İsrail ve ABD Yanlısı Değillermiş!
İhsan Yılmaz kendi yazısından yola çıkarak Gülen cemaati hakkında belirginleşen İsrail ve ABD paralelinde hareket iddiasını cevaplıyor.
HAKSÖZ-HABER
Gülen Cemaatinin akademisyen yazarlarından İhsan Yılmaz son dönemde cemaat adına görüşlerine en çok başvurulan isimlerden biri. Fatih Üniversitesinde öğretim üyesi ve aynı zamanda Today's Zaman'da köşe yazarı olan İhsan Yılmaz hükümeti eleştirirken oldukça liberal ve batıcı bir söylemden hareket ediyor. Hükümetin Ortadoğu politikasından, Gezi Parkı hadisesine kadar pek çok konuda laik kesimlerin hoşuna gidecek sözler sarfediyor. Söz konusu çevrelerce siyasal İslamcı bir çizgi izlemekle eleştirilen AK Parti politikalarından kendilerinin de çok rahatsız olduklarını dillendiriyor. Aslında bu İhsan Yılmaz’ın şahsına münhasır bir söylem ve tutum değil. Son dönemde Gülen Cemaati medya organlarıyla sivil toplum örgütleriyle bu yaklaşımı ısrarlı bir tarzda vurguluyorlar.
Bununla beraber bu politik tavrın İslami camiada ciddi bir tepki aldığı da biliniyor. Bu durumun verdiği rahatsızlığı telafi sadedinde Gülen Cemaati mensupları bir yandan da kendilerine yöneltilen eleştirileri savuşturma çabası içine giriyorlar. İhsan Yılmaz’ın bugünkü Zaman gazetesinde yayınlanan uzun yazısı da aynı hassasiyeti yansıtıyor.
Hizmet ve dış mihraklar?
Zaman/İhsan Yılmaz
Saygıdeğer bir ilahiyatçı akademisyenimizin, son günlerde kendi sahasının dışına çıkarak söylediği, “Sorun bunların da (cemaatlerin) bilerek bilmeyerek Türkiye'ye müdahalenin bir parçası, aracısı olup olmayacaklarındadır.” sözleri ile uzun süredir derinden sürdürülen bir tartışma tekrar alevlendi.
Bunun, Today's Zaman'daki yazılarım üzerinden hem bana hem de Hizmet Hareketi'ne bakan bir yönü de var. Niyetim polemik olmadığı için, burada, hiç kimse ya da kurumu hedef almadan, hem Hizmet Hareketi'ne gönül vermiş, hem de 14 yıldır onu akademik olarak çalışan bir siyaset bilimci olarak, bazı hususları netleştirmeye çalışmak istiyorum. Geçtiğimiz günlerde, bir televizyon programında, benim Today's Zaman'daki bir yazımdan yola çıkılarak, Hizmet Hareketi ile ilgili bazı asılsız iddialarda bulunuldu. Bu programda, benim Hizmet Hareketi adına, AKP hükümetinden 4 ana talepte bulunduğum ileri sürüldü. Bunlar: 1. Hükümet İsrail ile barışmalıdır; 2. Hükümet, ABD ile barışmalıdır, 3. Hükümet, İran'a karşı hoşgörülü olmalıdır ve 4. Hükümet, Kürt açılım sürecini durdurmalıdır. Bu çarpıtmaların her biri ile ilgili olarak, kısa izahlarda bulunmak istiyorum.
En son söyleyeceğimi, baştan söyleyeyim, bu TV programında yapılan ile, uzun süredir Hizmet Hareketi'ne karşı sürdürülen bir psikolojik savaş operasyonu benzerlik göstermektedir. Bu psikolojik savaş operasyonuna göre, Hizmet Hareketi, global bir hareket olduğu için, bazı global güçlere, Yahudi lobisine, İsrail'e ve ABD'ye tavizler vermekte, onlarla kapalı kapılar arkasında karanlık anlaşmalar yapmaktadır. Bu komplo teorisine göre, Hizmet Hareketi, Türkiye, İran ve Kürtlerin menfaatleri aleyhinde olarak İsrail-ABD emrinde işler yapmaktadır.
Öncelikle şunu belirteyim. Ben, ne Hizmet Hareketi'nin sözcüsüyüm ne de onun adına açıklama yapıyorum. Hizmet Hareketi adına, Fethullah Gülen Hocaefendi ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı açıklamalar yapmaktadır. GYV'nin açıklamalarının bile, merkezî bir yapısı ve üyelik sistemi olmayan, insanların farklı projelerine farklı şekil ve seviyelerde katıldığı, Hizmet Hareketi'ne gönül vermiş herkes için ne kadar bağlayıcı olup olmadığı yoruma açıktır. Çünkü, sonuçta bu bir gönüllüler hareketidir. Yine de, benim bu kadar çok önemli 4 konuda bu talepleri dile getirdiğim düşünülüyorsa, en azından, bunların Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'na sorulması gerekirdi.
Söz konusu TV programındaki çarpıtmalar, benim 10 Şubat 2012'de Today's Zaman'da kaleme aldığım, "Hizmet Hareketi bir siyasi parti kurmalı mıdır?" başlıklı makaleme dayanmaktadır. Bu yazı, katılımcı demokrasiden ve demokrasilerde sivil toplumun, baskı gruplarının, dinî grupların, dine dayalı hareketlerin, hatta hiyerarşik yapısı ve başka bir merkeze (örneğin, Vatikan'a) bağlı olan kiliselerin meşru ve hukukî demokratik rollerinden bîhaber bazılarının, Hizmet Hareketi'ne, “sosyal ve siyasî konularda, yasama süreçlerinde bir tavrın, yorumun, eleştirin olmasın, işine (?) bak, ya da siyasî parti kur, çok endişeli isen seçimleri bekle” anlamındaki çıkışlarına, Hizmet'e hem gönül vermiş hem de onu analiz etmeye çalışan bir siyaset bilimci olarak bir cevabım idi. Bu TV programında, o yazımdaki bir paragraf çarpıtılarak istismar edilmiştir.
O paragrafta, kendi görebildiğim kadarı ile Hizmet Hareketi'nin, AKP hükümetine eleştirel baktığını düşündüğüm bazı belli başlı konuları sıralamıştım. Değiştirmeden, o paragrafı tercüme edeceğim: "Hizmet, geliştirilmesi muhtemel İran nükleer bombasına karşı hükümetin toleranslı bir görüntü vermesini, İsrail ile meyvesiz kavgalara girişmesini, Mavi Marmara olayındaki tutumunu, Kürt açılımının başarısızlığını, Ergenekon davalarındaki isteksizliğini, gazetecilerle uğraşmasını, AB sürecinin durmasını, yeni bir anayasa konusunda istekli olmadığı şüphesini uyandırmasını ve Ankaralılaşmasını eleştirmektedir." Bu arada, “Hizmet Hareketi, dershanelerin yasaklanması konusu ortaya çıkana kadar hükümeti eleştirmiyordu” diyenlerin dikkatine, bir buçuk yıl evvel Today's Zaman'da çıkan bu analizi arz ediyorum.
Paragrafımın, nasıl çarpıtıldığı çok açık ancak yine de konu ile ilgili birkaç açıklama yapmak ve yorumda bulunmak isterim. Öncelikle, hiçbir zaman, hükümet İsrail'i eleştirmemeli demedim. İngilizce olarak, İsrail'i eleştiren pek çok yazıyı Today's Zaman'daki köşemde yayımlamış birisiyim. Her zaman, 1967 öncesi sınırları içinde İsrail'in var olma hakkının tanınması gerektiğini, ancak İsrail'in bağımsız bir devlet kurma hakkı olan Filistinlilere kötü muamelesinin kabul edilemez olduğunu yazdım. Başta ABD'liler olmak üzere, farklı akademik toplantılarda görüştüğüm meslektaşlarıma, bürokratlara, büyükelçilere ve gazetecilere bunları dile getirdim. Daha fazlasını da her zaman söyledim ve de yazdım: Ambulans ve hastaneleri bombalayarak İsrail, Filistinlileri terörize etmektedir. Eski ABD Başkanı Jimmy Carter'ın bile apartheid olarak nitelendirdiği bir rejimi, Gazze'yi açık hava hapishanesine çeviren bir devleti savunduğumu iddia etmek en hafifiyle insafsızlıktır ve hakikate haksızlıktır.
Ancak, bazı Arapların içine düştüğü ve kendilerinin de şikâyet ettiği, tüm siyasî ve diplomatik enerjimizi, sonuç getirme ihtimali bugünkü dünya konjonktüründe çok düşük olan, İsrail ile çatışmacı bir ilişkiye harcayıp bir de Batı dünyasını karşımıza almanın doğru bir strateji olmadığını dile getirdim. Zaten, Müslüman ülkeler İsrail'e her yüklendiğinde, Batı'da İsrail'i eleştirmeye başlayanların bile “İsrail, hasımlarla çevrili, onu da anlamak lazım” diyerek, geri adım attığını da kaç kez gözlemledim. Peki, haksızlık karşısında dilsiz şeytan mı olunacaktır? Herkesi, Çeçenistan'da katledilen yüz binlere, Doğu Türkistanlıların (liderlerinin ülkemizi ziyaretini kabul etmeye bile çekindik) yavaşça eritilmesine, Güney Sudan'da etnik temizlik adına katliam yapılmasına ne kadar ses çıkardığımızı ve bunun sebeplerini de iyice düşünmeye davet ediyorum.
İsrail'i elbette eleştirmek gereklidir ve şarttır. Ancak, bunu yaparken, dünyayı kendimizden uzaklaştırıp uzaklaştırmayacağımızı ve Türkiye'nin menfaatlerine zarar verip vermeyeceğimizi çok iyi hesaplayalım. Ayrıca, Filistinlilerin kendi iç tartışmalarında, bir tarafın lehine başka bir tarafı tutuyor görüntüsü vermeyelim. Bunları dile getiren bizler, maalesef, ABD-İsrail'e çalışmakla vs. suçlanıp durduk. Twitter'dan, bizlere çok açık ve net bir şekilde, “İsrail uşakları” bile denildi. Eskiden, askerî vesayet, dış politikayı güvenlikleştirmişti ve siyasetçilere bu konuda söz hakkı tanımıyordu. Şimdi ise, “sadece siyasetçilerin yaptığı doğrudur, sivil toplum bunları eleştirirse, dış mihraklara çalışıyor olur” anlamında tavır alınıyor görüntüsü var. Bu tavır, demokrasiye de ifade özgürlüğüne de aykırıdır.
Benim, sözde ikinci talebime gelince, en komik olan iddia budur. Söz konusu paragrafımda bu konu geçmiyor. ABD'ye hükümetimizin bir savaş açtığını zaten hiç duymadım ki barışın diyeyim. Zaten, bizim imkânımız olmadığı için, NATO'nun Patriot füzeleri, zalim Beşşar Esed rejimine karşı bizi korumuyor mu? NATO'nun İncirlik Askerî Üssü, Amerikan savaş uçakları ve silahları ile dolu değil mi? Kürecik'e, İran'ın tüm itirazlarına rağmen, NATO'nun savunma kalkanı kurmasına çok yakın bir zamanda izin verilmedi mi? Ayrıca, Erdoğan birkaç ay önce Beyaz Saray'da Barack Obama tarafından misafir edilince, hükümete yakın tüm gazeteler, bunu olumlayarak manşetlerden haberleştirmedi mi? Hükümetin, ABD ve NATO konusunda, hangi konularda Hizmet'ten farklı düşündüğü ve davrandığı kamuoyuna açık olarak ve net yazılırsa, o zaman bir değerlendirme yapmak mümkün olur. Eskiden Ergenekoncuların dile getirdikleri “AB'den kurtulmak için, Şanghay'a katılalım” gibi pratik karşılığı olmayan sözler dışında böyle bir farkı ben göremiyorum. Öyle ise Hizmet, gerçek olmayan ithamlar ile neden yıpratılmaktadır?
İran konusuna gelince, ben hiçbir zaman, İran ile ilişkilerimiz kötü olsun demedim. Tüm komşularımızla iyi olmalı. Zaten, aramız, iyi olursa, Hizmet de gider oralarda okul açar ve en sevdiği işi yapar. Hatta, Suriye krizinin başlarında, hükümet yetkilileri Suriye'nin kuzeyindeki de facto özerk Kürt bölgesine hasmane açıklamalar yaparken, ben Today's Zaman'da "Kürt komşularla sıfır sorun" başlıklı bir makale yazıp, nerede olurlarsa olsun Kürtlerin insan haklarını savunmamız gerektiğini, Suriye'de daha fazla insanî ve siyasî hak elde edeceklerse buna düşmanmışız görüntüsü vermenin iyi olmayacağını yazdım. Zaten, daha sonra, hükümet de, bu çizgiye zamanla geldi. İran konusunda, İran'a çok fazla güvenmemizin, muhalefetin şaibeli olduğunu iddia ettiği seçimlerden sonra Ahmedinejad'ı ilk arayan ülkelerden birisi olmamızın yanlışlığını yazdım. Iran-Türkiye ilişkileri, Rusya ile olan ilişkilerimiz gibi olsun diye yazdım. “İran'ın nükleer emellerini savunur algısı vermek ve bu uğurda Batı'yı karşımıza almak yanlıştır.” dedim. Daha sonra, İran, Esed rejiminin yanında taraf olarak, bu ikazları tek tek haklı çıkardı.
Kürt açılımını en başından beri “amasız” ve “fakatsız” şekilde destekleyen birisiyim. Yazdıklarım ortadadır. Zaten, yukarıdaki 10 Şubat 2012 tarihli paragrafta da, eski sürecin çökmüş olmasından dolayı, Hizmet'in hükümeti eleştirdiğini yazmışım. Bir şey ancak bu kadar başaşağı çevrilebilir. Hareket'in, sorunun çözümü için yıllardır yaptıkları ortada iken, Gülen, “Sulh hayırdır.” diyerek son süreci de en başından beri desteklemiş iken, komplo teorileri ile ve süreçte oluşan bazı sorunları bazı kişilerin eleştirmesinden yola çıkıp, “Hizmet, barışa karşı” propagandası yapmak apaçık bir haksızlık ve çarpıtmadır. Milletimizin büyük çoğunluğunun desteklediği bu sürece Hizmet'i karşı gibi göstererek, milletin nezdinde Hizmet'in itibarının sarsılmaya çalışıldığı da akla yakın bir ihtimaldir. Ülkenin demokratik seçimlerle gelmiş meşru hükümeti bile katılımcı demokrasi çerçevesinde eleştirilirken, PKK liderlerinin bazı tavırlarının ve açıklamalarının eleştirilmesine bile hazımsızlık gösterilip bunun hemen “açılım sürecine karşıtlık” olarak sunulması da ayrı bir çarpıtma örneğidir.
Uluslararası Kriz Grubu, yayınladığı Kürt raporunda Hizmet Hareketi'nin, çözüm sürecinde olumlu rol oynadığını vurgulamıştır. Hizmet Hareketi'nin reformcu bir çizgi benimsediği belirtilen raporda, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin anadilde eğitime destek verdiğine işaret edilmiş ve bu rapor Zaman gazetesinde haber olmuştur. Tüm bunlara rağmen, Hizmet Hareketi hakkında “barış düşmanı” algısı yerleştirmeye çalışılması açık bir psikolojik savaş operasyonudur.
HABERE YORUM KAT