İslam'ın böldüğü Avrupa
İsviçre'deki referandum kampanyasında ana tema şöyle tespit edilmişti: "Minareye hayır, Şeriat'e hayır, burkaya hayır; dolayısıyla Müslümanlara ve İslam dinine hayır!" Adalet bakanı Eveline Widmer-Schlumpf "Referandum Müslümanları değil, İslamcı köktenciliği hedef aldı" diyor. Buna göre minare "İslamcı talep", İslamcılık da "köktencilik" oluyormuş. Kaş yapayım derken göz çıkarmak buna derler.
Kampanyayı sağcılar, ırkçılar, yabancı düşmanlığı yapan gruplar ve göçmenleri istemeyenler yürüttü. Fakat giderek daha geniş kitlelerin kulak kabarttığı "İslam karşıtlığı" söz konusu. Sağcıların ve ırkçıların kampanyalarda kullandıkları argümanlar çok önemli: Hollanda Özgürlük Partisi (PW) milletvekili Wilders "Kur'an, Hitler'in 'Kavgam' kitabına eş faşist bir kitaptır" diyor. PW marjinal değil, ikinci parti. "Fitne" filmine imza atan şahıs "Camilere hayır!" Çünkü açıkça "Hollanda'da Allah'a ve Muhammed'e tapınılmasından bıktım" diyor. Bu katmerli ırkçı, Müslümanların Hz. Muhammed (sas)'i sadece peygamber kabul edip ona ibadet etmediklerini bilmeyecek kadar kara cahil.
Beyaz tenlilerin üye olabildiği İngiliz Ulusal Partisi lideri Nick Griffin'e göre "İslam habis ve tehlikeli bir inanç". Partinin Avrupa Parlamentosu'nda (AP) iki milletvekili var. Griffin ırkçılığa ve ifade özgürlüğüne yeni açılımlar(!) getiriyor: "Amerika'daki Klux Klan lideri David Duke şiddete karşı bir insan" diyor. Griffin'in 8 milyon insanın izlediği BBC'de nefreti yayan görüşlerini dile getiriyor. (Nihal Kemaloğlu, Akşam, 1 Aralık 2009. Gelinen nokta düşündürücü; AP'de görev yapan her 6 milletvekilinden 1'i ırkçı ve yabancı düşmanı.
Tabiatıyla bu görüşlerin belli partilere mensup kimseler tarafından dile getirildiği söylenebilir. Elbette ki öyledir. Burada önemli olan nokta, nefreti, ırkçı düşünceleri ve yabancı düşmanlığını yayanların "liberal düşünce ve ifade özgürlüğü"nü öne çıkarmalarıdır. Felsefe olarak liberalizmin buna ne kadar mütehammil olduğu ayrı bir konu, söz konusu olan nefretin, ırkçılığın, hakaretin ve düşmanlığın ifade özgürlüğüyle örtülmesidir. Özellikle "Müslümanlar ve İslam karşıtlığı" söz konusu olduğunda en liberal siyasetçiler bile, hemen "ifade özgürlüğü"nü öne çıkarıyorlar. Danimarka'daki ağır karikatür hakaretinde dönemin başbakanı Rasmussen bu sloganın arkasına sığınmıştı.
Giderek artmakta olan bu ırkçı eğilimler, aslında Avrupa'nın kendi kimliğini inşa etme sürecine girmesiyle ilgilidir. Herkesin kendisi kalarak ve diğerleriyle eşit haklara sahip olarak ötekiyle bir arada yaşayabileceğini öngören çok kültürlülük, Avrupa'da beklenen desteği bulmadı. "Avrupalılık ve AB idealleri" ortak ve birleştirici kimlik inşa etmede yetersiz kalıyor. Bu süreçte Avrupa, ya Papa'nın dediği gibi kendi Hıristiyanî köklerine dönüp bir kimlik tanımı yapacak veya ırkçılığın, yabancı düşmanlığının beslediği milliyetçiliğe dönecektir. Bunun nihilizme varan Batı sekülarizminin beslediği tehlikeli, çatışmacı ve yıkıcı bir kimlik olduğunu unutmamak lazım. Bu yeni kimlik inşaına girişenler "yakın ve hazır tehlike" olarak Müslümanları ve İslam dinini ötekileştiriyorlar.
Avrupa ırkçıları bundan sonra Müslümanlara dönük daha çok nefret yayacak, Avrupa'da yaşayan Müslümanları ve küresel olarak da İslam dünyasını şeytanlaştırmaya çalışacaklardır. Fakat asıl çatışma Avrupa içinde cereyan edip sürecektir. Bir tarafta "Avrupa'nın yeni kimliğinin Hıristiyanlık temelinde inşa edilmesini savunanlar" ile ırkçı fanatizmin, ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının Avrupa'ya felaket getireceğini savunan "demokrat blok içinde yer alanlar" (liberaller, yeşiller, sosyalistler, Hıristiyan sosyal demokratlar), diğer yandan ırkçılar ve faşistler. Avrupa kendi içinde bu tarz bölünecek ve çatışacaktır. İslam Avrupa'ya Tanrı'yı hatırlatıyor, kendiyle yüzleşmesini sağlıyor. Tabii ki biz Müslümanlar samimi Hıristiyanların, Siyonist olmayan Yahudilerin ve birlikte yaşamayı savunan demokrat blokun yanında yer alacağız.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT