İslami modernlik
Bir süredir bu köşede çıkan yazılar iki ana temayı bir araya getiriyor. Biri İslami kesimin aydınlarının henüz kendi zihniyetleri ve cemaatleriyle bir yüzleşme yaşamadıkları, hatta bundan kaçındıkları.
İkincisiyse aynı kesimdeki hızlı refah artışının ve küresel sisteme entegrasyonun, kaçınılmaz olarak aile kurumunun ve kadın/erkek ilişkisinin niteliğini değiştirmekte olduğu. İki konu arasındaki bağlantı ise İslami kesimin intelijentsiyasının bariz erkek egemen karakteri ve bu durumun aile ve cinsiyetçilik meselelerinde tutucu bir vesayetçiliğe kapı açması.
Bu durum, geleceğe uzanan temel bir dönüşümün ve gerilimin de habercisi. Çünkü görüldüğü kadarıyla İslami kesimi kamusal alana ve siyasete taşıyan dinamikler esas olarak erkeklerin öncülüğünde yaşanmış olsa da, bu sürecin sosyal hayata yansımasında kadınların çok belirleyici bir rolü var ve bu rol, klasik muhafazakâr aile sistematiğini de özgürleştirme yönünde işlev görüyor. Ne var ki bu açılım, aileyi kamusal alana bir bütün olarak taşırken, onun öğeleri olan kadın ve çocuğu da bireyselleştirmekte. Bu nedenle 'aile' kurumu giderek erkeklerin savunduğu bir ahlakçılık sembolüne dönüşüyor. Bireyselleşen kadın üzerinden tasarımlanan sosyal ve kültürel hayat ise aileyi 'geçirgen' bir katılımcı nüve olarak yeniden oluşturuyor. Kısaca söylemek gerekirse, erkeklerin 'İslamcı' modernliğine karşı, şimdi karşımızda kadınların taşıyıcılığında 'İslami' bir modernleşme enerjisi var.
Erkekler bu gelişmeden rahatsız. Nitekim aileyle ilgili sempozyumların başlıca konuşmacılarının ve sonrasında yazanların da neredeyse hepsi erkek. Söylenenler ise kabaca aynı: Ailenin ne kadar önemli olduğu, dış etkilerden, değişimden korunması gerektiği, kadının kendi fıtratına uygun davranma zorunluluğunun unutulmaması vs. Değerlendirmeler ailenin bir 'erkek' kurumu olduğunu ve erkeğin tasavvurundaki kadını tanımlamaya hizmet ettiğini ima ediyor.
Bu bağlamda yazanlardan örneğin Ali Bulaç, ailenin 'sarsıntı' geçirdiğine işaretle, bu sarsıntının 'türümüzün neslini devam ettirmesini' olumsuz etkileyen üç sorunla bağlantılı olduğunu söylüyor. Birincisi, kadınla erkek arasındaki 'fıtri rollerin dağılımında' ve 'beşeriyetin örfünde on binlerce senedir devam eden toplumsal konumlarda' bir altüst olmanın yaşanmasıdır. Yani kadınların, erkeklerin işlerini yapmaya kalkmaları ve ailenin dışında bireyler olarak kamusal alana girmeleri. İkincisi, 'neslimizin devamı için zaruri olan' bağımlılığı sona erdiren nikâhsız beraberliklerin artık yadırganmamasıdır. Nikâhın niçin nesli devam ettirirken, nikâhsızlığın bunu yapamadığı ise herhalde nikâhın aile oluşturma özelliği nedeniyle çocuk yapmayı özendirmesi. Bu doğal değil, kültürel bir sonuç ve gidişat nikâhsız beraberliklerin de uzun vadeli aile düzenleri oluşturduklarını gösteriyor. Üçüncüsü ise, 'kadınların doğurganlık heveslerini kaybetmelerine paralel olarak doğurganlık kabiliyetlerini kaybetmeye başlamalarıdır'. Bulaç'ın evrim kuramına itibar ettiğini bilmiyorduk, ama demek ki doğurmaya doğurmaya bu yeteneğin kaybolabileceğini düşünüyor.
Bu üç sorunu bir araya getirdiğinizde; kendi hayatının ilkelerini koymak isteyen ve bunu özgürce yaşamaktan yana olan bir kadın tipolojisi çıkıyor. Burada işleyen algıya göre modern kadın; çalışan, nikâh dışı beraberliklere karşı olmayan ve çocuk sahibi olmaya kendi iradesiyle karar veren biri. Bu kadının ataerkil bir erkek dünyası için ne denli tehditler oluşturduğu açık. Çünkü bu kadın duruşu, ailenin kabuğunun kırıldığı, çocukların bireyselleştiği bir ortamı ifade ediyor. Bu ise erkek denetimi altındaki cemaatsel dünyanın çoğullaşması, farklılaşması, eş düzeyli hale gelmesi ve kaçınılmaz olarak şeffaflaşması demek. Bulaç, bu sorunların modernliğe ait olduğunu söyleyerek bir yandan kadınları 'bize ait olmayan' bu kültüre karşı uyarmaya çalışıyor, öte yandan çözümün İslami değerlerden ayrılmamakta olduğunu ima ediyor. Oysa ortada sadece modernliğin cazibesinde kalarak savrulan kadınlar yok. Böyle örneklere rastlansa da, İslami kesimde asıl dinamik, kendi modernliklerini üreten yeni bir kadın davranışının ortaya çıkması ve üstelik bu varoluş halinin İslami kimliği taşımasıdır. Dolayısıyla buna ne kadar 'modern' denebileceği de ucu açık bir soru. Galiba asıl mesele -ve erkekler için de asıl sorun- modernliğin sıkıntıları değil, ataerkil cemaatsel yapının artık bugünün genç kadınına anlamlı bir hayat sunmamasıdır.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT