlelerin talebi reddedilemez kabul edildi.
Her Kur’an okuduğumuzda, âyetler, Allah ile konuştuğumuz metinler olarak öne çıkmalıydı. Ticari amaçlarla geliştirilmiş farklılıklar Kur’an ehlini aldatmamalıydı. Cenazeler, ibret noktalarımız olarak kalmalıydı. Bir gün varacağımız yeri düşünüp ibret almalıydık. Cenazeler, mezarlıklar iş takibi için kullanılmamalıydı.
Sevinçlerimiz, üzüntülerimiz, düğünlerimiz, derneklerimiz, hayatımızın her safhası Allah’tan bağımsız olmamalıydı. Sabır/şükür/kanaat sadelik/tabilik bizim istikamet çizgimizi oluşturmalıydı. Biz zühdü ve takvayı esas alan dinin müntesipleri olarak mal cümbüşünde huzur ve saadet aramamalıydık.
Kendisine fetva sorulan âlim, Allah’ın rızasından başkasını düşünmemeliydi. Fetvanın boynuna dolanacağını bilmeliydi. Bir mü’min, tek başına bütün kâinata bedel olmalıydı. Kitlelerin peşinde olmak yerine Allah’ın rızası peşinde olmalıydık.
Peygamberimizin imanla ilgili listesinde bulunmayan, ashabı kiramın din anlatmak için gittikleri yerlerde konuşmadıkları şeyleri, İslam’ın başka bir meselesi yokmuş gibi konuşmanın ne faydası olacak? Akide kitaplarımızda imanımızı tehdit eden, Mü’minlere imanlarını öğretecek kitaplarda listede olmayan konular nasıl olup da bizleri bu kadar meşgul ediyor? Her hâl ve şartta yaşanan dinimizi, imanımızı gözden geçirmemiz şart. Allah’ın istediği bir mümin olmak, Allah’ın istediği imanın sahibi bir kul olmak. Mesele bu.
Konjektürel, zamana zemine göre bir iman değil; Allah ve Resulünün istediği iman sahibi bir Müslüman ve Mümin olalım. Aşağılık kompleksinden kurtulalım. Esas duruşumuzu/özgüvenimizi, mümin kimlik ve şahsiyetimizi kaybetmeyelim.
Kendi akıbetimizle ilgilenmek, önemli ve büyük haber olarak ‘Nebe’ suresine kafa yormak dururken nasıl basit iğreti, geçici, siyasilerin aralarındaki tartışmalar bizi bu kadar meşgul edebilir? Hesap Günü’nün azameti, iman ve küfrün, iyi ve kötünün, hak ve batılın ayrışma gününün dehşeti bizi uyandırmazsa bizi ne uyandıracak? “Kulakları sağır eden o mahşer çığlığı kopacak, o gün kişi kardeşinden kaçacak, annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından…” (80/33-36) “Güneşin defteri dürüldüğünde, yıldızlar sönüp döküldüğünde, dağlar yürütüldüğünde…” (81/1-3) “Uzay çatlayan bir çekirdekten çıkan filiz gibi yeniden yaratılmaya başladığında, yıldızlar yeniden serpilip saçıldığında, denizler yeniden yükselip kabardığında, kabirler içini boşalttığında, her insan neyi öncelediğini ve neyi ertelediğini fark edecek” (82/1-5) O günün dehşetini haber veren bu ve benzerî âyetler bizi sarsmıyorsa, kendimize döndürmüyorsa, halimiz perişandır. Kendimizi emniyet ve güven içinde hissetmek de bir başka perişanlık…
Resulullah Efendimizden başkası masum değildir. (Âlim, müçtehit, veli… kim olursa olsun herkes hata eder/edebilir.) Hatasızlık en büyük hatadır. Herkes Rabbinin huzurunda yazdıklarının/yazdırdıklarının, konuştuklarının, yaptıklarının hesabını verecektir. Ümmetin bunca çilesine, çevresini kuşatan düşmanlara rağmen başka mevzular yokmuş gibi birbirimizle uğraşmanın, tenkit ve beğenmemezlik hastalığına tutulmanın manası var mı? Yürekleri sadece kendi grubundakileri alacak kadar dar olanlar, kelime-i tevhid sahibi herkesi alacak kadar geniş yüreklileri anlayamazlar. Bunlar, “Dindar” olarak bilinenler, ‘dini-dar’ olanlardır.
Tevhid sancağı altında “Müminler ancak kardeştir” de kıble merkezi bir hayatta buluşalım. Herkesin keyfine göre bir din ihdas etmeye çalıştığı böyle bir zamanda faydasız, lüzumsuz tartışmaların, ‘efdaliyet hastalığı’na bizi sürükleyecek konuşmaların kime ne faydası var? Hangi sohbetimiz bizi, takvaya/haşyete/İslam kardeşliğimizin icaplarını yapmaya götürüyor? Hangi katıldığımız dini toplantı veya organizeler bize, Allah’a kullukta mesafe aldırıyor? Ümmetin derdiyle dertli bizim entelektüelimizle bitirelim.
Müslümanlar, savunma ve eziklik psikolojisinden çıkamadıkları sürece İslâm kan kaybetmeye devam edecektir. Bunun yolu hem İslâm’ı hem de çağı, çağı inşa eden Batı’yı, yani dünyayı iyi tanımaktan geçer. Oysa Müslümanlar zülcenaheyn (çift kanatlı) olmaya daha layık ve yatkındır. Bu, İslâmî kesimleri, bu ülkenin hem dünü hem bugünü hem de yarını yapan en önemli gerçektir. Müslümanlar, asaletlerini ve özgüvenlerini kuşanarak nefes alıp verirlerse, savunma psikolojisine de eziklik psikolojisine de asla sürüklenmeyeceklerdir!
HABERE YORUM KAT