İsrail histerik bir cinnet toplumudur
Osman Sert, Siyonist toplumun düşünme biçimini incelerken işgal rejiminin kendisi hakkında oluşturmaya çalıştığı algının sona erdiğini ifade ediyor.
Osman Sert / Karar
İsrail çıplak
İsrail 1948’de kurulduğu günden beri hep bir meşruiyet arayışı mücadelesi verdi.
İkinci dünya savaşı öncesine kadar Filistin topraklarında sadece küçük gruplar halinde var olan, iki dünya savaşında Filistin’i işgal etmeye ya da savunmaya çalışan güçler arasında yer almayan, dolayısıyla devlet kurmak istediği topraklarda kutsal kitapta kendilerine verilen sözler ve üç bin yıl öncesine giden sahiplik iddialarının dışında elle tutulur hiçbir gerekçesi olmayan bir halk için meşruiyet korkunç bir ihtiyaçtı.
İsrail devletinin o topraklarda varlığının temeli bu meşruiyet açığını daha da derinleştiren ahlaksız bir tazminat mantığına dayanıyordu. İkinci dünya savaşında milyonlarca Yahudi’nin soykırıma tabi tutulduğu, Almanya’nın işgal ettiği ülkelerin kimi gönülsüz kimi neredeyse Almanlar kadar gönüllü şekilde iştirak ettiği bir günahın bedelinin faturası Filistinlilere çıktı. Holokost’un faturasının tek başına Alman hükümetine çıkarılmasının da eksik olduğunu not düşmek gerek.
Kitlesel cinayeti işleyen Almanların kurduğu kusursuz katliam sistemi olsa da Bulgarlar gibi göreceli olarak direnen, süreci geciktiren istisnalar dışında sınırları içerisinde bulunan Yahudileri büyük iştiyakla toplayıp Almanlara teslim ettiğini konuşmamak birçok ülkenin işine geliyor haliyle.
Bu toplu cinnetin faturasını işlenen suçta kabahati olmayan bir millete ödetmenin neden olduğu ahlaki, siyasi, tarihi meşruiyet açığını kapatmak için 70 senedir gerçek dünyanın dışında paralel bir hikâye üretildi.
George Orwell’in 1984’ündeki gibi bir mantık ile acımasız bir işgal sonucunda kurulan İsrail’e hani Avrupa standartlarında İsviçre benzeri kusursuz bir meşruiyet elbisesi dikilmeye çalışıldı.
Orta Doğu’nun en barışçıl, demokratik, insancıl, müreffeh, çevreye duyarlı üstelik dünya tarihinin ne masum mağdurlarından birinin hikayesi yazıldı.
Tüm tarihi saldırmak, işgal ve cinayet üzerine kurulu İsrail ordusu “İsrail Savunma Güçleri” olarak adlandırıldı.
Asıl sahipleri kovulan, sürülen, öldürülen; mülkiyeti çalınan toprakların üzerindeki hırsızlık damgası “çölde yaratılan mucize” söylemi ile silinmeye çalışıldı. Daha dün kanlı bir gasp ile elde edilmiş olsa da toprakların üzerinde yükselen refahın işlenen suçları unutturmaya yeteceği varsayıldı.
Ülkesine döndüğünde askeri üniformaları giyen ve ‘asker millet’ olmakla övünen sıradan Türk erkeğinin görmediği silahları boynuna asıp gezen erkek/kadın İsrailli diplomatlar süslü salonlarda ‘sivil cümleler’ ve ‘hukuki argümanlarla’ ellerindeki kanı diplomasinin soğuk gerçekliğinde yıkamaya çalıştı.
Çoğu ömrünü orduda geçirmiş hatta Haganah ve Irgun gibi terör örgütlerinde İngiliz ya da Filistinli onlarca kişiyi öldürmüş isimler takım elbiselerle devlet meşruiyetinin her şeyi unutturan zırhına büründüler.
Kendisi de asker üniforması ile Batı Şeria’da yerleşimcileri korumuş, Kudüs’te Filistinlileri taciz etmiş, en hafifi Filistinlilerin kullandığı geçiş kapılarında okula giden küçük kız çocuklarının çektiği sıradan günlük eziyeti seyreden akademisyenler, üniformayı çıkarıp uluslararası panellerin katılan herkesi eşitleyen oturma düzenlerinde barışın imkanlarını konuştular.
Meşruiyet zemininin en güçlü unsurunu Orta Doğu’daki tek demokrasi olma söylemi oluşturdu. Kendi halklarına zulüm etmekte tereddüt etmeyen, imkân bulduğunda komşularına bedel ödeten, kişisel iktidarları için ülkelerini ateşe atmaktan çekinmeyen rejimler arasında basını, seçimleri, parlamentosu ile ‘bize’ benzeyen bir demokrasiye sahip çıkmaktan kolay bir şey yoktu.
7 Ekim’de Hamas saldırıları ile başlayan süreç İsrail’i okurken ideolojik gözlük takmayanların, kendi varlıklarında içkin İslamofobi’ye esir olmamışların çoktan bildiklerini görünür kıldı sadece.
Netanyahu, tüm bu üretilmiş gerekçelerle böylesi meşruiyet yalanlarına sarıp sarmalanmış bir suç makinasını savunma konforunu imha etti.
İsrail’in soykırım politikalarını sadece Netanyahu ve hükümeti ile özdeşleştirmek eksik olmanın ötesinde gerçeğe ihanet olur. Karşımızda daha eğitimin ilk yıllarında küçük Yahudi çocuklarının bir katil olarak yetişmeleri için gerekli zihni ve duygusal zemini hazırlayan kreş öğretmenlerinden Knesset’te her fırsatta insanlığın dip sınırlarını test eden milletvekillerine uzanan histerik bir cinnet toplumu var.
Bir yıl öncesine kadar “İsrail çıplak” diyenlere sakallı teröristleri gösterip kulaklarını tıkayanların kendilerini kandırmaya devam etseler bile çevrelerindekileri kandıramayacakları bir aşamaya geçildi.
Ne kendi topraklarını savunan direniş örgütlerini ‘terörist’ yaftasıyla mahkum etme çabaları, ne cinayet sayısında İsrail’le gözü kapalı yarışabilecek diğer ‘müslüman’ bölge ülkelerinin varlığı, ne İsrail gibi sofistike cinayetler işleyemiyor olmasının tek sebebi onun sahip olduğu teknolojik imkanlara sahip olmaması olan İsrail mağduru devlet ve örgütlerin itirazları, ne de Kudüs için meşru bir zeminde isyanı dillendirip kendi ülkesinde haksızlıklar karşısında havaya bakıp ıslık çalanların iç karartıcı çifte standartları İsrail’in artık çırılçıplak olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
İsrail Devleti ve onun suç ortağı toplumu bundan sonra tüm meşruiyet çabalarının sağladığı koruma örtülerinden kendi tercihleri ile soyunmuş bir şekilde yaşamak zorunda. Tek avantajları pornografik kötülüğün sıradanlaşıp kabul gördüğü bir zaman diliminde yalnız olmamaları.
HABERE YORUM KAT