İslâmî hareketler âlim yetiştiremiyor
Gazi Hüseyin Ahmet, Ebul Ala El Mevdudi’nin kurduğu Cemaat-i İslâmî’nin 1987-2009 yılları arasındaki lideri. Gerçek bir hareket adamıydı. Aynı zamanda siyasi bir parti de olan Cemaat-i İslâmî’yi kitle hareketi yapmak için çok uğraşmıştı. 6 Ocak günü 74 yaşında İslâmabad’da vefat etti. Ümmetçiydi. Türkiye dostuydu. Kendisini rahmetle anıyorum.
Türkiye’de Onun fazla bilinmeyen bir yönü var; o da Ruslara karşı verilen Afgan cihadının mimarlarından olması. Peştun olan merhum, Peştun olan Hizbi İslâmî lideri Hikmetyar’a çok yakındı. Afgan cihadının örgütlenmesine büyük emeği geçti.
1991 yılında bir grup üniversite öğrencisi olarak Pakistan’ın Lahor şehrindeki Mansura semtinde Cemaat-i İslâmî’nin merkezini ziyaret etmiş, misafirleri olmuştuk. Merhum bize çok yakın ilgi göstermiş, Cemaat ve Üstad Mevdudi ile ilgili anılarını bizimle paylaşmıştı.
Mansura’da Cemaat’e bağlı merkez camide namazı o kıldırıyordu. Fedekâr olduğu, kendisini harekete adadığı biliniyordu. Pakistan kıyafeti, uzun sakalı ve kafasındaki kalpak ile bir din âlimi imajı uyandırıyordu.
İslâmî bilgisine rağmen âlim değildi. Peşaver Üniversitesi’nde Coğrafya bölümünü bitirmiş modern eğitimden gelen birisiydi. 3 yıl süren bir coğrafya öğretmenliği de var. Üniversite yıllarında Cemaat-i İslâmî’ye intisab etmiş ve hareket içinde yetişmiş bir liderdi. Pakistan yakın tarihinde önemli roller oynadı.
Merhumla tanıştığımız o günden beri zaman zaman düşünmüşümdür; “İslâmî hareketler neden âlim yetiştiremiyor?” diye. İslâm âlimsiz olamayacağına, İslâmî mücaadeleyi de İslâmî hareketler üstlendiğine göre, harekete öncülük edecek ulemâyı yetiştirmek öncelikli görev değil midir?
Mevdudi Cemaat-i İslâmî’nin, Hasan El-Benna İhvanı Müslimin’in, Said-i Nursi Nur hareketinin âlim olan kurucu liderleridir. Bu hareketlerin uzun ömürlerine, büyük hizmetlerine rağmen cemaatin kurucu liderleri düzeyinde bir âlim yetiştirememeleri tahlil edilmelidir.
Bu cemaatlerde âlim sıfatıyla teberrüz etmiş kişiler vardır elbette. Ama onlara baktığımızda cemaate dışarıdan katılmış ilim adamları olduklarını görüyoruz, yani cemaatin direkt yetiştirdiği kadrolar değiller. Meselâ Fethullah Gülen Hoca, Üstadın dizine çökmüş bir öğrencisi değildir, harekete sonradan intisab etmiş ve kendi ekolünü kurmuş medrese kökenli bir ilim ehlidir.
İslâmî hareketler kuşkusuz cesur yürekler, adanmış ruhlar, fedakâr müslümanlar, akademisyenler, siyasiler yetiştirmiştir ve yetiştirmeye de devam ediyor, ama, nedense âlim yetiştiremiyor.
Kanaatime göre bunun önemli sebeplerinden birisi, İslâmî hareketlerin öncelik verdiği dâvet çalışmaları. Dâvet faaliyetleri yoğun koşuşturmaca gerektirdiğinden, dâvetçi, uzun yıllar alan sistemli ve sürekli ilim okumaya zaman bulamıyor. Dâvetçi iyi kültür sahibi olduğunda, bu birikim dâvet faaliyetlerinde ona yetiyor, dolayısıyla âlim olmak zaruri bir ihtiyaç olarak hissedilmiyor.
Oysa bir âlimin sahip olmak zorunda olduğu detaylı teknik bilgiyi elde etmek ve onu içselleştirmek uzun yıllar istemektedir. Binbir gaile içerisinde bu yorucudur ve kimi zaman da sıkıcı bir yolculuktur.
Bu türden teknik ilmî çalışmalar hareket ruhuna sahip sabrı az gençleri sarmamaktadır; zira onlar yaşadıkları cağın ruhuna uygun olarak hızlı çözümlerden yanadırlar. İlim meclislerinde uzun yıllar hakikat peşinde koşmak modern dönemin ruhu olan hızlı yaşama felsefesiyle de uyuşmamaktadır.
Bir de Cemaat-i İslâmî gibi siyasi partiler vardır; İslâmî eğilimli parti mensupları genelde aşırı politize olduklarından onlar da İslâm’ın siyasi yüzüne odaklanıp bu konularda kendilerini yetiştirmekle yetiniyorlar. Talip oldukları devlet yönetiminde lâzım olan modern teknik bilgi, devlet yönetmenin öncelikleri arasında olduğundan ilgi buraya yoğunlaşıyor.
Yeterli insan ve finans kaynakları olan İslâmî hareketlerin bu meseleye ciddi anlamda el atması gerekmez mi?
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT