İşte “Türkiye’nin Asker Sorunu” budur
Hasan Cemal’ın insanda “sivil faşizme gidiyoruz” diyenlere zorunlu okuma yapma, “telefonlar dinleniyor, medyaya baskılar artıyor, yargı siyasallaşıyor” diyenlere de “bunlar olurken neden sesinizi çıkarmadınız” diye hesap sorma hissi uyandıran kitabı Türkiye’nin Asker Sorunu’nu okurken aklıma geldi yeniden.
Bu kez arayıp numarasını buldum. Telefonla konuştum.
Genelkurmay’ın bir numaralı hukukçusunun 12 Eylül darbecilerinin bile yargılamak zorunda kaldığı bir işkence sanığı olduğu ülkede bu küçük askerî vesayet hikâyesi ne kadar ilginizi çeker emin değilim.
Ama benim için onun hikâyesi Türkiye’nin en kadim ve en ilkel sorunu olan asker sorununun tarifi gibi.
Bu aynı zamanda rejim kurtarmacılık oyununda askerlerle iş tutan herkesin de en ibretlik hikâyesidir.
Orhan Pekmezci’nin başına gelenden bahsediyorum. Ben onun adını ilk olarak iş icabı okuduğum İkinci Ergenekon İddianamesi’nin ek klasörlerinde gördüm.
Tam olarak yeri 238. klasörün 339. sayfası.
Kayseri Barosu’na bağlı olarak çalışan bir avukat Orhan Pekmezci.
Ermeni Soykırımı’nı kabul eden Fransa aleyhinde 2003 yılının aralık ayında AİHM’e bir dava açmış Pekmezci. Davayı kabul eden AİHM, Pekmezci’den Ermenilerin de Türkleri öldürdüğüne dair kanıtlar getirmesini istemiş.
Bir anda ilgi odağı olmuş Kayserili avukat.
Basında görünmeye başlayınca gelen gidenleri de artmaya başlamış. Bir gün vali kendisini aramış ve Ankara’dan iki askerin kendisiyle görüşmeye geldiğini bildirmiş. Geldiklerini valinin haber verdiği sivil kıyafetli askerlerle görüşmüş. Askerler ona nasıl yardımcı olabileceklerini sormuşlar. Orhan Pekmezci telefon görüşmemizde bana “Ermenilere düşman olmadığını, kendisiyle görüşenlere de bu işi sivil bir girişim olarak yapmak istediğini” anlattı.
Sonra Ankara ziyaretleri başlamış. Tabii ki Yusuf Halaçoğlu ile görüşmeler, yine askeriyeden sivil kıyafetli kişilerle buluşmalar. Devleti heyecanlandıran bu dava için Ankara’nın merkezindeki bir cafede pek çok başka buluşma ve görüşme gerçekleşmiş.
O görüşmelerden birinin tarihi 29 Ocak 2004. Saat: 19.30. Pekmezci o tarihte böyle bir görüşme yapmış olabileceğini söylüyor.
Peki, biz nereden biliyoruz bu görüşmeyi? Ergenekon İddianamesi’nin eklerinde Orhan Pekmezci’nin adını ilk kez gördüğüm çok gizli damgalı Jandarma İstihbarat Başkanlığı raporundan.
Raporun üstünde Cumhuriyet Çalışma Grubu Devre Raporu -12 yazıyor.
Ergenekon İddianamesi’ndeki yüzlerce sayfalık Cumhuriyet Çalışma Grubu raporlarından bir sayfa. Jandarma’nın Ergenekon davasına bakan mahkemeye gönderdiği resmî bir yazıyla JİTEM gibi varlığını reddettiği Cumhuriyet Çalışma Grubu kendisini “Kurum kimliği altında yapılması mahzurlu olan ve fakat yapılması gereken eylem ve faaliyetleri organize etmek” olarak tanımlıyor.
Bu yapı ordunun sivil toplum ve medyadaki uzantılarının da organize edildiği bir merkez. Bir gün bu yapı hakkındaki tüm gerçekler ortaya serilirse askerî sosyoloji hakkında epeyce şey öğreneceğiz. Hâlâ haklarında kötü söz söyletilmeyen Cumhuriyet Mitingleri hakkında tarih o raporlara bakarak hükmünü verecek.
Cumhuriyet Çalışma Grubu’nun varlığını kanıtlamaya Orhan Pekmezci’nin doğruladığı 2004’teki görüşmeyle ilgili Jandarma İstihbarat Raporu’ndaki bu tek sayfa bile yeter.
Ama bununla savcılar uğraşsın beni o raporda söylenen bir cümle daha çok ilgilendiriyor.
“AV. Orhan Pekmezci’nin AİHM’de açtığı dava” başlıklı raporda önce şöyle deniyor: “Bazı şahıslarla görüşmeler yapmak üzere 29 Ocak 2004 tarihinde Ankara’ya gelen Av. Orhan Pekmezci ile 30 Ocak 2004, saat: 19.30’da görüşmeler yapılmıştır.”
Ve işte bu yazıya neden olan, askerlerle iş tutan herkes için de bin nasihatten daha evla o ikinci cümle
“Görüşme sırasında şahsın bir ara dışarı çıkmasından istifade ile özel defterinin fotokopisi alınmıştır.”
İşte Türkiye’nin asker sorunu budur.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT