İslami Söylemin Gücünü İçeriden Kıran Şarlatanlar ve Onları Ortaya Çıkaran Vasat
“Mevcut vasatın ortaya çıkardığı kanaat önderleri, bu kanaat önderlerine göre büyük oranda hiza alan mevcut vasat… derken fasid bir daire oluşmuş oluyor.”
İslami Söylemin Gücünü İçeriden Kıran Şarlatanlar ve Onları Ortaya Çıkaran Vasatla Nereye Kadar?
İslami camiaya şöyle dışarıdan tarafsız bir gözle bakıldığında basmakalıp yargının aksine yekpare bir bütün olmaktan uzak “çok renkli” bir yapı karşımıza çıkıyor. Ancak bu “çok renklilik” aklı başında, makul kişilerin yanı sıra mebzul miktarda meczup, şarlatan, kıt akıllı kimselerin de –yine bu camia içindeki en azından bazılarının nazarında- sözüne itibar edilir bir pozisyona sahip olması sonucu ortaya çıkan genel tablodan kaynaklanıyor. Bu genel tabloda maalesef farklı meşreplerden, mesleklerden makul kişilerin söz ve davranışlarıyla bu diğerlerinin söyledikleri ve yapıp ettikleri “İslami söylem” diye adlandırılabilecek ortak bir havuzu dolduruyor. Bu iç içe geçmişlik de makul Müslümanların fiili ve kavli çabalarını birçok yerde boşa çıkaran bir netice doğuruyor. İslami söylemin gücü “içeriden” örülen bariyerlerle kırılırken, “içeriden” birilerinin yapıp ettiklerinden beri olduğunu ilan etme uğraşıyla Müslümanların gücü ve zamanı heba oluyor.
Burada tabii esas mesele yaşadığımız ülkedeki Müslümanların genelinin zihni ve ahlaki seviyelerinin çok da Müslümana yaraşır bir seviyede olmamasıdır. Oysa Müslümanların şu evsafta olması gerekir diyebileceğimiz bir asgari müşterekten bahsedilebilir. Asgari müşterek olarak görülebilecek bu vasıfları taşımayan kimselerin bugün Müslümanlar arasında sözü dinlenilir, yaptıkları önemsenir bir pozisyona sahip olması ise yine Müslümanların genelinin bazı nitelikleri haiz olmamasından kaynaklıdır denebilir.
Ne var ki bu kişilerin söz söyleme makamında olmaları Müslümanların genelinin durumunu gösterirken öte taraftan bu kişiler söyledikleri sözler, aldıkları tavırlar ve meselelere yaklaşımlarındaki seviyesizlikle de yine içinden çıktıkları topluluğun yani denebilir ki Türkiyeli Müslümanların genelinin seviyesini daha da aşağılara çekiyor. Mevcut vasatın ortaya çıkardığı kanaat önderleri, bu kanaat önderlerine göre büyük oranda hiza alan mevcut vasat… derken fasid bir daire oluşmuş oluyor.
Ağzı olanın konuştuğu sosyal medya mecraları da günümüz Türkiyeli Müslümanlarının geçmişten tevarüs ettikleri bu sorunu hem daha görünür kıldı hem de sunduğu bazı yeni imkanlarla sorunun daha da içinden çıkılmaz bir hal almasına sebebiyet verdi. Her türlü akıldanenin kendini hiçbir kayıt altında hissetmeksizin ağzına geldiği gibi konuştuğu bir mecrada envai çeşit zırvanın ortaya çıkması işin tabiatı gereğidir denilebilse de bu zırvaların - hem de hiç tevile falan gerek duyulmadan- epeyce müşteri topladığını, Müslümanların da bu konuda – hem içinden böyle kişiler çıkarmak hem de bu kişilerin saçmalamalarına kulak vermek hususunda - Müslümana yakışır bir farklılık ortaya koyamadığını belirtmek gerekir.
Kim İçeriden Kim Değil Buna Kim Karar Verecek?
Denebilir ki meczup, şarlatan, kıt akıllı vs bu kişiler kendilerine Müslüman diyor, Müslümanların içinde görünüyor diye neden bunları İslami camiadan sayalım, söyledikleri niçin mevcut İslami söylemi oluşturan bir unsur olsun? Burada “kimin içeriden olup kimin olmadığını belirleyecek mutlak bir ölçü var mı?” sorusu ortaya çıkıyor. Açıkçası bizim birisini ciddiye alınmayacak bir kişi olarak görmemiz ve “bunun ne sözleri, ne yapıp ettikleri İslamcıları, Müslümanları bağlar” dememizle sorunun çözülmediğini düşünüyorum.
Hz. Peygamberin (s), müşrikler “Muhammed ashabını öldürüyor” demesin diye münafıklara dokunmadığı şeklindeki rivayeti hatırlayalım. Demek ki dışarıdan bakan insanların meseleyi nasıl görecekleri ya da kendilerine nasıl gösterilebileceği de bu tür meselelerde önem arz ediyor. Bu sebepten zaten yanlış iş yapan Müslümanlar olduğunda hem Allah katında hem de insanların nazarında yapılan o yanlış işten beri olduğumuzu söyleme ihtiyacı hissediyoruz. Karşımızdakilerin yaptıkları yanlışlar, söyledikleri sözler bizi ilzam etmezken yanımızdaki “akılsız dostların” ağzından çıkanlar ve yapıp ettikleri bizi de öyle ya da böyle bağlıyor.
Kaldı ki bir “Müslüman” sağa sola nizamat veren, sözleri epeyce Müslüman tarafından önemsenen, ama az ama çok bazı Müslümanlar tarafından bir nevi otorite muamelesi gören biriyse hakkında “Bu kişi Müslümandır Müslüman olmasına ancak söyledikleri ve yaptıkları ‘İslami söyleme’ dahil edilmemeli” demek bana kalırsa çok mantıklı durmuyor.
Samimiyet Neyin Kefareti Olarak Görülebilir?
Samimiyet bahsi bu meselenin ana aksını oluşturuyor denebilir. Samimiyet bu konuda iki türlü karşımıza çıkıyor: Birincisi söze konu ettiğimiz Müslümanların – hem genel Türkiyeli Müslümanların hem de hüsnü zanla yaklaştığımız takdirde otorite gördükleri isimlerin birçoğunun- bu zaaflı hallerine rağmen samimi olmaları; ikincisi ise samimi olmalarının İslami söyleme ve dolayısıyla İslam’a ve Müslümanlara verdikleri zararları çoğu zaman görmezlikten gelme ya da önemsiz bulmamız için önümüze getirilen bir sebep olmasıyla şekliyle.
Samimiyet neyin kefareti olarak görülebilir bunu iyi tespit etmemiz gerekiyor. Bir kişinin bazı menfi vasıflara sahip olması samimiyetine binaen mazur görülebilir belki ancak bu menfi vasıflar çevresindeki insanları zihnen ve ahlaken çürüten cinstense bu kişinin ama az ama çok, ama şöyle ama böyle Müslümanların içinden birileri tarafından sözü ciddiye alınan bir mevkie oturtulması dahası bir çeşit kanaat önderi, otorite sayılması çok da göz yumulabilecek bir şey olmasa gerek.
Kendine kanat önderi rolü biçmiş ya da birileri tarafından kendisine böyle bir rol biçilmiş bu kişilerin müşterilerinin samimi olmaları ise ne sorunu ortadan kaldırıyor ne de çok fazla hafifletiyor. Samimi bir şekilde kulak verdikleri kişilerin adalet mefhumundan uzak yaklaşımlarından da destek alarak çoğu zaman nice zulümlere destek çıkabilirken, nice haksızlıkları da görmezden gelebiliyor bu takipçiler.
Sonra ortaya atılan komplo teorileri; delil, olgu ve sairenin esamesinin okunmadığı derin (!) analizler ve en temel mantık kaidelerini çiğneyerek yapılan yorumlarla zihinleri iğdiş edilip düşünme melekeleri dumura uğratılan bu insanların en azından kendi nefislerine karşı samimiyetsiz bir yaklaşım içinde oldukları söylenemez. Yani kendilerini bu duruma düşürürken kendilerine karşı bile isteye bir kötülük içinde değiller tabii ki bu insanlar ama neye yarar…
Bedel Ödemeyi Göze Alanla Bedel Ödeme İhtimali Belirdiğinde Gözünü Yumanın Buluştuğu Yer
Samimiyetle birlikte bu kişileri bir diğer mazur görme gerekçesi olarak bedel ödeme mevzu karşımıza çıkabiliyor. Tabii ki bir mücadelede bedel ödemiş olması ya da bedel ödemeyi göze alması o kişiyi değerlendirirken dikkate alınacak bir şeydir. Hatıb bin Ebi Beltaa’nın Mekkeli müşrikleri Mekke’ye yönelik düzenlenecek seferden haberdar eden bir mektup yazması üzerine cezalandırılması gündeme gelince Hz. Peygamber onun Bedir ashabından olduğunu hatırlatıp, öldürülmesine karşı çıkmıştır örneğin.
Burada ödenen bedel, kişiye sonrasında her türlü saçmalama hakkı vermediği gibi bir kişinin bedel ödemesi ya da ödemeyi göze alması tek başına bir kriter teşkil etmez. Her siyasi görüşten ucuz kahramanların eksik olmadığı güzel ülkemizde ise Müslümanların da bundan payına düşeni aldığını bu meselede yine görmekteyiz.
Mesela İslami camiadaki söze konu profillerin bir kısmının resmi ideolojiye karşı “amansız bir mücadele” sergilediğini görebiliyoruz ki bu durum yaşadığımız ülkede her zaman bedel ödemeyi göze almak demektir. Ancak bu kişilerin resmi ideolojinin banisi kişinin annesine iftiralardan, soyunu sopunu Yahudiliğe dayandırma çabalarına kadar çeşitli saçmalamalarla örülü resmi ideoloji karşıtlıklarının bir parçası olan retorikleri en büyük zararı resmi ideolojiye esastan karşı çıkanların söylemine vermektedir. Burada “onların ilahlarına sövmeyin” emrinin bir hikmeti ortaya çıkıyor denebilir, insanların ilah edindikleri şeylere sizin tarafınızdan ya da yanınızdaki yörenizdeki adamlar tarafından sövüldüğünde aslında o ilahlara etkili bir muhalefet yapma zeminiz zarar görüyor ve hakikati temsil eden taraf da olsanız sözünüzün gücü zayıflıyor.
Bu şarlatanların diğer bir kısmıysa kendilerine sorsanız her meselede dik duruş sergilemiştir, doğruya doğru yanlışa yanlış demiştir her konuda. Ama işin aslına gelince bu korkusuz yazarlar, kanaat önderleri vs en ufak bir bedel ödeme ihtimalinin olduğu meselede ya kulaklarının üstüne yatmışlardır, ya da netameli bir konuda illa bir şey söylemeleri icap ederse edilgen yapılı fiillerle biten cümleler kurarak, faili atlayıp yarım ağızla söylemişlerdir söyleyeceklerini. Söyledikleri sözler biraz başlarına iş açacak gibi olduğunda ise bir bakmışınız çark edivermişlerdir.
Yani hiçbir zaman eğri oturup doğru konuşma şeklinde bir kaygısı olmamıştır bu zevatın. Müslümanların genel halinin bir sonucu olarak oturdukları yerlere hep iyice kurulmuşlar; bir sıkıntıya uğrama, yerlerinden olma ihtimali belirdiği her durumda da yokları oynamışlardır.
Konuşan Papağanlar, Düşünen Hindiler
Nasreddin hocanın papağanların “konuşuyor diye” pazarda çok para ettiğini görünce hindisini getirip “düşünüyor diye” daha fazla para istemesi hepimizin bildiği bir mesel. Konuşan papağanların olduğu bir vasatta düşünen hindiler de hep olacak, “O konuşuyorsa bu da düşünüyor” diyenler her daim çıkacaktır. Müslümanlar papağanların aslında konuşup konuşamadığını temyiz edebilme imkanını yitirmişse, bu meselenin halli de pek mümkün değil demektir.
“Korkulacak bir feraseti” kalmayan “basireti bağlanmış” Müslümanların, Müminlerin kanaat önderlerinin “konuşan papağanlar, düşünen hindiler” şeklinde olması mukadderdir. Buna karşın başta kendimizden başlayarak yakın çevremiz, cemaatimiz, tüm Müslümanlar şeklinde halka halka belli bir niteliğe kavuşma uğraşı içinde olmak, bu bahsettiğimiz canımızı sıkan, yer yer başımızı öne eğdiren durumlara en az şekilde şahitlik etmemize sebep olacak esas çabadır.
Ancak bu asli çaba içerisindeyken belli bir niteliği tutturma gayretinin, insanın çevresindeki her türlü niteliksizlikten rahatsız olmasını da her halükarda beraberinde getirmesi beklenir.
YAZIYA YORUM KAT