İsrail’i Eleştirmek “İfade Özgürlüğü” Kapsamında Yer Almıyor mu?
İsrail’i eleştiren bir karikatürün Almanya’da bir gazetede yayımlanmasının ardından yaşananları ele aldığı bugünkü yazısında Yasin Aktay, İsrail’e yönelik yapılan tüm eleştirilerin “anti-semitizm” şeklinde yaftalanmasına tepki gösteriyor.
Bugün Yeni Şafak gazetesinde “Almanya’da ifade özgürlüğü İsrail’i eleştirinceye kadardır” başlığıyla yayımlanan Yasin Aktay imzalı yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:
Türkiye iç ve dış gündemiyle oldukça hararetli günler yaşıyorken Almanya’da yaşanan ve Almanya’da demokrasi söyleminin ardındaki faşizan faylara flaş tutan bir hadise dikkatlerden kaçtı.
Türkiye’ye her fırsatta basın ve ifade özgürlüğü, demokrasi ve insan hakları söylemi satmaya kalkışan Almanya’da liberal çizgide yayın yapan Süddeutsche Zeitung’da karikatürist Dieter Hanitzsch imzasıyla İsrail Başbakanı Netanyahu’yu eleştiren bir karikatür yayınlandı.
Karikatürde Netanyahu, İsrail adına Eurovision şarkı yarışmasına katılıp birincilik kazanan Netta’nın elbiseleri içerisinde gözüküyor. Büyük bir coşku ile şarkısını söyleyen Netanyahu’nun bir elinde mikrofonu bir elinde de altı köşeli yıldız amblemli füzesi bulunuyor ve dinleyicilerine “Önümüzdeki sene Kudüs’te!” diyor.
Bilindiği üzere Eurovision şarkı yarışması her yıl, bir önceki yıl birincilik elde eden ülkede düzenleniyor. Karikatüristin Netanyahu’ya yaptırdığı Kudüs vurgusunun sebeplerinden birisi bu. Diğeri ise elinde füzesiyle, ABD’nin İsrail’de bulunan büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı alması sonrasında gerçekleştirilen protestolarda katledilen onlarca kişinin Kudüs’üne vurgu olmalı.
Onlarca insan hayatını kaybetmiş, yüzlerce insan yaralanmışken İsrail Başbakanı Eurovision yarışmasının birincisini kabul etmiş, birinciyle özdeşleşen tavuk dansını yapmış ve İsrail’in sınırlarının güvenliğini sağlama hakkından bahsetmişti. Başbakanın resmi sosyal medya hesaplarından da paylaşılan bu görüntüler büyük ihtimalle karikatüriste böyle bir çizgi ilham etti.
Gelgelelim işin bundan sonraki kısmı karikatürün kendisinden çok daha düşündürücü. Karikatürün yayınlanmasının ardından özellikle Almanya’daki Yahudilerden ciddi tepki çekmesi sonrasında önce gazete karikatürü yayınladığı için özür diledi. İsrail’in yaptıklarının gerçek hayattaki karşılığı yanında neredeyse bir hiç olan bu karikatürü yayınladığı için gazetenin genel yayın yönetmeni özür diledi ve karikatürü yayınlamanın bir hata olduğundan bahsetti.
Genel yayın yönetmeni özür dilerken karikatüristi de bağlayacak bir laf etti ve Hanitzsch’in kendisine bu karikatürü önümüzdeki yıl Eurovision’un Kudüs’te yapılacağını ima etmek amacıyla çizdiğini söylediğini aktardı. Bunun üzerine bir başka gazeteye konuşan karikatürist çizgilerinin basit bir politik eleştiri olduğunu, editörlerin özür dilemelerinin kendilerinin bileceği bir iş olduğunu ancak kendisinin bu çizgi dolayısıyla özür dilemeyeceğini söyledi.
Bu süreçte karikatürist anti-semitist olmakla itham edildi ve özür dilemeyi reddetmesi üzerine gazetedeki görevine son verildi. Türkiye’de gazetecilik mesleğini yapıyor olmalarından dolayı değil örgütlü suç isnadı dolayısıyla hapsedilmiş olan gazetecilerin avukatlığını kimseye bırakmayan Alman siyasetçilerin bu yaşananlar karşısında hiçbir tepki vermediklerini tahmin etmek zor değil. Hele bir de mesele anti-semitizm gibi Holokost tecrübesi üzerine inşa edilen içeriğe vurgu yapılarak ele alınmışsa…
Peki ama insanlık tarihinin en utanç verici hadiselerinden birisi olan Holokost, İsrail’in dış politika pratiklerinin tamamını makul ve meşru göstermeye yeterli olabilir mi? Diğer bir deyişle İsrail’i eleştirmekle Yahudilere karşı sırf Yahudi olmaları dolayısıyla bir nefret söylemi geliştirmek arasında belirgin bir farkın var olması gerekmez mi? İsrail devleti 4 yaşında çocukları terörist diye hapsederken ya da onlarcasını katlederken bu pratiğin herhangi bir şekilde eleştirilmesinin anti-semitizm olarak etiketlenip taşlatılmasının, aslında suçsuzluğun değil suçluluğun bir işareti ve kabulü olarak değerlendirilmesi gerekmez mi? İsrail Gazze’de yaşananlar sonrasında BM’nin Gazze’ye heyet gönderme kararı almasını da “Yahudi devletini şeytanlaştırma girişimi” olarak değerlendirmiş, heyet gönderme kararı alan İnsan Hakları Konseyi’nin amacının gerçeklerin ortaya çıkarılmasını sağlamak olmadığını ileri sürmüş ve “Dünyadaki gerçek insan hakkı ihlalleriyle uğraşmak yerine Ortadoğu’daki tek demokratik ülkeyle uğraşmak”ta olduğunu iddia etmişti.
Güvenlik Konseyi’nin, yani örgütün en icracı organının almış olduğu 242, 338 sayılı kararlar gibi kararların uygulanmasını sağlayamamış olan BM’nin, İsrail’e karşı bu güven vasatında nasıl bir yaptırım gücü olabilir? Ortadoğu’da bir barış sağlanacaksa ve bu BM eliyle olacaksa BM’nin İsrail’e karşı rüştünü ispatlaması şart.
Sadece BM’nin mi? Tabii ki gerçekten barışın tesis edilmesini istiyorlarsa başta Almanya olmak üzere AB ülkelerinin ve ABD’nin de. Yazının başında aktardığımız örnek olay bunun ne kadar zor olduğunu da ortaya koyması bakımından önemli.
Almanya’nın Yahudilere karşı bitmeyen tazminatının ortaya çıkardığı Siyonist bir resmi ideolojinin faşizan gücü.
Bu faşizan güç aynı zamanda medyaya, paraya ve baskı gruplarına da hükmediyor olduğu için istenildiği gibi kamufle edilebiliyor, başka kılıklara sokulup gözden kaçırılabiliyor, ama bu tür vakalarda hiçbir çuvala sığdırılamıyor.
HABERE YORUM KAT