İslâmî Mücadelenin Uru: Tekfircilik
Uzun bir tekfircilik tecrübesi yaşadıktan sonra yolun sonunda duvara çarpıp yanlış yolda olduğunu fark eden ve tam anlamıyla U dönüşü yapan bir arkadaş anlatıyordu:
“Birini şu mezhebe, diğerini şu cemaate mensup diye tekfir ettim. Birini şöyle inanıyor, diğerini şöyle bozuk bir düşüncesi var diye tekfir ettim. Onlardan olmayanların önemli bir kısmını da onları tekfir etmedikleri için tekfir ettim. Sonra etrafıma bir baktım, kimse kalmamıştı. Kendimden başka herkesi tekfir etmiştim ve sıra kendime gelmişti. Burada düşündüm, ben bu kadar insanı tekfir ederken kendi konumumu nasıl garantiye alabiliyorum? İşte orada dönüş yaptım ve artık Müslüman olduğunu söyleyen kimseyle uğraşmıyor, yanlış bir itikadı varsa hükmünü Allah’a bırakıyorum.”
Bu arkadaşın yaşadığı tecrübe gerçekten ibret vericiydi. Sanki kendilerine Allah tarafından akreditasyon yetkisi verilmiş gibi insanların arasına çıkıp teftiş yapıyorlar. Birinin en ufak bir açığını yakalasalar hemen “bozuk” yani “kâfir” damgası vurup kenara atıyorlar. Üstelik “bu teftişte ben daha yetkiliyim” diyerek kendi aralarında da ihtilafa düşüyor ve birbirlerine de aynı damgayı vurabiliyorlar. Dolayısıyla onların vurduğu damgayı geçerli saymaya kalkışacak olsak bugün yeryüzünde bir tek Müslüman kalmadığı neticesine varacağız.
Tekfircilik saplantısına düşenlerin buradan çıkmakta zorlanmalarının en önemli sebeplerinden biri dar ufuklu olmalarıdır. Örneğin herhangi bir anlayışın mensuplarını toptan tekfir edip İslâm dairesinin dışına atarken, tarihte yaşamış yüzlerce içtihat ehli fakihin onları niçin tekfir etmediği üzerinde düşünme ihtiyacı duymazlar. Herhangi bir âyeti kerimeye verdikleri anlamı binlerce hatta yüz binlerce bazen de milyonlarca Müslümanın üzerine kalın bir çizgi çekmek için yeterli görürler. Müfessirlerin o âyetle bağlantılı başka âyetlerle kurduğu irtibatı, Resûlullah (s.a.s.)’ın buna izah teşkil edecek hadislerine dayanarak getirdikleri açıklamaları dikkate almazlar.
İşin en çok düşündürücü yanı da onların hedefinde sürekli Müslümanların olmasıdır. Zamanlarının çoğunu Müslümanları elekten geçirmeye ayırdıklarından, bu elemede kullandıkları delilleri başkalarına anlatmayı davet saydıklarından, Allah’ın davetini Müslüman olmayanlara ulaştırmaya, onlara İslâm’ı anlatmaya vakit bulamazlar.
Onların tutumları İslâm düşmanlarının önlerini açmakta, özellikle işgalci düşmanların önünde duran kalelerin içten yıkılması planlarına yaramaktadır. Filistin’deki İslâmî direniş aleyhine başlatılan tekfir kampanyası da sadece işgalci Siyonistlerin planlarına ve hesaplarına hizmet ediyor. Bu kampanyada tekfirciler, işgalci saldırganlarla birlikte aynı hedefi vuruyorlar. Orada ümmetin hukukunu savunan, ümmet adına murabıtlık yapan, İslâm âleminin ihmal ettiği kutsal mekânlara sahip çıkmak için büyük fedakârlıklar gösteren İslâmî direnişin bunca saldırıya, şiddete, ambargoya ve vahşete maruz kalması yetmiyormuş gibi bir de tekfirci oklara hedef oluyorlar.
Oysa Resûlullah (s.a.s.) tekfir konusunda önemli uyarılarda bulunmuş ve son derece dikkatli olunması gerektiğini hatırlatmıştır. Pek çok kişinin bildiği bir hadisi şerifinde şöyle buyurur: “Bir adam kardeşine, ey kâfir dese ikisinden biri öyle olur.” (Buhari, Kitabu’l-Edeb, 73) Hadisin Sahihi Müslim’deki rivayetlerinden birinde de şöyle deniyor: “Her kim kardeşine ey kâfir derse ikisinden biri öyle olur. Ya dediği gibidir, ya da söz sahibine döner.” (Müslim, Kitâbu’l-İman, 111)
Tekfircilik İslâmî mücadelenin bir uru gibidir. Bedende çıkmış problemli bir parçadır. Bedenle yani bütünle uyum sağlayamaz. Kendini sağlıklı, bütünü problemli zanneder. Sürekli bedeni uğraştırır. Buna rağmen beden onu üzerinde taşımak zorundadır. Çünkü kesilip atılmasının bedeni tehlikeye sokma ihtimali var. O yüzden kontrol altına alınması, bedeni riske sokmaması, muhtelif tedavi metotlarıyla mümkün mertebe küçültülmesi ve zararsız hale getirilmesi gerekir.
İslâmî mücadeleyi uğraştıran tekfircilik urunun tedavisinde de görev ilim adamlarına düşüyor. Tekfirciliğin hedefi olan Müslümanların hukukunu âlimler savunmalı ve onların yıpratılması çabalarına fırsat vermemelidirler. Özellikle ümmetin hakları için mücadele eden İslâmî oluşumların böyle hedefe yerleştirilmesine göz yummamaları gerekir. Yetişen neslin tekfircilik tuzağına düşmesinin engellenmesi için onları bilgilendirmelidirler. Çünkü özellikle İslâmî temeller ve itikadî çerçeve hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan ve heyecanın etkisinde kalabilen gençlerin bu tuzağa düşmeleri kolay oluyor.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT