1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. İslâm’ın paraya ve mala bakışını bilelim ve ona göre yaşayalım
İslâm’ın paraya ve mala bakışını bilelim ve ona göre yaşayalım

İslâm’ın paraya ve mala bakışını bilelim ve ona göre yaşayalım

Yaşar Değirmenci, Müslümanları kendilerine dayatılan iktisadi hayat biçimini bir kenara bırakarak öz hasletlerini dönmelerini gerektiğini ifade ediyor.

11 Kasım 2022 Cuma 14:00A+A-

Yaşar Değirmenci / Yeni Akit

İslâm’ın paraya ve mala bakışını bilelim ve yaşayalım

Müslümanın paraya ve mala (kısacası “maddi değer”e) bakışı şu olmalıdır: İhtiyacı olduğu kadarını kendi için harcamak; kalanını usûlüne ve icaplarına göre, inançları istikametinde, sosyal meselelerin çözümünde kullanmak. Bu ayetlerle sabit olan, hadislerle de tafsil edilen bir temel prensiptir. Bir ayet değil, birçok ayet var; bütün infak ayetlerinin ruhu budur. Beyan buyurulmuştur ki, farklılıklar imtihan içindir ve bu imtihan tekâmül imtihanıdır. Zuhruf Suresi’nin 32. ayetine, Şûra Suresi’nin 27. ayetine bakınız. En’am Suresi’nin 165. ayetinde “O, sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde sizi imtihana çekmek için kiminizi derecelerle kiminizin üzerine çıkarandır” buyuruluyor. Hadid Suresi’nin 7. ayetinde (mealen) şöyle ihtar olunuyor: “Allah’a ve Peygamberine iman edin. Size (tasarruf için) vekalet verdiği maldan (O’nun uğrunda) harcayın.”

Şu Ayet-i kerime, aklı olanı titretir. Mülk de O’nun mülkünde tasarruf da O’nun. Sizi arza halife kılmış. Rızasına uygun olarak tasarruflarda bulunasınız diye sizi mes’ul ve mükellef tutmuş. Size “tasarruf vekaleti” vermiş. Tasarruf, dar manaya yani “biriktirme”ye inhisar etmez. Tasarruf; kullanmak, yönlendirmek demektir. “Allah yolunda infak” da, ilahi gaye için maddi imkanın en iyi biçimde bütün icapları düşünülerek kullanılmasıdır. Elbette ki bilinen mali ibadetler de bunun içindedir. Temel sosyal-iktisadi prensibi tekrarlayalım; ihtiyacı olduğu kadarını kendi için, kalanını usulüne ve icaplarına göre, inançları istikametinde sosyal meselelerin çözümünde kullanmak. Bunu Cenab-ı Hakk’ın Malik-ül Mülk olduğunu, sizi arza halife kıldığını ve size tasarruf vekaleti verdiğini bilmenin şuuru içinde yapacaksınız. “Zekat veriyorum” demekle iş bitmez. O sadece bir cüz’dür. Bütün hayatınız buna uygun olacak. Şirket de kuracaksın, büyük üretimler de yapacaksın; ama bu şuurdan ayrılmayacaksın.

Batı’da zengin olmak, büyük kazançlar elde etmek, dev şirketler kurmak; nefsani bir meseledir. Sosyal tarafı çok daha sonra “zor”la gelmiştir. Sistemin özü böyledir. Ama bir Müslüman için daha fazla üretim yapan müesseseler kurmaya teşebbüs etmek, vekaleten tasarrufunda bulunan imkanları, Allah’ın rızasına ve emrine uygun biçimde kullanmak gayesine bağlı olmalıdır. Öyle olmaz ise, hep beraber sürünürüz! Zenginiyle fakiriyle hep beraber! Yeri gelmişken bir hatırlatmada bulunayım: Osmanlı Devleti “dış borç” almaya mecbur kaldığı zaman, devletin içinde akıl almaz servetlere sahip olanlar vardı! Devrin padişahı onlardan devlet senedi mukabilinde borç istemiş, (Şeyhülislam fetvasını da göstermesine rağmen) talebi reddedilmiştir. Bizde servet, iktisadi bir karakter iktisab edemedi. İddihar etti, uydurukçayla “gömülendi”, şişkinler halinde kaldı, iktisadîleşemedi. Sonra hepsi uçtu gitti! “Gaye”den esirgenenin, âkıbeti elbette öyle olacaktı. Hükmü İlahî neydi? Şuydu: “… Mallar, zenginler arasında dolaşan bir servet olmasın.” (59/7) Öyle olursa ne olur? Servet, urlaşır. Yani: Kanser hücreleri gibi, diğer hücreleri yiyen zararlı şişkinlikler meydana gelir.

Nimet, musibet hâline dönüşür! Bakıyorum, “Enflasyon oranı kadar bir faiz câiz görülebilir mi?”nin araştırmaları yapılıyor. Ürkekçe ama amaç seziliyor. Maksat, rahatlatmak! Yani; İnançlarımızla hayatımız arasında ters yönden bir uyum sağlamak! Acaba hayatımızı değiştirsek nasıl olur?! “Değiştiremiyoruz” denilecek. Değiştirmek için acaba gerekli gayretin içinde miyiz? Maddeye bakışınız, yukarıda zikrettiğim temel prensibin ruhuna uygun mudur? Biz “şekil” olarak uygun şartlarda iken de, yani bazı tarih dönemlerinde de; o ruha uygun davranmanın acılarını çekmişizdir. Mesele “şekil”den ibaret değildir. “Lafız”dan ibaret değildir. O türlü cevazlar, ancak “gerçek zaruret” halinde olur. Zaruret, miktarınca ve mahiyetince takdir olunur. İdame-i hayat edebilmenin başka imkanını bulmaktan acziyet gerekir. Düşünmek lazım: Bugün Müslümanlar genel durumlarıyla “karz-ı hasen” müessesesini işletemeyecek ve iş yapmak için lüzumlu olan sermaye birikimini teşkil edemeyecek kadar çaresiz midirler?!

Şunu önemle belirtmek ve bir başka cevaz faslının yanlışına işarette bulunmak istiyorum: Oluşumuna katkıda bulunuyor olduğumuz ve kaldırılması imkanlarını kullanmadığımız bir hal, hiçbir zaruret izahına konu edilemez. Elimizde olan imkanları İslâmî şuurla kullanmamamızdan doğan sıkıntılarını zaruret gerekçesi yapmak, sadece vebali artırır. İslâm’ın paraya ve mala bakışını bilelim ve yaşayalım. Salgın ve sonrası yaşadığımız imtihanları kazanarak ebedî hayatımızda bizi kurtaracak salih ameller olur. Zenginliğin sorumluluk ve yükümlülükleri de yerine getirilmiş olur. Aksi halde Müslümanların derdiyle dertlenmemek, sıkıntılarını, üzüntülerini hafifletmemek “bir vücudun organları” gibi olmamak cezayı gerektirir ve “sevap fırsatı” da kaçırılmış olur. İslâm’ın temel prensibin ruhundan uzaklaşmışız. O’na dönsek ve sarılsak, fikri gücümüz ve maddi imkanlarımız bütün zorlukları aşmaya yeter. 

İslâm’ın temel prensiplerinin şuuruna varmadan, gerisini getiremeyiz.

Etiketler : , , , , ,

HABERE YORUM KAT

3 Yorum