1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. İslam'ı tartışmaya açmaktan vazgeçmeliyiz!
İslam'ı tartışmaya açmaktan vazgeçmeliyiz!

İslam'ı tartışmaya açmaktan vazgeçmeliyiz!

Yaşar Değirmenci, Müslümanların kendi aralarındaki tartışmaları herkesin önünde gerçekleştirmelerinin bir kompleksin sonucu olduğunu vurguluyor.

20 Ağustos 2023 Pazar 20:00A+A-

Yaşar Değirmenci / Yeni Akit

Mümin kimliğimizi unutmayalım!

İslam’a karşı küresel saldırı var. İsveç ve Danimarka’da Kur’an-ı Kerim’in devlet izni ile yakılması bunun en somut göstergesidir. Dış dünyada başlayan karalama kampanyası ülkemize de sirayet etmiş gözüküyor. Küresel Siyonizm’in yerli aparatları son günlerde din adamları üzerindende bazı tartışmalar yapıyorlar. 

Kafaya göre, düşünceye göre, ideolojiye, göre, cemaate göre, siyasi düşünceye göre, vs. din olmaz! Dine göre kafa olur. Dine göre cemaat olur. Daha dün demokrat, özgürlükçü kesilen helalleşmeden bahseden siyasiler, gazeteciler, sivil toplum örgütleri şimdi akşam sabah ayet, hadis eleştirisi, din adamları eleştirisi yapıyorlar. 

Bir İslam alimi faiz haramdır diyor. Linç yiyor. Bir başka hoca, kız ve erkek aynı sınıfta okuması doğru değildir diyor. Ne var bunda. Elbette görüşünü dile getirecek. Kıyamet kopuyor. 

Son dönemde ekonomideki dalgalanmalar, yapılan zamlar milletimizi yordu ve kızdırdı. Bazıları bilerek ve isteyerek bu zamları da İslam’a yüklüyorlar. Çünkü iktidarda onlara göre İslamcı bir parti var. Kutsal mekanlara kadın ve çıplaklık üzerinden bir saldırı geliştiriyorlar. Tamamen Müslümanları çıldırtmaya ayarlı. 

Uymamız gereken ölçüyü koyan Rabbimizdir. Hayata taşıyan, uygulayan, uygulatan da Peygamberimizdir. Zamana göre, şartlara göre dinin sâbiteleri değişmez/değiştirilemez. Öncelikle dinin sâbiteleri ile değişkenlerinin öğrenilmesi/öğretilmesi gerekiyor. 

 Bizim aydınımız Yusuf Kaplan hocamız içinde bulunduğumuz durumu şöyle ifade ediyor: “Modern veya postmodern seküler / pagan insan, Tanrı fikrini yitirdi, kendisini Tanrı’nın yerine yerleştirdi. Sonuçta tabiatı delik deşik etti; dünyayı talan etti, insanlığı kendisine benzetti. Bilim tavan yaptı, insan insanlıkta yerlerde sürünüyor: 

Bütün bilimsel gelişmeler, dünyaya ve insana tahakküm edecek bir barbarlıkla gerçekleştiriliyor. En ileri bilimsel atılımlar, gen teknolojisi, yapay zekâ çalışmaları da dâhil, insana ve dünyaya hâkim olma kaygısıyla geliştiriliyor. 

Dünyayı ve insanlığı tek bir düğmeye basarak yok edecek “smart” teknolojik silahların geliştirilmesi, güç üreten araçların kutsanması, niceliğin hükümran olması, insanın insanlığını unutması, araçların kölesi olması sonucunu doğuruyor. Çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüşen zihnimizle, seküler zihin kalıplarıyla Kur’ân’ı yorumlamaya kalkışmakla, bu da Kur’ân’ı da İslâm’ı da tanınamaz hâle getirmekle sonuçlanır. 

Bu, kendimizi Kur’ân’a uyduracağımıza, Kur’ân’ı kendimize uydurmamız anlamına gelir; buysa, kelle sayısı kadar Kur’ân’ın ortaya çıkması sonucunu doğurur kaçınılmaz olarak. Müslümanların başına gelebilecek en büyük felâket budur. 

Dünyanın İslâm’ın şaşmaz hakikatlerine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu bir zaman diliminde böyle bir şeye soyunmaya kalkışmak felâketlerin felâketi olur. Modern insan, yaşayabilmek için araçları, özellikle de güç üreten araçları kutsadı; araçlar insanı köleleştirdi, ruhsuzlaştırdı ve duyarsızlaştırdı. Sonuçta tabiatı delik deşik etti. Dünyayı talan etti, insanlığı kendisine benzetti. 

İnsan, her dâim sâbite arayışı içindedir. Sâbitelerini yitirdiği zaman, değişkenleri sâbite katına yükseltmekten çekinmez. Kaçınılmazdır bu: İnsan, sâbitesiz / “omurgasız” ayakta duramaz zira. Ama insanın, değişkenleri, sâbite katına yükseltmesi, zulümdür: Sadece kendine değil, bütün varlığa yaptığı bir zulümdür bu.” 

Yaşanmayan, hayata intikal etmeyen, vicdanlara hapsedilmiş bir din ve iman sadece bir iddiadır. Dindarlık ise iddia ile olmaz. Dindarlık ve dine saygı, dini olanı, dinde olanı yaşamakla ispat edilebilir. Gerek fert gerek millet olarak tercihlerini daima din kardeşlerinden yana kullanmak zorundadır. 

Günümüz dünyasında beynelmilel platformlarda Müslümanların birbirlerine arka çıkmaları, dünyadaki güç dengeleri bakımından fevkalade önemlidir. Mü’min; imanı için yaşayan, dünyaya gelişini imtihan için bilen, ebediyete kadar iman/küfür mücadelesinin bitmeyeceğinin şuurundaki adamdır. 

Mü’min kâfirle, münafıkla, Allah ve Resulünün düşmanlarıyla ne pahasına olursa olsun beraber hareket edemez, birlikte olamaz. Hele kendi menfaati için din kardeşlerinin karşısında bulunamaz. Kendisini feda eder, dinini feda etmez. Kendisi çiğnenir, düşer, vurulur ama dini çiğnetmez, dinini düşürmez, dinine imanına, Peygamberine vurdurtmaz. 

Menfaatler çatıştığında onları tercih edemez, onlara yaranmak ve benimsenmek için müdahanede bulunamaz. Hangi mülahaza ile olursa olsun bu hakikat örtülemez. Bizden istenen, akidemizin gereğini yerine getirmek ve imanımızı zedeletmemektir. 

Mü’minler var iken, onlarla beraber dinimize hizmet etme imkânı duruyorken, kendi din kardeşlerini bırakıp, ellerinden gelse Müslümanları bitirecek insanlardan, nasıl medet umulabilir? Bu sebepledir ki Müslümandan istenen, küfrün ve şirkin etkisi altında kalmadan Müslüman olarak yaşayıp, ölmektir. 

Peygamber Efendimizin ve ashabının oluşturduğu teminat dairesini zedelerseniz, insanımızın dinini, imanını da zedeleyecek hale getirirsiniz. Peygamberimiz: “Dünyalık ve şöhret düşkünü kişinin, dinine verdiği zarar, bir sürüye musallat olan iki aç kurttan daha fazladır” uyarısını hiç unutmamamız icap eder. 

Karşımıza çıkan meselelerin çözümünü düşüneceğiz. Fakat onlardan bile önemli olan sosyal- fikrî meselelere kafa yoracağız. Bütün sıkıntılar, bu meseleleri ihmal edişimizden kaynaklanıyor. 

Ölçüler istikametinde düşünemeyen ölçüleri kurcalar! Son yaşanan olaylar, adam yetiştirmenin kadronun, kadrolaşmanın (ehliyet, liyakat, adalet, kalite ve vasıfla olursa) değer kazanacağının canlı misali oldu. 

Ümmetin çıkarları ile cemaatin çıkarları çatıştığında, ümmetin menfaatini tercih eden bir yapıya olan ihtiyacın had safhada olduğu ortaya çıktı. Allah’ın ipine sarılma, Kur’an ve sünnet etrafında kenetlenmiş olmakla gerçekleşir. 

Her türlü ihtilafta, Allah ve Resulünü hakem tayin etmek, nefsimize ağır gelse de ona razı olmak, mucibince amel etmek bizi kendimize, aslımıza döndürecek, âdet haline getirdiğimiz ibadetlerimize yeniden bir ruh kazandırmış olacağız. 

Kimi Müslümanlar artık bir anlamda kendilerinin yokluğuna alışmışlar, batılda, seküler ortamda yeni bir kişilik kazanmışlardır. Anormalleri normal görme ve karşılama eğilimini giderek daha büyük ölçüde paylaşmaktadırlar. 

Oysa her Müslüman, gücü yettiğince İslam esaslarını eksiksiz yaşamak ve sorumluluğu altındakilere yaşatmakla yükümlüdür. Çünkü Müslüman “İslam’ı yaşama” azim, irade ve sorumluluğuna sahiptir. İslam, insanlık dinidir. 

İnsanlığın olmadığı yerde İslamlıktan bahsedilemez. İçi boşaltılmış bir dindarlık olmaz/olamaz. Dindarlık, ‘dinde olanı yaşamak ’tır. Dinin belirlediği ilkelere ve koyduğu sınırlara uymak yerine, birtakım keyfi yorumlar, kendi inanç ve duruşlarını (farkında olmadan, alıştırılarak) seküler veya Kemalizm bünyesine kaymaktadır. 

Dinin sınırları dışına taşımakta seküler çevrelerle birleşmekte, adeta paydaş hale gelmektedir. Bunun temelinde dini bilginin ve kültürün iki temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i seniyyenin yeterince dikkate alınmaması ve ilmîlikten uzak değişik gerekçelerle reddedilme eğilimi yatmaktadır. 

Müslümanların ya da Ümmet-i Muhammed’in Kitap-sünnet çizgisinde bir dini hayatı yaşaması ve sürdürmesi, onun hem hakkı hem de kimliğinin gereğidir. Kavramlarla oynanmamalı. Şahsiyetleri öldürüp sürü haline getirilmemeli. 

Âdetler ibadet, ibadetler âdet halini almamalı. Hür iradesini kullanan insanların aklına ve iradesine ipotek koyan, onları kullanamaz hale getiren yapı, sakat bir yapıdır. Mümin kimliğimizi her hal ve şartta yaşayalım/yaşatalım.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum