İslâmî câmia, nereden nereye!
Algı dünyamızda ve amellerimizde etkisini hissettiğimiz hızlı bir değişim sürecinin içinden geçiyoruz.
Küreselleşme de denilen bu süreç, kültürel sınırları özellikle de sanal dünyada ortadan kaldırmış durumdadır. Sanal dünyaya taşınmış bireyleri önce sanal dünyada sonra da sanalın dışındaki gerçek hayatta dönüştürmektedir. Gerçi bugün sanalın nerede başlayıp nerede bittiği de epey bulanıklaşmış durumdadır.
Değişimin hızı ve muhtevası, bizim bunu anlama ve kontrol etme yeteneğimize gâlip gelmektedir. Daha bir mesele çözülmeden yeni meseleler üstümüze üstümüze gelmeye başlıyor. Bu da dijital dünya atmosferinde gözünü açan ve süreçte bir sorun görmeyen nesille bir önceki nesil arasında algıda ve amelde büyük bir çatışma meydana getirmektedir.
Tarihte, Müslüman hayatındaki dönüşümü ekber ve asğar boyutlarıyla fıkıh belirlemiştir. Bu da hayatın kalbinin Müslümanca atmasının garantisi olmuştur. Ama bugün Müslüman hayatını kökten değiştiren sürece fıkhın fazla müdahale edemediğini görüyoruz. Çünkü fıkhın bu süreci denetlemesi pek de istenmiyor.
Peki süreci ne yönetiyor diye sorarsanız, benim cevabım; küreselleşmedir. Küreselleşme, bireyleri ve toplumları değiştirirken yerel kültürel formlara müsamaha göstermekle beraber özde kendi değer sistemi içinde bu süreci yönlendirmektedir. Temel paradigması da sekülerizmdir. Siz bunu Müslüman hayatında dünyevîleşme diye de okuyabilirsiniz.
Yüzyılları değil sadece son yirmi yıldaki İslâmî câmiadaki dönüşümü bile mercek altına alsanız, meselenin derinliği ortaya çıkar. Bu değişim önce algıda sonra da pratiklerde meydana gelmektedir. Meseleyi daha anlaşılır kılmak için 90’ların başlarındaki duruşla bugünkü duruş arasındaki farklılıklara günlük pratikler üzerinden bazı örnekler vermek faydalı olacaktır.
Dün, beyler ticaretlerine faiz bulaştırmamak üzere titiz davranırlardı, bugün, liberal dünyanın parametreleriyle ticaret yapmayı “büyüme ideolojisi”nin bir gereği olarak görmekteler.
Dün, kapitalist sermayenin malını pazarlarken bunu kadın bedenini teşhir ederek yapmasını eleştirirlerdi, bugün, muhafazakâr câmianın işadamları, medyası vs. de kadın bedeni üzerinden reklam yapmakta, yahut bunları yayımlamakta bir beis görmemektedir.
Dün, önemli ölçüde haremlik selâmlık uygulamasına dikkat edilirdi, bugün ise bu uygulamayı sürdürenler yadırganmaktadır.
Dün, kadın sesinin avret olup olmadığını tartışan câmia, bugün başörtülü hiphopçular çıkarıyor.
Dün, meselâ İstanbul içi semtler arasında bile, kadının mahremi olmaksızın tek başına dolaşmasının fıkhen caiz olup olmadığı tartışılıyordu, bugün, birçok tesettürlü hanım mahremsiz deniz aşırı yolculuklara çıkabiliyor.
Dün, zaruret oluşmaksızın fotoğraf çektirmenin hükmü bile gündem olurken, bugün evli ve bekar tesettürlü hanımlar binbir vesileyle çektirmiş oldukları fotoğraflarını facebook üzerinden nâmahremler de dahil olmak üzere yüzlerce insanla paylaşıma açabiliyorlar..
Sade, gösterişten uzak ve ruh edebine uygun bedeni örten tesettür kıyafetleri yerini son derece gösterişli, vücut azalarını deşifre etmek için çırpınan kıyafetlere terk etmiş durumda.
Daha bir dizi örnek vermek mümkün, ama gerek yok. Amacımız birilerini itham etmek yahut övmek değildir. Amacımız 20 yılda yaşanan algıdaki ve pratikteki dönüşümün hayatımızı ne yönde yönlendirdiğine dikkat çekmektir. Büyük çoğunluğumuzun aklına da; “Acaba fıkıh buna ne der?” sorusu gelmemektedir.
Bu değişimin daha da hızlanarak devam edeceğini aklımızda tutalım. Sürecin önünde inisiyatifi olmayan nesneler gibi sürüklenmek yerine, değişimi görerek, içinde yer alarak onu yönetmenin imkânları üzerine kafa yoralım.
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT