İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî
Yasin Aktay, Abdülmecid el-Zindanî'nin çalışmaları ve hayat hikayesine odaklanıyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî
“İman Yemenlidir, Hikmet de Yemenlidir” buyurduğu rivayet edilir Resulullah’ın (SAV). Bu sözün derinliğini, münasebetini, inceliğini Yemenli dostlarla her karşılaştığımda bana hissettiren sayısız müşahedelerim oluyor. En küçüğünden en büyüğüne kadar insanlarının büyük çoğunluğunun karakterine, davranışlarına, olaylara yaklaşımlarına, sözlerine sinmiş bir olgunluğun, bilgeliğin, hikmetin izlerini ama aynı zamanda alabildiğine içten ve coşkulu bir samimiyetin tezahürlerini de görebilirsiniz.
Yemen’deki Arap Baharından sonra yaşanan büyük çalkantıların neticesinde Türkiye’ye gelmek ve yerleşmek zorunda kalan hatırı sayılır bir Yemenli topluluğu oluştu. Sayıları çok değil, çoğu kendisine sağladığı cazibeler dolayısıyla Mısır’a veya komşu ülke olması dolayısıyla Suudi Arabistan’a gitmeyi tercih ediyor aslında. Gittikleri yere hemen ticaretlerini, mesleklerini ve ardındaki networkları ve imkanları da hemen taşıyan Yemenliler bu yüzden birçok Arap ülkesi tarafından cazip görülür. Mısır, ülkesinde sıkıntı yaşayan Yemenlileri çekebilmek için ciddi cazip imkanlar sunuyor. Çok kolay oturum ve yine emlak karşılığı vatandaşlık gibi.
Suudi Arabistan’da, uzun yıllardır Yemenli nüfus ekonominin belkemiğini oluşturuyordu. Savaş yıllarında devlet bütün yabancılara olduğu gibi Yemenlilere yönelik de oturumu ve yatırımı zorlaştırma politikası uyguladığı için Yemenlilerin önemli bir kısmı başka ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Son zamanlarda Suudi Arabistan bunun ekonomik ve sosyal maliyetini çok iyi farketmiş görünüyor, yatırımları eski usul Suudi Arabistan vatandaşı kefaleti şartını dahi kaldırarak alabildiğine kolaylaştırarak kaybettiği yatırımcıyı geri kazanmaya başlamış durumda.
Türkiye’ye son on yıldır gelmiş olan Yemenlilerin önemli bir kısmı burada çok önemli yatırımlar yapmakta ve kendi aralarında ciddi bir dayanışma içinde ciddi bir sorun üretmeden tutunmaya çalışıyorlar. Son zamanlarda artan yabancı düşmanlığından mustaripler tabi ve aralarında yatırımlarıyla birlikte bilhassa Suudi Arabistan ve Mısır’a gidenler oluyor.
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Yemenlilerin en büyük alimi Şeyh Abdülmecid el-Zindani ise 82 yıllık ömrünün son 5 yılında Türkiye’de karar kılmıştı. Kuşkusuz onu bulunduğu yerlerden, başta kendi ülkesinden sonra uzun süre ikamet ettiği Suudi Arabistan’dan çıkmaya zorlayan şartlar vardı ama bu şartların onu İstanbul’a taşımış ve burada karar kılmasını sağlamış olmasının şartlardan öte bir anlamı vardı.
Onunla Yemen’de de, Mekke’de de görüşme imkanım olmuştu, orada bile zihninin, kalbinin en derin yerinde Türkiye’nin, İstanbul’un var olduğunu hep hissettiriyordu. Türkiye aslında kendini bilen bütün Müslümanlar için olduğu gibi onun için de Hilafetin merkeziydi. İlga edilmiş olsa da orada hala onun ruhuna, mirasına sahip çıkmaya hazır insanlar var ve onun hayatı boyunca bütün mücadelesi bütün dünya Müslümanlarının bir siyasi birlik oluşturması, dünya siyasetinde ve düzeninde bir yer ve güç sahibi olmasıydı.
Bu yoldaki çabaları onun ilim hayatına da olduğu gibi yansıyordu. Kimya ve eczacılıkla başladığı ihtisasını İslami ilimlerle, bilhassa Kur’an üzerindeki çalışmalarıyla birleştirerek kendine özgü bir alem kurdu, her alimin yaptığı gibi. Kur’an’ın yaratılışla, kainatla ve birçok konuda işaret ettiği ve ancak bugün muttali olabildiğimiz ayetlerindeki mucizeler üzerine çalıştı. Oradan kimya ve eczacılık müktesebatıyla Tıbbı Nebevi alanında çok bilimsel çalışmalara imza attı. Husiler’in San’a’yı işgal ettiklerinde ilk hedeflerinden biri bu konuda çalışmalarını yaptığı laboratuarı ve arşivini ele geçirmek ve yok etmek olmuş. HIV virüsünü ve kanserin bir çok şeklini tedavi etme yolunda önemli aşamalar kaydetmiş olduğu söyleniyordu..
Bizzat kurduğu üniversite İman’ın Yemenli olması hadis-i şerifinin muktezasıymış gibi “İman Üniversitesi” idi, ama tabi bu çalışmalarıyla imana davet eden misyonuna özel bir vurgusu vardı ismin. Bu üniversite neredeyse El-Ezher’e alternatif oluşturacak şekilde İslam dünyasının her yanından öğrenciler yetiştiriyor, içinde yine dünyanın her yanından öğretim üyeleri ders veriyordu. Halen dünyanın her yanından yetiştiği öğrenciler ülkelerinde çok önemli mevkilere gelmiş bulunuyor.
Dünya Müslüman Alimler Birliğinin oluşumuna yaptığı katkı bunun içindi. Filistin davasına gönülden ve bütün imkanlarıyla katılımı da. Yemen’in tam bağımsız bir ülke olması, diğer İslam ülkelerinin alimleriyle, öğrencileriyle, Mücahitleriyle birlikler oluşturma yolundaki çabası hep bunun içindi. Son zamanlarda Erdoğan yönetimindeki Türkiye ona apayrı bir heyecan veriyordu. Türkiye ile ilgili, Erdoğan ile ilgili haberleri nasıl bir heyecanla, gözleri ağlamaklı bir sevinçle parlayarak dinlediğini gördüğümde kendimden utanmış olduğumu hatırlıyorum.
Mekke’deki son ziyaretimdeki görüşmemizde oğullarından biri 15 Temmuz’de ilk haberleri duyduğunda nasıl hemen Mescid-i Harem’e dua etmek için kapandığını ve kendisine iyi haberden başka bir şey için ulaşılmamasını tembihlediğini anlatmıştı. Aynı görüşmemizde bana Türk dizilerinden Diriliş Ertuğrul’u ve Abdülhamit’i çok severek izlediğini ve bir sonraki bölümleri heyecanla beklediğini anlatmıştı. Aynı zamanda sekreteryasını yapan çocukları bu diziler Türkiye’de yayınlandığında sabaha kadar dublajlı veya altyazılı halini hazır ediyorlardı.
Gerek Suudi Arabistan’da bulunduğu zamanlarda gerekse Türkiye’de en büyük dertlerinden biri ülkesinin içinde bulunduğu durumdan bir çıkış yolu geliştirmek üzere bütün taraflarla bir ilmi diplomasi yürütmek. Husilerle olan ihtilafa karşılık Yemen devriminin ilkeleri üzerinde ulusal fikir birliğini yeniden tesis etmenin yollarını arıyordu.
El-Zindani İslam dünyasında bir ortak tavır ve anlayışın oluşması yolunda her kesimle özel bir diyalog içindeydi. Hayatı boyunca yürüdüğü bu yolu namazının kılındığı musallada da ona inanılması zor bir refakatçiyle buluşturdu. İsmailağa Cemaatinin lideri Hasan Kılıç hoca ile daha önce Mekke’de de buluşmuş, Türkiye’ye geldiğinde de vefatlarından birkaç ay önce yine buluşmuş sohbet etmişler. Zindani tasavvuf meşrep sayılmazdı belki ama bu onun İslam’ın farklı meşreplerinden insanlarla arasında asla bir engel oluşturmuyordu. Burada belki bir Yemen bilgeliğine yakışan mizacıyla, Müslümanlara olan muhabbetiyle bütün kalbini ümmetin her sesine açık tutuyordu.
Mekke’de defnedilmeyi çok arzulamış ama bu hayırlı tevafuk ona ömrünün son faslında başka bir misyon yüklemiş gibi çok sevdiği Türkiye’de, Eyüp Sultan Kabristanında kendi umduğundan çok daha anlamlı bir yer ayırmış.
O yerde rahat uyusun, mekanı cennet, makamı âlî olsun.
HABERE YORUM KAT