"İsrail'le normalleşme anlaşmaları bölgeyi yeniden dizayn etme çabası"
Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, Filistinlilerin haklarını ve iradesini göz ardı ederek İsrail ile normalleşmeye adım attı. Filistinli akademisyenlere göre, bu adım sadece söz konusu ülkeleri değil tüm bölgenin geleceğini ilgilendiriyor.
Ola Karakurt / TRT Haber
Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, ABD Başkanı Donald Trump'ın arabuluculuğunda İsrail ile 'normalleşme anlaşmaları' imzaladı.
Filistinlilerin haklarını ve iradesini göz ardı eden bu anlaşmalar 'barış' olarak lanse edilmeye çalışılıyor. Ancak uzmanlar bu ülkelerin zaten İsrail ile bir savaş yaşamadığını ve bir süreden beri Tel Aviv ile perde arkasından ilişkileri olduğunu belirterek, imzalanan anlaşmaların gizli ilişkilerin resmileştirilmesinden başka bir şey olmadığını ifade ediyor.
Filistinli akademisyenlere göre asıl tehlike, Trump'ın liderliğinde kurulmaya başlanan yeni blokun bölgeyi yeniden dizayn etmeyi amaçlaması ve bölgede bazı asli bileşenleri düşman olarak görmesi.
Arap Araştırmaları ve Politika Çalışmaları Merkezi Araştırmacısı Dr. Usame Ebu Erşeyid, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi (İZU) İslam ve Küresel İlişkiler Merkezi Direktörü Prof. Dr. Sami Al-Aryan ve Yurtdışındaki Filistinlilerin Halk Konferansı Genel Sekreterliği Üyesi Muhammed Mişeyneş soruları yanıtladı:
BAE ve Bahreyn'in Filistinlilerin iradesine aykırı olarak İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzalaması ne anlama geliyor? Bölgede yeni bir dönem mi başlıyor?
Dr. Usame Ebu Erşeyid: Şüphesiz ki bölge yeni bir dönem ile karşı karşıya. Bu sadece bir tahmin değil normalleşme anlaşmalarını yapan aktörler, açık bir şekilde bunu belirtiyor ve bu yöndeki planlarını hayata geçirmeye çalışıyor.
İmzalanan anlaşma, yeni bir blok oluşturulması ve bölgede yeni bir stratejik ajandanın hayata geçirilmesine kapı aralıyor. Bu ajanda ABD tarafından belirleniyor.
Normalleşme anlaşmalarının resmi adı bile bize bir ipucu veriyor. Bu anlaşmaların resmi adı 'İbrahim Anlaşması' olarak seçildi.
Bu isim, özenle belirlendi. taraflar bu ismi şöyle açıklıyorlar; biz Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler olarak hepimiz Hz. İbrahim'in soyundan geliyoruz ve bu aramızda bir ortak nokta. Ancak mesele bundan çok daha ötesi. Asıl ulaşmak istedikleri hedef, bölgenin kimliğini yok saymak ve onu sulandırmak. (Onlara göre) Arap kimliği yok. İslami kimlik yok. Zaten bundan dolayı Orta Doğu terimini kullanıyorlar.
Çünkü İslami kimlik varsa, bölgedeki Kürtler, İranlılar, Türkler devreye giriyor. Bunu istemiyorlar.
Arap kimliğini de tanımak istemiyorlar çünkü bu bölge onlara göre Hz. İbrahim'in çocuklarının yaşadığı Orta Doğu bölgesi. Dolayısıyla, İsrail böylelikle bölgenin asli bileşenlerden biri konumuna geliyor.
Buradaki sorun, İslami ve Arap olan diğer bölge bileşenlerini düşmanlaştırmaları. Yani İslami hareketler, İran, Türkiye ve demokrasiyi talep eden herkes birer rakip ve düşman haline getiriliyor.
Ajandalarında ne var? Bölgeyi yeniden dizayn etmek. Arapların ve Müslümanların aklını yeniden programlamak.
"Kudüs ve Mescid-i Aksa İsrail'e veriliyor"
İbrahim Anlaşması'nda bir diğer önemli husus Trump'ın Kudüs'ün ve Mescid-i Aksa'nın aidiyetini İsrail'e vermesi. Trump'ın tam ifadesi şöyleydi: “Barışçıl Müslümanlar, Kudüs'teki Mescid-i Aksa dahil olmak üzere İsrail'deki tarihi mekanları ziyaret edebilecek.”
Burada Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın İsrail'e ait olduğu ifade edilmiş oluyor. BAE ve Bahreyn ise bunu kabul ediyor. Sonuç itibarıyla bölgenin kimliği sulandırıldıktan sonra Kudüs ve Mescid-i Aksa Müslümanların değil İsrail'inmiş gibi sunulmaya çalışılıyor.
Prof. Dr. Sami Aryan: Bence BAE ile Bahreyn'in İsrail ile normalleşme anlaşmaları, bu 2 ülkedeki rejimlerin yapısıyla alakalı. İkisi zengin ancak zayıf rejime sahip ülkeler. Meşruiyetini içeriden kendi halkından seçimle almamış, yabancı aktörlerin desteğiyle başa gelmiş hanedanlar tarafından yönetildiği için belli kaygılar taşıyor.
2011'deki Arap Baharı halk ayaklanmalarından sonra bu rejimler benzer bir durumu yaşama endişesine girdi ve yok olma kaygısıyla karşı karşıya kaldı.
Bu ülkeler, Batı'yı kurtarıcı olarak görüyor. İsrail ise onlara göre Batı'nın elçisi. Bunun için onunla ilişkilerini sağlamlaştırmak istiyor.
Bölge, yeni bir döneme giriyor diyebiliriz. Aslında perde arkasında var olan ilişkiler açık bir şekilde yürütülmeye başlanacak. Bir süreden beri bölgede bir bloklaşma söz konusu, Bir taraftan, ABD ve İsrail'in liderliğinde BAE, Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır ve başka ülkelerin de içinde olduğu blok.
Bu blok özellikle halk ayaklanmalarına ve demokratikleşme hareketlerine karşı. Aynı zamanda İran'ın liderliğindeki bloku da düşman olarak görüyor.
Bölgede Türkiye ve Katar'ın başını çektiği 3'üncü blok da var. Bu blok, demokratik, milli ve halka yönelik rejimlerin oluşmasını ve biraz daha bağımsız bir bölgeyi amaçlıyor.
"Barış olarak lanse edilen bu anlaşma Trump'ın seçim kampanyasının bir parçası"
Muhammed Mişeyneş: Öncelikle şunu söyleyeyim bu normalleşme, söz konusu ülkelere hiç bir hayır getirmeyecek. Bu ülkeler İsrail'e karşı direniş gösteren ülkeler değil zaten. 'Barış' olarak lanse edilen bu anlaşmalar aslında seçimde başı dertte olan Trump ve Netanyahu'nun yürüttüğü kampanyaların bir parçası.
Bu normalleşme anlaşmalarının bölgede büyük bir değişime sebep olacağını düşünmüyorum. Tek değişen şey Arap ükelerinin tutumlarındaki çöküş ve bölünmüşlüğün artması olacaktır.
İsrail'in sınır komşusu, BAE ve Bahreyn değil Batı Şeria ve Gazze'deki Filistinliler. Halk düzleminde Filistinlilerin haklarını elde etmek için ne gibi seçenekleri var?
Usame Ebu Erşeyid: Şüphesiz ki Filistin halkının seçenekleri çok daraldı. Bugün görüyoruz ki artık Arap ülkelerinin bazıları bile İsrail ile Filistinlilere karşı birleşiyor. Komplonun boyutları ortaya çıkıyor. Ancak Filistinliler her seferinde kendi davalarını gündeme dayatmayı çok iyi biliyor.
1986'de Amman'daki Arap Birliği Zirvesi, Filistin konusuna hiç değinmedi. Ancak yaklaşık bir yıl sonra 1'inci intifada patlak verdi ve tüm dünya yeniden Filistin'i konuşmaya başladı.
1996'da Oslo Antlaşması'ndan sonra herkes 'Filistin davası artık bitti' dedi. Ancak 2000 yılında Filistin halkı yeniden ayaklandı. Filistinliler haklarından asla vazgeçmeyecekler.
Arap ve İslam dünyasının Filistin davasına ilgisi ve alakasının artması şart. Bölgenin kimliğini yeniden şekillendirmeyi hedefleyen İbrahim Anlaşması'na karşı Filistin davasının Arap ve İslami kimliği desteklenmeli.
Türkiye, Pakistan ve karşı olduğumuz bölgedeki politikalarına rağmen İran'ın bile Filistin davasındaki rolü pekiştirilmeli.
Tahran her ne kadar Yemen ve Suriye gibi bazı bölge ülkelerinde yanlış politika yürütüyor olsa da sonuç itibarıyla İsrail'in aksine bölgenin asli bileşenlerinden biri.
Sami Aryan: Benim burada İsrail ile ilgili çekinceli bir tutumum var. Çünkü İsrail Siyonizmin ürünü olan saldırgan, yerleşimci ve ırakçı bir devlet.
Amacı, Filistinlilerin yok edip onların yerlerine dünyadaki Yahudileri yerleştirmek. Dolayısıyla İsrail bir komşu filan değil. O işgalci bir devlet. Hem Filistin toprağını hem halkını işgal ediyor. Evet BAE ve Bahreyn, Filistin ile sınırı bile yok. Filistin halkının önünde her zaman tek bir seçenek vardı ve bu seçenek bu süreçte daha da açıklık kazandı; aralıksız direniş. Bu işgali meşruiyetsizleştirmek gerek.
Filistin Yönetimi'nin Oslo Antlaşması'nı imzalayarak yaptığı hata; İsrail devletini tanımak ve ona meşruiyet kazandırmaktı. Filistin Yönetimi İsrail'in Filistin toprağının yüzde 78'ı üzerindeki hakimiyetini kabul etti ve onu onayladı.
Bu meşruiyeti geri çekmek gerek. Filistin Filistinlilerin. İsrail ise işgalci bir devlet. İsrail ne Filistin devletini tanımak istiyor ne de Filistinlileri. Bir halk yerine başka halk yerleştirmeye çalışıyorlar.
"Filistinliler direnmeye devam etmeli"
Filistinliler haklarını geri almak istiyorsa, öncelikle kendi topraklarında direnmeli ve dünya çapında Siyonizm ile mücadele etmeli. Ancak bu, Filistin halkının tek başına yürütebileceği bir mücadele değil. Tüm dünya ve özellikle İslam alemi çapında Filistinlilerle bir dayanışma hareketi olmalı ki Siyonizm ile mücadele edebilsin.
Nihai amaç tüm dünyada Siyonizmin saldırgan yapısını sona erdirmek olmalı. Bu, Yahudilere karşı saldırgan bir tutum anlamına gelmez. İslam, Yahudileri her yerde korudu ve onlara hem haklar hem yükümlülükler atfetti.
Bizim karşı olduğumuz şey Siyonizmin saldırganlığı. Eğer ki ırkçı Avrupa Filistin'e gönderdiği Yahudileri geri almak istemiyorsa onlar İslam dünyasında yaşamaya devam edebilir ancak bu Filistinlilerin haklarını yok sayarak olmamalı.
Muhammed Mişeyneş: Öncelikle, sorunun metnine bir itirazım var. Filistinliler olarak bizim komşularımız İsrail değil. Komşularımız Filistin ile sınırdaş olan diğer Arap ülkeler. İsrailliler komşularımız değil. Onlar dışarıdan gelip haksız bir şekilde topraklarımızı işgal ettiler. Dünyadaki zalim güçler İsrail'in kuruluşunu destekledi. Ancak biz onların varlığını tanımıyoruz. Çünkü toprağımızın elimizden almalarını hiçbir şekilde kabul etmeyeceğiz.
Filistinlilerin yapabilecekleri birçok şey var. Öncelikle Filistinlilerin aralarındaki bölünmüşlük sona erdirilmeli ve tek bir ulusal zeminde birleşmeli. Biz Filistinliler olarak haklarımızı ve topraklarımızı geri istiyoruz. Kimseye, bizim adımıza konuşma yetkisini vermedik. Kaderimizi biz teyin ederiz. Bazı ülkeler Filistin davasından kendilerine vazife çıkarmaya çalışıyor. Bu ülkeler, Filistin halkının acılarını Trump ve Netanyahu'ya satma gayretindeler.
Normalleşme anlaşmaları olası müzakerelerde Filistinlilerin elini zayıflatıyor. Filistinliler devletlerine kavuşabilecek mi sizce?
Usame Ebu Erşeyid: Maalesef, Filistinlilerin kendi devletine kavuşma şansı çok zayıfladı. Trump'ın 'yüzyılın anlaşması' olarak lanse ettiği sözde barış planı herhangi bir Filistin devleti öngörmüyor. Gerçek bir egemenlik söz konusu değil. Ne hava sahasına ne de doğal kaynaklarına hakim. İnsan faktörü üzerinde bir öz yönetimden söz ediliyor. Toprak üzerinde ise egemenlik yok. Nihai amaç Filistinlileri topraklarından koparmak ve onları başka ülkelere sürmek. Filistinli sığınmacıların ise ülkelerine dönüş hakkını yok etmek.
Geldiğimiz nokta büyük ölçüde Filistin yönetiminin Madrid Konferansı'nda yer alıp, Oslo Antlaşması'na imza atarak yaptığı büyük hataların bir sonucudur.
Devlet şansı azalmış olsa da bu yolun sonuna geldiğimiz anlamına gelmiyor. Bu büyük meydan okumayı bir fırsata dönüştürmek bizim elimizde. Yeni bir vizyona ihtiyacımız var. Türkiye Arap bir ülke değil o Filistin davasında başat rol olamaz görüşünden kurtulmak gerek. Bugün ne Suudi Arabistan ne de BAE'ne güvenimiz kalmadı. Türkiye'nin rolü güçlendirilmeli ve Filistin davasını doğru raya oturtmalıyız.
Sami Aryan: Oslo Antlaşması'nın ortaya koyduğu 2 devletli çözüm çoktan geride kaldı. İsrail zaten en baştan itibaren buna karşıydı. Tel Aviv, Arap Birliği'nin 2002'de ortaya koyduğu 'Barış İnisiyatifi'ne de yanaşmadı.
Çünkü İsrail bir Filistin devletini görmek istemiyor ve tüm Batı Şeria'yı, Kudüs'ü ve diğer Filistin topraklarının tamamını işgal etmek istiyor.
Mesele Filistin halkının elinde değil. Artık bu mesele İsrai'in iradesine bağlı kaldı. İsrail ise kendi sınırları içerisinde mümkün olabildiğince az Filistinlinin kalmasını istiyor. Geri kalanlar ise haklarından yoksun olarak küçük kantonlarda yaşamasını istiyor.
İsrail ile normalleşme, Tel Aviv'in bu politikasını meşrulaştırmak ve Filistinli sığınmacıların bulundukları ülkelerde kalıcı bir şekilde yerleştirilmesi suretiyle geri dönüş hakkını ortadan kaldırmak amacı yapıldı.
Evet normalleşme anlaşmaları Filistinlilerin elini zayıflatıyor ancak Filistinlilerin zaten müzakerelerden beklentileri bitmiş durumda. Çünkü müzakere dediğin, 2 eşit taraf arasında yürütülen bir süreç. Her iki tarafın elinde kozları olur. Ancak Filistin Yönetimi, Oslo'da İsrail'i tanımış oldu ve böylelikle elindeki son kozu da kaybetmişti.
Filistin yönetimi, toprakların yüzde 78'ini İsrail'e vermeyi kabul etti ve zannetti ki kalan yüzde 21-22 onun olacak. Ancak İsrail bunu bile vermedi. Mesele sadece bir devlet devleti meselesi değil İsrail, saf bir kötülüktür. Tüm bölge için bir tehlike arz ediyor. İsrail, bölgenin küçük ülkelerinden biri olmasına rağmen tüm bölgeyi kontrol etmek istiyor. Bu da ancak diğer ülkeleri zayıflatarak gerçekleşebilir.
Biz Filistinliler olarak haklarımızı geri istiyoruz ve bunun tek yolu bu zalim ülkeyi ortadan kaldırmaktır.
Muhammed Mişeyneş: Tarihte işgale uğrayan tüm halklar, haklarını geri alana kadar direnişini sürdürdü. Direnişini sürdürdüğü halde hüsrana uğrayan millet olmadı. Direnişe sarılarak haklarımızı geri alacağımızdan şüphemiz yok.
Gazze'deki Filistinliler 3 savaşta da İsrail'e karşı saygıdeğer bir direniş gösterdi. BAE ve Bahreyn gibi 2 küçük ülkenin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi Filistinlilerin kararlılığını etkilemeyecek. 1979'da Mısır, 1994'te ise Ürdün, İsrail ile barış anlaşmaları imzalamıştı. Bu anlaşmaların hiçbiri Filistin davasını etkileyemedi. Çünkü savaş ve barış kararı birinci derece Filistinlilerin elinde.
Bizim kararımız net. Direnişe devam.
Nakba sırasında ve daha sonra topraklarından göç ettirilen Filistinlileri ne gibi bir gelecek bekliyor?
Usame Ebu Erşeyid: Trump'ın planı, sığınmacıların bulundukları ülkelerde yerleştirilmesinden söz ediyor. Bu bağlamda Ürdün'e 6 milyar, Mısır'a 7 milyar, Lübnan'a da 3,5 milyar değerinde yardımlardan söz edildi.
Filistinlileri sindirmek istiyorlar. ABD daha önce benzer bir politika uygulamaya çalışmıştı ancak başarısız olmuştu. Ben bir Filistinli olarak çocuklarım ABD'de doğmuş olsa da onları Filistinli kimlikleriyle büyütüyorum. Kimliğimizi yok etmek istiyorlar. Ancak Filistinliler bu kimliğe sarılması gerek. Bu bir beka mücadelesi. Sadece Filistinliler için değil tüm bölge için bir beka mücadelesi.
Sami Aryan: Filistinli sığınmacılar, ülkelerine geri dönmeyi beklerken çok zor şartlar altında yaşıyor. Gelecek açıkçası iç açıcı değil. İsrail'in planı Filistinliler ile arasını açmak veya onları tehcir etmek. Maalesef ki bazı Arap ülkeleri bu planları onaylıyor ve uygulanması için İsrail ile iş birliği yapıyor.
Ancak Suriye, Lübnan ve Ürdün'deki Filistinli sığınmacılar, geri dönüş hakkından vazgeçmiyor. Ve ırkçı İsrail'e karşı sonuna kadar direnmeye hazır.
Muhammed Mişeyneş: Onlar tabii ki ulusal projemizin bir parçası. 1948'de göç ettirilen Filistinliler o günkü felaketi bugün hala aynı acıyla yaşamaya devam ediyorlar. Filistin halkının yaklaşık yüzde 60'ı göç etmek zorunda kaldı. Bu insanların büyük bir çoğunluğu sığındıkları komşu ülkelerde, kendi köylerinden ve kentlerinden sadece 1-2 saatlik bir mesafede yaşamaya devam ediyorlar. Bu insanlar kendi evlerine dönmek için can atıyor.
Bu, kimileri için çok zor ve gerçekleştirilmesi imkansız bir şeymiş gibi görünüyor olabilir. Ama hiç de öyle değil. Göç ettirilen Filistinlilerin geride bıraktıkları evlerin yaklaşık yüzde 80-85'i yerinde ve boş bir vaziyette duruyor. İsrailliler daha çok 1948'den önce yapılan Yahudi yerleşimleri genişleterek şehirlerini kurdu.
2017'da İstanbul'da 'Yurtdışı Filistinlilerin Halk Konferansı' adıyla başlattığımız girişim ile yurt dışındaki tüm Filistinlileri bir platformun çatısı altında toplamayı amaçlamıştık. En önemli hedeflerimizden biri yurt dışındaki Filistinlilerin ulusal projeye entegre edilmesi, ve onların toplumsal kararın bir parçası olmaları. Çünkü onlar, muazzam bir kapasiteye ve enerjiye sahip. Filistin'in kurtuluş hedefine önemli katkılarda bulunabilirler.
Filistin Yönetimi, İsrail ile Oslo anlaşmasını imzalamasından sonra Filistin toprakları dışındaki Filistinliler marjinalleştirildi ve yok sayıldı. Uzun yıllar boyunca devam eden bu marjinalleştirmeden sonra bu kitleye iadeyi itibar yapılmalı ve Filistin ile ilgili alınan tüm kararlarda onlar da söz sahibi olmalı.
Özellikle Genç Filistinliler bu sürece nasıl bakıyor?
Usame Ebu Erşeyid: Genç Filistinliler normalleşme anlaşamalarına öfkeyle yaklaşıyor. Çünkü bu onlara karşı bir komplo. Gelecekleri hedef alınıyor. Yaşlılar, Nakba'yı ve daha sonraki acıları yaşadı. Başka ülkelere göç etmek zorunda kaldı.
Bu jenerasyon bunu yaşamamış olabilir ancak bunun sonucundan etkilendi. Bazıları kamplarda doğdu büyüdü. Batı Şeria ve Gazze'de yaşanan şiddeti görmüş olabilirler ancak bu babalarının ve dedelerinin yaşadıklarıyla kıyaslanmaz.
Gençleri zor bir mücadele bekliyor. Ancak 70 yıl boyunca kimliğine, toprağına ve davasına sarılan bu halk mücadelesine devam edecek. Bugün yaşadıklarımız Arap ve İslam aleminin Filistin davasına bakış açısını ve tutumunu yeniden gözden geçirmesi için bir fırsat.
Dünyanın artık uluslararası kanuna kulak asmadığını herkes görüyor. Kendi göbeğimizi kendimiz kesmemiz lazım ve sahada çıkarlarımızı korumamız gerek.
Türkiye bugün Doğu Akdeniz'deki hakkını korumaya çalışıyor ve bütün dünya buna engel olmaya çalışıyor. Bunun tek nedeni Türkiye'nin Müslüman bir ülke olması ve büyük bir devlet olma potansiyeline sahip olması. Bunu istemiyorlar.
Bölgemiz saldırı altında. Batı prangalarından kutulmak isteyen ülkeler engellenmeye çalışılıyor.
Sami Aryan: Filistinliler, gençler dahil, sırtından vurulmuş gibi hissediyor. İsrail ile normalleştirme yapan Arap rejimler, halklarının iradesini yansıtmıyor. BAE ve Bahreyn halkı tüm kalbiyle Filistin davasını destekliyor.
2011'de ve daha sonra meydana gelen halk ayaklanmalarında Filistin bayrağı tüm meydanlarda yer alıyordu. Filistin her Müslüman ve Arap'ın kalbinde yaşıyor.
Filistin davası, adalet ve özgürlük mücadelesini simgeleyen küresel bir dava.
Normalleşme yapan ülkeler, kendi iktidarını koruma çabasında. Oysa son söz her zaman halkların olacak.
Muhammed Mişeyneş: Siyonistlerin 'büyükler ölecek, küçükler ise unutacak' diye meşhur bir söylemleri vardı. Ancak hiç de öyle olmadı. Nakba'nın üzerinden 72 yıl geçti. Evet doğru büyükler öldü. Bu Allah'ın takdiriydi. Ancak küçükler unutmadı.
Bizim ulusal projemizin önderleri ve Filistin'de gerek Gazze'deki gerek Kudüs'teki direniş, çoğunlukla gençler kesimi tarafından yürütülüyor. Onlar davasını unutmadılar. Babaları ve dedelerinin direnişinden ilham alıyorlar. Ve büyüklerin hatalarından ders çıkarmaya çalışarak yollarına devam ediyorlar.
HABERE YORUM KAT