1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. Isparta'da "İnsanlık İçin Suriye" Paneli
Ispartada İnsanlık İçin Suriye Paneli

Isparta'da "İnsanlık İçin Suriye" Paneli

Isparta’da "İNSANLIK İÇİN SURİYE İÇİN" başlıklı panel, Öğretmenevi konferans salonunda gerçekleştirildi.

01 Nisan 2012 Pazar 20:11A+A-

Suriye direnişine Isparta’dan ses vermek için İLKDER tarafından organize edilen ve KÜLTÜREVİ, GÜLDÜNYA VE ISİMED'İN destek verdiği "İNSANLIK İÇİN SURİYE İÇİN" başlıklı panel, Öğretmenevi konferans salonunda gerçekleştirildi. Panelistler, İHH Yönetim Kurulu Üyesi Osman Atalay ve Özgürder’den Bahadır Kurbanoğlu idiler.

Programın sunuculuğunu yapan Numan Bilgiç, 43 yıldır Baas diktası altında zulme uğramış mazlum Suriye halkının ayağa kalktığını ve inancının ve insanlık onurunun gereğini yerine getirdiğini belirterek programın  bu direnişe destek olmak için düzenlendiğini söyledi.

Buruç Suresinin okunuşu ve slaytla meallendirilişinin ardından; Suriye halkının maruz kaldığı cinayet, zulüm ve baskıların; buna karşılık Suriye’de devam eden direnişin ve Türkiye’deki destek gösterilerinin sunulduğu bir sinevizyon gösterimi yapıldı. İzleyenleri oldukça etkileyen görüntüler bir yıl boyunca 10.000 şehit, 70.000 tutuklu ve 110.000 mülteci olarak ifade edilen dramı gözler önüne serdi.

Programa İdris Sezgin moderatörlüğünde gerçekleştirilen panel ile devam edildi.

Öncelikle söz konuşmacılardan İHH Yönetim Kurulu üyesi Osman Atalay'a verildi. Atalay konuşmasında özetle şunları söyledi:

İntifada Ruhunun Tarihi Bir Arkaplanı Var

Ortadoğu’da yaşananlar konusunda Türkiye’de ciddi bir kafa karışıklığı var. Tunus, İslam dünyasının en zor ülkelerinden biriydi. Laiklik açısından Türkiye'ye örnek gösterilen bir ülkeydi. Çalan kapıya başındaki örtüyle bakan insanların fişlendiği, sabah namazına kalkan insanların ışıklarını yakmaktan çekindiği bir ortam vardı. Mısır’da da yıllardır zalim bir dikta rejimi vardı. insanlar sadece sendikalar aracılığıyla haklarını kısmen dillendirebiliyordu. İntifadalar böyle bir ortamda başladı.

Aynı şekilde Suriye’de de 1963 yılında kurulan BAAS partisi tek parti diktatöryası şekline %10 azınlığın elinde ülkeyi yönetmiştir. Hiçbir siyasi partinin, dernek ya da sendikanın örgütlenmesine izin verilmiyordu. Baas partisinin kurulduğu süreçte okuma-yazma oranı %30’du ve köy hayatı yaşanıyordu. Bu yönetim altında üç nesil yaşamıştır. Ve bu son nesil artık meydanlarda..

Bu insanlar 40-50 yıldır babalarının ve dedelerinin yaşadıklarına şahit olmuşlar. Yani yaşananlar bir günde sallama çay gibi suya konup rengini değiştiren bir olay değil.

Ortadoğu’da diktatörlere rağmen bu olaylar sürekli yaşanıyordu. Fakat bizim bu olanlardan haberimiz olmuyordu. Teknolojinin ilerlemesi haber almayı kolaylaştırdı. İslam ülkelerinin çoğunda bu yaşananlarla ilgili tek bir görüş etrafında birleşiyorlar:

İslam devriminin ruhu, diktatörlerin gidişi, özgürlük ve adalet talebi.

İsrail İnkılaplardan Tedirgin, Türkiye’de de Zihinler Karışık

Batıya baktığımızda; Batının bu olaylara özellikle İsrail'in endişeyle yaklaştığını görürüz. Mısır’daki devrimle birlikte İsrail en büyük güvenlik şeridini kaybetti. Çünkü yaşanan süreçte Mısır’da İsrail elçiliği kapandı. İsrail’in Suriye’deki özgürlük mücadelesiyle ilgili yorumu da "bildiğimiz şeytan bilmediğimiz şeytandan iyidir" şeklinde oldu. Beşşar Esad'ın gitmemesinin daha iyi olacağını, çünkü Orta doğudaki devrimlere baktığımızda bir İslam imparatorluğuna doğru gidildiği anlayışı hakimdi. Tunus’da NAHDA, Mısır’da İhvan, Libya'da yine aynı şekilde İslamcı bir parti.

Rusya Ortadoğudaki en büyük silah sevkiyatını Suriye'ye yapıyor. Bu anlamda rejimin kalmasını istiyor.

İran 1980'li yıllardan beri BAAS rejimiyle stratejik açıdan bir bağı var. Bu rejim düşerse Lübnan'la olan bağlantısı kesileceği için jeopolitik bir sıkıntı yaşayacağını düşünüyor.

Batının ve İslam ülkelerinin bakış açısı çok net ama Türkiye'de bir kafa karışıklığı yaşanıyor. Çünkü malum lobiler etkili. CHP’den Suriye'ye, Şam’a gidenler orada hiçbir sorunun olmadığını, yaşananların terör olayları olduğunu söyledi.

İslami camiamızda da çok fazla olmasa da küçük çaplı bir kafa karışıklığı yaşanıyor. İran'ın stratejik olarak ciddi bir kaybı olacağı ve Kudüs ve Filistin davasının yara alacağı düşünülüyor.

Temel problem Araplara olan bakış açısında. Laik-Kemalist sistemin bilinçaltımıza zorla dikta ettiği bir kültür vardı: Arapları aşağılamak, onlara üstten bakmak. Bu bakış açısı Özal’la başlayan süreç sonrası, RP dönemi ve AK Parti süreciyle yıkılmaya başladı.

Yaşananlar Sahadan Değil, Masa Başından Takip Ediliyor

Buna rağmen bu ilgisizlik İslami camiada da tembellik ve iletişimsizlik olarak devam ediyor. Bir yıldır yaşanan bu intifada sürecinde bu ülkelere giden yazar, akademisyen sivil toplum kuruluşu sayısı bir elin parmağını geçmiyor.

Yorumlar Ankara'dan, İstanbul'dan televizyon başından yapılıyor. Ortadoğu uzmanlarına baktığımızda Ortadoğu’dan gelen yazarlar, siyasetçiler, kanaat önderleriyle dahi iletişime girilmiyor. Böyle olduğu için belli lobilerin düşünceleri doğrultusunda yorumlar yapılıyor. Suriye Milli Meclisi’nin üyeleri bir yıldır Türkiye’de ama onlarla kimse irtibata geçmiyor. Bunlarla iletişim kuranların sayısı 4-5’i geçmiyor. Suriye muhalefetiyle ilgili soruların muhatabı bu insanlar olduğu halde bu sorular onlara yöneltilmiyor. 

Türkiye'de Ortadoğu İntifadaları ve özelde Suriye ile ilgili en çok konuşan kişi HÜSNÜ MAHALLİ.
Bakıyoruz Suriyeli ve Baas ailesinin çok sevdiği bir isimdir ve Baasçıdır. Ateist olduğunu söyler, psikolojik harp uzmandır ama bu insan tam 7-8 aydır muhafazakar-İslamcı bir kanalda haftanın bir günü program yapıyor ve tamamen psikolojik harp uyguluyor.

Yine aynı şekilde Türkiye'den Şam’a giden gazeteciler oldu ve bunlar Hama’ya, Humus’a, İdlib’e gidemediler. Sonra geri döndüler. Türkiye'deki düşünce kalemlerinin, yorumcuların, kanaat önderlerinin olaya bakışı tamamen siyasi ve ideolojik bir yaklaşımla oldu maalesef. Biz bir müslüman olarak bakabilirdik (bakmalıydık) ama bunu beceremedik. Jeopolitik çıkarlar, siyasi çıkarlar doğrultusunda baktık. Adalet, vicdan, merhamet doğrultusunda bakamadık.

Suriye’nin Bosna’dan Farkı Ne?

Suriye'de yaşanalar Bosna'da yaşananların aynısı. Ben Bosna'da 1.5 yıl bulundum. İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Arabistan, Kuveyt, Ürdün, Mısır, Endonezya, Türkiye oradaydı. Aynı şekilde Amerika, Fransa, İngiltere de oradaydı ve kimse kimsenin neden orada olduğunu sorgulamıyordu. Bugün Suriye’de aynı şeyler yaşanıyor, evler bombalanıyor, tanklarla vuruluyor, tecavüz var, 790 çocuk öldürülmüş, 10.000 kayıp var, 70.000 insan tutuklu, 100.000’den fazla muhacir. Yani Suriye Bosna'dan daha vahim durumda; çünkü kimse hiçbir şekilde oraya giremiyor. Suriye'deki müslümanların yaşadığı durumun özeti; o insanların birkaç ülkenin ulusal çıkarlarına kurban edildiğidir.

Osman Atalay’ın ardından söz Bahadır Kurbanoğlu'na verildi.

Suriye'de kafa karıştırıcı şeylerin çok olduğunu söyleyen Bahadır Kurbanoğlu bunları üç başlıkta toplayarak şu şekilde özetledi:

Emperyalizm, Nato ve Muhaliflerin İşbirlikçiliği(!) Meselesi

Örnek olarak Irak ve Libya veriliyor. Oysa şu anda Libya'da İslami hareket mensupları iktidarda. Olayların başladığı ilk günden itibaren bu ülkeye en çok yardım eden ülke de Sudan oldu. NATO ve destekçileri bu gelişen sürece müdahil olmak ve bölgedeki çıkarlarını korumak endişesiyle müdahalede bulundular. Daha ötesine de gidecek güçlerinin olmadığı görüldü.

Şu soruyu soralım kendimize: Emperyalizm Kaddafi, Bin Ali, Mübarek gibi diktatörlerden istediğini alamadı da İslami hareketlerden mi alacak?! Böyle bir riske girilebilir mi? Emperyalizmin de hesap yapmadığını mı sanıyoruz? Emperyalizmin güçsüzlüğünü örten, bu olayları önceden görmüş ve organize etmiş gibi gösteren raporlara müslümanlar olarak inanmamamız lazım.

Burhan Galyun vb. bir takım isimler ön plana çıkartılarak korkular ve işbirlikçilik senaryoları üretilmeye çalışılıyor. Oysa Mısır’da şu an Ömer Süleyman ismini hatırlayan kaç kişi vardır acaba. Oysa CIA’nın 35 yıllık masa şefiydi! Ya Irak’ta Allaviler, Çelebiler, hatırlayanınız var mı? Tarih, halkta tabanı olmayan nicelerini bağrına gömmüştür. Bundan sonra da böyle olacaktır.

 Şu karşılaştırmanın da zımnen müslümanlar arasında özellikle Tunus, Mısır ve Libya için yapılıyor olması çok üzücüdür. “Diktatörler mi, liberal demokrasiler mi”

Olayların başından beri Mısır’dan, Libya'dan, Tunus'tan böyle bir ses mi işittik?

İstibdat Karşıtlığına Müslümanların Tarihi Şahittir

“Diktatörlük mü özgürlük mü?” sorusu da abesle iştigal bir sorudur. Çünkü diktatörlükten daha kötü bir yaşam biçimi yoktur. Buna bizim tarihimizden örnek verelim. M. Akif'ten tutun, İskilipli Atıf hocaya, Said Nursi’ye kadar hepsi istibdat karşıtıdır ve müstebit(diktatöryal) yönetimlerin karşısına özgürlüğü ve meşvereti koyarlar. Şu an Ortadoğudaki intifadaları yönlendiren İslami yapılar ve halklar bundan başka bir söz mü söylediler bugüne dek? "İslam kafile-i beşere hürriyeti icbar eder" Said Nursi'nin söylediği bu söz o dönem bütün İslamcılarının kabul ettiği bir tespittir. Yani İslam’da özgürlüğü savunmak akidevi bir zorunluluktur. Tıpkı barışı, silmi savunmak gibi. Önce özgürlük, barış/silm ortamını savunmak gerek. Gerekirse bunun için mücadele vermek, hatta savaşmak gerek. Kimlerle? Zalimlerle! Diktatörlüklerle! geniş halk kitlelerinin maslahatı, iyiliği, huzuru, hakkı ve hakikati kolay görebilmeleri için. Hz.peygamber de hayatında önce insanı yaşatmayı, hakkın ve adaletin tesisinin insanlar tarafından bizzat gönüllere işlemesini amaçlamıştır. Bunun için de önce özgürlük ortamlarını arzulamış, bu ortamlar engellendiğinde de savaşmaktan, mücahede ve kıtaldan çekinmemiştir.

İşte bizim de Suriye'deki olayları böyle okumamız gerekiyor.

Suriye’ye Emperyalizm Çoktan Gelmişti!

NATO gelecek dendi ama 13 aydır NATO gelmedi. Açıklamalara, laf ebeliklerine bakılırsa gelmeyecek de. Ama buraya yaklaşık 8 aydır Rusya silah ve mühimmatıyla destek veriyor. Maalesef İran silah ve asker desteği veriyor. Çok acı bir dram yaşanıyor Suriye'de. Sadece kardeşlerimiz katledilmiyor, müslümanların arasına ciddi bir şekilde ayrılık tohumları ekiliyor. Ve bunun müsebbibi hiçbir şekilde direnen Suriye halkı ve Özgür Suriye Ordusu değil. Onlar zaten aylardır emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı mücadele vermekteler.

Rusya'nın burada 30 yıldır üssü var ve Esed ordusunu güçlendiriyorlar.

"Lebbeyk ya Allah" diyen kardeşlerimiz yardımı sadece Allah'tan istediklerini söylüyorlar.

Gerisi lafı güzaftır! Gerisi körelmiş vicdanların anti-propagandasıdır!

“Yardımlar Batı’dan Geliyor, Muhalifleri Onlar Destekliyor” İddiası

Sormak lazım, biraz önce Osman kardeşim Bosna'dan bahsetti. Kimse kimin yardım ettiğini sorgulamadı, bir an önce bu zulmün bitmesi için ortak çabalara girişildi, tüm dualar bu yönde edildi.

Ama bugün Suriye’de durum farklı. Propagandası yapıldığı gibi değil. Bu insanlara yeterince yardım gitmiyor, gidemiyor, çünkü bütün yollar kapalı.
Ellerine bir şekilde geçen silahın adresini sorgulamak da apayrı bir zulümdür.

“Katliamların Müsebbibi de Özgür Suriye Ordusudur” İddiası

Esed sonrası oluşacak zemin tamamen Sünni müslümanların kontrolünde olacaktır. Bu da İsrail'i de İranı da ürkütmektedir. İşin dramatik tarafı da burasıdır. Birbirlerini bir kaşık suda boğmak isteyen iki düşman İsrail ve İran Suriye konusunda aynı yerde durmaktadır. Bütün bunlar bir yana, bu cinayet ortamının kimin tarafından ateşlendiği bizlere unutturulmaya çalışılmaktadır.

13 ay önce Esed'in o küçük çocuklara ne yaptığını unutmuş olamayız. Dera’da bir aşiret zillet altına sokuldu, çocuklarına işkence edildi. Ve Esed’in bırakın bununla ilgili tatmin edici bir açıklama yapmasını, insanlarla dalga geçti, muhatap bile almadı.

Hafızalarımızla dalga geçmek isteyenlere geçit vermeyelim. Burada insanlar katlediliyor. Bu katliamın sorumluları Esed ve ona destek veren emperyal ve yerel güçlerdir.

Kudüs, Onu Temsil Eden Değerlere Yaslanırsak Kurtulur

İran'ın etkisiyle düşünen kardeşlerimiz önümüze hep Kudüs'ü sürüyorlar. Oysa Kudüs Allah’ın insanların fıtratına ektiği güzellikleri temsil eder. Bu değerlerin karşısında duran herşeyin bizler de karşısında olmadıktan sonra Kudüs nasıl kurtulur!

Bundan daha bir ay evvel İslami Hareket mensupları düzenledikleri gösterilerde "Eğer Kudüs Suriyeli kardeşlerimizin kanı pahasına özgür olacaksa biz bunu istemiyoruz" mesajı verdiler. Dikkat edelim bu Filistinli kardeşlerimizin mesajı! İsmail Heniyye Hamas Şam’dan çıktıktan sonra Suriye halkının direnişine destek veren konuşmalar yaptı.

Suriye Halkı Gün Geçtikçe İslam’a Daha Fazla Sarıldı

Vicdanı olan herkesin muhayyel zulümler üzerinden değil verili zulümler üzerinden konuya bakması gerekir. Bu insanların hemen hepsi Müslüman ve attıkları sloganlar İslami sloganlar. Bu durum 13 aydır daha da belirginlik kazandı. Çünkü bu süreçte hem İslami hareketler muhalefet içerisinde daha organize bir hale geldiler, hem de bu eylemci gençlerin çoğu İslam’la müşerref oldular, dönüştüler. Yani inkılaba uğradılar. İslam’ın direngen ve onurlu yüzüyle tanıştılar. Kurtuluşun ancak Allah’ın yolunda olduğunu gördüler ve “Lebbeyk Ya Allah!” haykırışlarının bilincini kuşandılar. Gerçek yardımcının, mazlumların gerçek sahibinin kim olduğunu öğrendiler. Suriye inkılabının en az konuşulan yüzlerinden biri de bu konudur.

Rabbimiz Kitabında, Mazlumları Kimliklerine Göre mi Ayrıştırıyor?

Öte yandan velev ki bu insanlar Hıristiyan olsalar ne olur? Yahudi, Milliyetçi ya da Satanist olsa ne olur? Yaşananları hafifletir mi? Onların seslerine kulaklarımızı tıkama hakkını bizlere verir mi? “Ya rabbi bize katından bir yardımcı gönder!” diyen mazlumların kimliklerinin Allah katında bir ayrıma tabi tutulduğunu söyleme cüretini kim gösterebilir?

Komplo teorilerine karşı uyanık olmalı ve bunların itikadımızı sarsmasına izin vermemeliyiz. Bugün Suriyeli kardeşlerimiz imtihanlarını başarı ile veriyorlar. Biz kendi üzerimize düşeni yapıp yapmadığımızı sorgulamalı ve bu durumun bizim için çok büyük bir imtihan olduğunun farkına varmalıyız. Kardeşlerimizin Allah’a yaptıkları bu “Lebbeyk Ya Allah” çağrısı aslında bizlere bir sesleniştir. Rabbimiz “biz onlara sizin ellerinizle azap etmek istiyoruz’’  (Tevbe 14) buyurmaktadır.

Artık gün Suriye halkıyla her alanda dayanışma günüdür. Onların direniş hakkını daha fazla haykırma günüdür. Silah başta olmak üzere, her türlü desteğe kavuşabilmeleri için çabalama günüdür.

Program gelen soruların cevaplanmasıyla devam etti.

Son olarak da Suriye’den ailesi ile birlikte Isparta’ya gelen Fida kardeşimiz tercüman eşliğinde yaşadıklarını, olayın canlı şahidi olarak anlattı. Bu direnişin zulme bir başkaldırı olduğu ve İslami kaygılarla yapıldığının altını çizdi.

Program, Suriye meydanlarındaki gösterilerden ve vahşetten alıntılar içeren sinevizyon gösterisiyle sona erdi.

isparta-20120401-01.jpg

isparta-20120401-02.jpg

HABERE YORUM KAT

8 Yorum