İslamî uyanış ve ıslah hattını karalayanlar özne mi araç mı?
Hakk temelli olmayan gündemlerle oyalanmak gerçekten can sıkıcı. Hele dikkatlerimizi cambaza yöneltirken asıl müfsid oyun kurucuları gözden kaçırmak daha vahim bir durum.
Çarşamba akşamı CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın programında iki medya katılımcısı ulusalcıyla birlikte ya Türkçü-laik kadronun “Anadolu İslamı” dediği şirk ile karışık sentez bir dini kültürü gündemde tutmak için; ya da ihbarcılık ve demagojiyle zekice ama insicamsızca davranan; ayrıca Haşhaşilere benzeyen ama Ehl-i Sünnet kılıfı altında batinî telakkileri ile İslam’ı temsil iddiası bakımından İslami kimliğe yönelen makul insanlar ve gençler için itici, magazinsel ve İslam’dan uzaklaştırıcı sarıklı cübbeli bir tipoloji ile muhatap olduk.
Bu kişi, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’ndan sonra Kemalist inkılaplarla tasfiye edilen Osmanlı sonrası İslami uyanış ve ıslah çizgisini, tekrar 1970’li yıllardan bu yana İslami duyarlılıktan İslami bilinç ve şahidlik çizgisine yükseltmeye çalışan Kur’an merkezli kimliksel oluşumumuzun tümüne, Haksöz Dergisi ve Özgür-Der özelinde Kemalist resmi ideolojiye sığınarak saldırganca iftiralar atmış; ama -aşağıya alacağımız iki ayet-i kerime bağlamında- ümmetçi ve tebliğci yani ıslah edici olduğunu da savunmuştur:
“Onlara, ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.’ denildiğinde, ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler.” “İyi bilin ki, onlar müfsidlerin/bozguncuların ta kendileridir. Fakat bunun ayırdında değiller.” (Bakara, 11-12)
İslami şahsiyet ciddiliğinden ve ilmi ağırlıktan uzak bu kişi ile daha önceden Haber Türk gibi ekranlarda mükerreren olduğu gibi Çarşamba gecesi de uzunca bir söyleşi yapıldı. Aslında ayeti kerimelerde zikredildiği üzere İslam’ı tebliğ iddiasında olan ama İslami camia içinde Islah-İhya ve inşa çizgisinden, İslam Toplumu Milli Görüşe ve oradan Nakşiler dahil diğer geleneksel camialar ve selefi eğilimli Müslümanlara kadar haklarında zanla, şek ve şüpheye hatta reyb’e varan iftiralar gündeme getirip, fitne çıkartan bu arkaik dini malzemeler tüccarı, bizim için gündeme alınacak bir mevzuu değildir.
Bu bağlamda bir Hadis rivayeti aktarmak istiyorum: Vakid İbn Muhammed babasından, o da Abdullah İbn Amr radıyallahuanhüma'dan aktardığına göre demiştir ki: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam, (bir gün) parmaklarını kenetledi ve dedi ki: ‘Ey Abdullah İbnu Amr! Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık hale gelen bir kısım ayak takımı (hezele) kimselerle başbaşa kalırsan ne yaparsın?’ ‘Ne yapmamı tavsiye edersiniz, Ey Allah'ın Resûlü!’ dedim. Buyurdular ki: ‘Güzel bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terkedersin. Kendi yakınlarının (hallerini düzeltmeye) yönelirsin. O hezele takımı(nı da), onların cemaatini de terkedersin’.” (Buhari, Salat, 88 ve Fiten 13; ayrıca Ebu Davud, Melahim, 17ve İbn Mace,Fiten,10.)
Dolayısı ile bizi bahsettiğimiz zaaflı kimliği ile bu kişi pek ilgilendirmiyor. Türkiye’de alanlarında onca uzman alimimiz var iken; hadi diyelim yeterli ve özgün alimlerin hakkı ekranlardan ammeye aktarmasından çekiniyorsunuz; hiç değilse daha denetimli Diyanet hocaları veya İlahiyat’taki temayüz eden sahalarında ehil hocalar var iken bahsi geçen ve “hezele” tanımına oldukça uyan bu kişiyi ikide bir ekranlara çıkartan niyet veya güç kimindir? Asıl olarak bizi bu kişiden ziyade, perdenin arkasından ifsadı yaygınlaştıran veya önünü açan, müfsid güç ve kurumlar ilgilendirmektedir.
M. K. Atatürk’ün keramet ehli ve hafız olduğunu keşfedenler gibi, İran yönetimi gibi, Suud ve BAE yönetimi gibi insanlığın iyiliğini istediği ve hatta ümmetçi olduğu iddia edilen ama ümmeti birbirine düşürmeye çalışan ve mesnetsiz iddialarıyla Müslümanları kolluk güçlerine ve küresel istikbara ihbarda bulunan hezele yani ayak takımı birçok müfsid kurum ve kişi ile tabii ki karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz. Yerli ve küresel İslam düşmanı güçler de bu ayak takımı müfsidleri fitneyi yaygınlaştırmak için alabildiğine kullanmakta veya önlerini açmaktadırlar.
Sözünü ettiğimiz kişinin İslam adına konuşurken ameli alanda helal’in ve haram’ın sınırlarını gösteren vaazları yanında; bilgi kaynağının zanniliği ve zayıflığı onu Resulullah’ın sandaletinin yani “Nal-ı Şerif”in fotokopi resmini veya maketini şifa sağladığı için satışa çıkartmaya ya da kabirde insanı ateşten koruduğu iddiasıyla “yanmayan kefen” pazarlamaya sevketmiştir. Bu kişi vaaz kürsüsünde pazarlamacılık yapmaya yatkındır. O, “Sırat köprüsü”nden müridlerin kibrit kutusu içinde şeyhin cebinde salimen geçtiği iddiasının veya Gavz-Kutup edebiyatı gibi söylemlerin de sahibidir.
Haber ve kaynak değerlendirmesinde tutarlı olmayan bu kişi, İranlı mollaların, Muhammed bin Abdulvahhab’ı ve selefi hareketi kötülemek için 'Mr. Hampher ( İngiliz casusunun itirafları)' adlı kurgusal bir İngiliz ajanının kaleminden “İtiraf” diye yazdıkları bir kitaptaki kurgusal iddiaların benzerleriyle, selefilerin Resulullah’ın mezarını yıkmayı düşündüklerini iddia etmiştir.
Türk devletinin bölünme tehlikesinden bahseden bu söylem, Müslümanları adeta Arap İslamı ve Türk İslamı diye bölünmeye sürükleyecek fitneden uzak durmamaktadır. Ayrıca İslam şeriatına göre şekillenmediği ve Müslüman Osmanlı kanunlarını ve Mecelleyi tasfiye edip yerine Batı kanunlarını ithal eden tuğyan içindeki yeni Türk devletine İslam devlet değil de, Kur’an’daki ifadesiyle tağuti otorite dediğimiz için; Avrupa’da birçok ülkede olduğu gibi askerliğin zorunlu olmaktan çıkartılmasını istediğimiz için; Kürdistan isminin Yavuz Sultan Selim’den bu yana siyasal yapı olarak değil, coğrafi bir tanım olarak kullanıldığını ve böyle bir kullanımı da mahsurlu görmediğimiz için Haksöz ve Özgür-Der camiasını Türk devletini bölmekle suçluyor. Aslında bu suçlamalar Kemalist rejimin kırmızı kitaplarının hâşiyelerinde yazılanlardır.
Biz içinde yaşadığımız toplumu, Müslüman Kürtlerle Müslüman Türkleri, Lazlarla Çerkezleri, Araplarla Arnavutları yada Sünnilerle Alevileri bir arada tutan ortak değerin form olarak da olsa Kur’an olduğunu, İslam olduğunu söylüyoruz. Kim ki İslam’a, Kur’ani değerlere saldırıyorsa işte bölücü odur; fitne fesad üreten odur. Birileri de birleştirici olmak konusunda asıl olanın İslam değil, Türklük olduğunu söyleyerek ulusalcı yada ırkçı bir söylemi faşistçe dayatıyorlar. Bahsettiğimiz kişi de bu derin devletçi ve Türkçü söyleme sığınarak ve seküler ulusçulukla İslam’ı sentezleyerek yeni modernist bir cahiliye üretiyor ki, “ilerlemeci” kapitalistlerin tv kanallarının ekranlarında ikide bir tek konuk olarak ağırlanıyor.
Bu şahsın İslam’ı algılamada farklı yorumlara sahip olan ama Kemalist vesayete ve Batılılaşan vesayete karşı olan İslami camiaları kurgusal suçlarla ihbar edip iftiralarda bulunan yaklaşımına dünkü Haksöz Haber’de kaleme aldığı açıklamasında Rıdvan Kaya, net ve adaletli bir cevap verdi. Kendisini hakka, hukuka ve ahlaka aykırı tavırları terk etmeye davet etti.
Bizi Devlet ve Ordu düşmanı bir yere oturtan bu kişi ve benzerlerinin kamuoyunda misyonumuzu karalamaya çalışan bu tür yaklaşımları karşısında diyoruz ki: Biz Batı’nın ihraç malı olan seküler ulusçuluktan tarihimizle ve fıtratla bağdaşan ümmet yürüyüşüne yönelmiş musallileriz. Türkiye’de Ordu’nun ve devletin mahiyeti I. Meclis’ten bu yana tartışılmaktadır. Bizim için İslami iktidar ümmetin güç olmasının sonucudur. O döneme kadar mevcut otoriter ve faşist tavırlı ulusal bir devletin emri altında değil; halkının hizmetinde, hak ve özgürlüklerin önünü açan bir devletin şemsiyesi altında yaşamak tabii ki hakkımızdır.
Ayrıca Kaya’nın yazısında da belirttiği gibi bizim için 1960, 1980 ve 1997 ihtilallerini yapan veya 12 Mart 1971 ve 27 Nisan 2007 muhtıralarını veren veya 15 Temmuz kalkışmasını gerçekleştiren darbeci ve vesayetçi olan Silahlı Kuvvetler makbul bir ordu değildir. Bu darbeci ordunun tabii ki karşısındayız ve karşısında da olduk. Ama Suriye’de, Libya’da mazlumlara kalkan olan, zalimlerle savaşan orduyu neden karşımızda telakki edelim ki?
Allah-u Teala zihni, kavramları ve kaynakları karışık olanları, müfsid çukurlardan kurtarsın inşallah. Allah bu ihbarcı ve fitneci kişilerin oluşturduğu iftira ve dedikodulara karşı mü’min kardeşlerimize basiret ve feraset nasip eylesin inşallah.
YAZIYA YORUM KAT