1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. Isparta’da Şeyh Said ve İskilipli Atıf Hoca Konferansı
Isparta’da Şeyh Said ve İskilipli Atıf Hoca Konferansı

Isparta’da Şeyh Said ve İskilipli Atıf Hoca Konferansı

Isparta İlkeli Çocuk ve Gençlik Derneği tarafından Şeyh Said ve İskilipli Atıf Hoca’nın İslami mücadelesinin anlatıldığı bir konferans düzenlendi.

24 Mart 2013 Pazar 20:34A+A-

Isparta İlkeli Çocuk ve Gençlik Derneği tarafından Öğretmenevi Konferans Salonu’nda, Şeyh Said ve İskilipli Atıf Hoca’nın İslami mücadelesinin anlatıldığı “Bir Dönemin Siyasi Anatomisi” konulu konferans düzenlendi.

Numan BİLGİÇ’in sunumunu yaptığı program, okunan Kur’anı Kerim ve Meali ile başladı. Sunumun ardından kürsüye gelen Bahadır KURBANOĞLU şu satırbaşlarına değindi:

-Resmi ideolojiyle yüzleşme adına birçok çevre kendi bakış açılarıyla olayları dillendirmektedir. Eğer sistemle yüzleşeceksek, meseleye Cumhuriyet döneminde Müslümanların yaşadıklarına bakmadan, camilerimizin, vakıflarımızın başına gelenleri değerlendirmeden bu yüzleşme gerçekleşemez.

-Kemalist sistem bu dönemde “Siyasal Türklük” yolu izledi. Bu üretilmiş dini inşa etmeye çalıştı. “Siyasal Türklük”, bu ülkede birileri Kürt, Çerkes, Laz, Pomak olduğu için üretilmedi. “Siyasal Türklük” İslam’a karşı üretildi. Bu sayılan unsurlar İslami bir itikalda, İslam kültürü ve adetleriyle yoğrulduğu için üretildi. Bu bir din ve karşı din savaşı olarak başladı ve bugüne dek öylece devam etti.

Bu yüzden Şeyh Said hadiselerinin Kürtlükle, Kürtçülükle ve Bağımsız Kürdistan meselesiyle ilgisi olmadığı gibi; diktatoryal bir rejimin önce muhaliflerini sindirip ardından kendisini tahkim etmenin aracı kılındı.

Şeyh Said “biz hükümet zabtı rapt falan yapmadık, ahali yek diğerine zulmetmesin istedik” der mahkemelerde. Bu, bölgenin hamisi, velisi olan bir şahsın ve rüfekasının yegane amacıdır. Fakru zaruret içinde olan bölge halkından bir kişinin dahi burnunun kanamasını arzu etmeyen bir yapıdan bahsediyoruz Şeyh Said’i konuştuğumuzda.

Halkın ve kendisinin başına gelecek olanları sezip iki hafta önce adamlarını Palu’ya silah almaya göndermesi de, bu işin Kemalistlerin iddialarında olduğu üzere planlı ve organizeli olmadığını gösterir. Şeyh Said Piran’daki düğüne bizzat devletin gönderdiği beş kaçak ve on asker mizanseniyle provoke edilmeye çalışılmıştır. Şeyh Said’in askerlerle çatıştığı haberini alan bölge halkı silahsız bir şekilde bazı beldeleri işgal etmiş ve toz dumana katılmış ve Şeyh’in tabiriyle “fitne” ve kaos ortamı oluşmuştur. İstese kaçabilecek ya da hicret edebilecek olan Şeyh Said ve rüfekası böyle yapmamış, halkın zarar görmemesi, talan, yağma, tecavüz ve adam öldürmeleri engellemek için bu işin başına geçmişlerdir. Kıyam denen hadisenin özeti budur. Elbette devlet güçleri, askeri kıtalar bölgeye intikal etmeye başladıklarında da İslami bir direnişin gerektirdiği her hususu yerine getirmeye çalışmışlardır; tüm ihanet şebekelerine, tüm işbirlikçilik mizansenlerine, tüm güçsüzlük hallerine rağmen.

Bu hadisenin bastırılmasıyla birlikte M.Kemal ve diğer radikaller asıl hedeflerine yönelmişlerdir. Hudutlarını askeri istihbarat raporlarıyla abrttıkları kıyamı muhalif siyasileri ve gazetecileri derdest etmek için kullanmışlardır. Böylelikle İstiklal mahkemeleri, Takriri Sükun Kanunu ve Hıyaneti Vataniye Kanununun 1. Maddesi vesilesiyle hem Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını, hem de tüm basını derdest edip cezalandırmışlar ve tüm muhalefeti bitirmişlerdir. Şeyh Said kıyamını bahane kılarak, her kesimi kıyamla bağlantılı oldukları gerekçesiyle suçlayarak, aslında bir darbe gerçekleştirmişlerdir.

İşte bu darbenin, katliam ve sürgünlerin ardından inkılapların önündeki engeller de kalkmış ve ardından İskilipli Atıf Hoca gibiler de tabiri caizse idam sehpalarına çağırılmışlardır. Böylelikle İsmet İnönü’nün Lozan’dan sonra, Kazım Karabekir’e söylediği “Hocaları toptan kaldırmadıkça bu işi başaramayız. Bunu şimdi yapamazsak hiçbir zaman yapamayız” sözleri de siyaset sahnesinde uygulanmaya konmuştur.

Böylelikle Ulusalcı-Baasçı yapıların ilk modeli olan Kemalist Diktatörlük tahkim edilme yoluna gidilmiştir.

Atıf Hoca hem o dönemde, hem de halihazırda bu Kemalist anlatıyı ve hedefleri haklı çıkartmak için iftiraya uğrayan ve Kurt-Kuzu hikayesine kurban verilen ilklerdendir. Eğer Şeyh Said hadiselerindeki mezalim politik olarak uygulanamasaydı ve ardından muhalefet susturulamasaydı ne Atıf Hocalar yargılanabilecekti ne de inkılaplar uygulanabilecekti.

Atıf Hoca 1924’te yazdığı “Frank Mukallidliği ve Şapka Risalesi”nden ötürü, kanun geriye doğru hukuksuzca işletilerek yargılanmıştır. Bu gerekçe mahkemenin “salben idam” kararının daha ilk cümlesinde geçer: “Halkı irticaa ve isyana teşvik amacıyla yazıldığı belli olan…” mealindeki ifadedir bu. Yani daha yazıldığı dönemde, yazılmış amacına ilişkin bir niyet okuma söz konusudur. Bunun tersini iddia edenler ve onun geçmişe dönük hainliklerinden ötürü yargılandığını ortaya atanlar ya bilinçli bir şekilde yalan söylemektedirler ya da zabıtları okumadıkları için cehaletlerinden ötürü Kemalist tarihi anlatıyı papağan gibi tekrarlamaktadırlar. Ve bunu yaparken hiç vicdanları sızlamamaktadır. Bunların başında da Kemalist tarihçilerin haricinde Prof. İsmail Yakıt ve Yaşar Nuri gibi şahsiyetler gelmektedir.

Bu insanlar bu konuda hem cahildirler, hem de M.Kemal ve avanesini sanki İslam’ı ve Müslümanları ıslah etmeye çalışan kahramanlar gibi tasvir etmektedirler. Bu ülkede İslam’ın ve Müslümanların kökünü kazımaya çalışanlar, Şeyh Saidlerin, Said Nursilerin, Eşref Ediplerin, İskilipli Atıf’ların, Seyid Rızaların üzerine gidip temsil ettikleri misyonu tarihe gömüp, takipçileri olan halkı cezalandırmaya çalışanları İslamın hamisi gibi göstermeye azmedenlerin bu misyonları artık genç nesiller tarafından idrak edilmeli ve tarihin çöplüğüne atılmalıdır. Halkın hamisi olan insanları iftiralarla karalamaya çalışanlara meydanların boş olmadığı artık ortaya konmaktadır. Bize düşense onların mirasını sahiplenip bugüne aktarabilmektir.

Bu insanların iadei itibara ihtiyacı olmadığı da bilinmelidir. Onlar zaten Allah katında ve bizlerin gönüllerinde en itibarlı mevkilere yükselmişlerdir inşallah. Esasen onları karalayan ve misyonlarını tarihe gömmeye çalışan itibarsızlara burada tevbe etme sorumluluğu düşmektedir.

Ortadoğudaki İntifada süreçleri de göstermiştir ki artık Küresel emperyalizmin hizmetindeki Ergenekoncu, Ulusalcı, Kemalist, Baasçı ya da Saltanatçı modeller çökmekte ve Şeyh Said’lerin, Atıf Hocaların, Eşref Ediplerin, Mehmet Akif’lerin ve tüm ıslahatçıların savunduğu “can, mal, din, nesil ve akl”ın korunması ve savunulmasına yönelik Rabbimizin tüm insanlığa bahşettiği evrensel değerler alternatif modellerin alt yapısı olarak neşvünema bulmaktadır. Bu alternatif model ise Muhammed Abduh’ların, Hasan el-Benna’ların vd. savunageldiği ümmetçi entegrist modeldir. Tüm Müslümanların yaşadıkları sınırlara bakmaksızın birbirlerine ihtiyaç duydukları birliktelik süreçlerini işletmeleridir. Kendi bölgelerindeki Müslim, gayrı Müslim tüm insanların hamisi olan, (Şeyh Said gibi, Said Nursi gibi, Atıf Hoca gibi) tüm fetvaname ve beyannameleri “Müslim, gayrı Müslim, kimin canına malına, ırzına, namusuna…” diye başlayan İslam önderlerinin yolunu izlemek istiyorsak Suriye’de yaşananlara da, Mısır, Libya ve Tunus’ta yaşananlara da ve inşallah başkaca beldelerde yaşanacak olanlara da bu minval üzere bakmak durumundayız.

İşte o zaman Şeyh Said’lerin, Atıf Hoca’ların, Hasan el-Benna’ların mirasına gerçekten sahip çıkmış oluruz. Ayrıca işte o zaman Şeyh Said’lere, Atıf Hocalara hain ve İngiliz uşağı diyenlerle, bugünlerde Müslümanlara iftira atanların felsefi, düşünsel ve ideolojik kök bağlarını kavramış oluruz. Tarihin de bu anlamıyla zalimle-mazlum arasında, hakla-batıl arasındaki bir savaşın tekerrüründen ibaret olduğunu da bihakkın kavramış oluruz. Rabbim cümlemizi sıratı müstakim üzere salihlerin yolunu izleyenlerden eylesin.

isparta-20130223-1.jpg

isparta-20130223-2.jpg

isparta-20130223-3.jpg

HABERE YORUM KAT