İslami aydınların sınavı
İslami kesimin aydınları son yıllarda entelektüel hayatlarının baharını yaşıyorlar.
Batı modernliğinin sorun çözmek bir yana sorun yarattığı bir dönemde, Kemalizm ve onun uzantısı olan alaturka otoriter laikliğin de çözülüşüne tanık oluyoruz. Üstelik İslami coğrafyanın siyasi bir aktör olarak dünya sahnesine çıktığı, İslami kimliğin etnisitelerden bağımsızlaştığı bir süreçteyiz. Nihayet İslami toplumların yeni bir dünyanın inşa edilmesinde kaçınılmaz rol oynayacağının anlaşıldığı günleri yaşıyoruz. Eğer geçmişten gelen bir özgüven eksikliğiniz varsa, bu koşulların söz konusu zaafı ortadan kaldıracağını hayal edebiliriz. Dolayısıyla da 'dışa' karşı son derece eleştirel ve keskin olan İslami aydınların, biraz 'içe' de bakmalarını, kolaycılığı bırakıp gerçek tartışmalara yelken açmalarını umabiliriz. Ancak görünen o ki, İslami kesimde dünyanın kendi kimliklerine demokratça bakmasını isteyen aydın sayısı çok olsa da, demokratlığı kendi entelektüel dünyalarına davet etmek niyetinde olanlar epeyce az. Bu nedenle de hâlâ bol bol Batı, modernlik vs. eleştirisi okumayı sürdürüyor, ama bu aydınların kendi cenahlarını nasıl gördükleri ve değerlendirdikleri konusunda pek bir şey duyamıyoruz. Çeşitli alanlardaki fikir ayrılıklarını ve sosyolojik yönü olan kırılmaları ise hiç öğrenemiyoruz, çünkü bu aydın tipolojisi cemaatçi olmayı sürdürüyor. İslami kesimin 'bir bütün olarak' sunulması ve siyasallaşması uğruna, anlama çabaları tümüyle terk edilebiliyor. Daha da vahim olarak bu cemaatçi yaklaşımın, kendi içindeki heterojenleşmeyi bastıran, en azından onun görünürlüğünü engelleyen bir yönü olduğu dikkate alınmıyor. Böylece İslami entelektüel hayat az sayıda fikri önderin sınırlayıcı, yönlendirici ve azarlayıcı bakışları altında sıkışıp kalıyor. Bu fikri önderlerin 'erkek' dünyasının görüşlerini genel doğrular olarak sunmaları ise, İslami kesimin daha büyük kırılmaların eşiğinde olduğunu akla getiriyor. Ataerkil kültürün en belirgin özelliklerinden biri, kurulan toplumsal sistemlerin dayanıklılığıdır... Ancak buna karşılık kendisini yeniden inşa etme yeteneği ise son derece azdır. Bu nedenle ataerkil sosyal yapıların ömrü uzun olur, ama yıkıldıkları anda da tamamen farklı yapılara doğru evrimleşirler . Sonuçta ataerkil kültür bir anda ortadan kalkmasa da, artık başka kültürel kodlarla bütünleşmek ve onlara uyum sağlayan nitelikleriyle ayakta kalmak zorunda kalır. Bu ise eski sistemin 'iç' elitinin zemin kaybetmesini ifade eder ve dolayısıyla da direnç yaratır. Bugün İslami kesimin aydın tabakasını gözlemleyenler, bu ataerkil sıkışmayı farkedeceklerdir. Karşımızda basmakalıp bir kimliksel duruşu tekrarlayan, manevi otoritesinin sarsılmasından kaygı duyan, gençlere karşı açık ve davetkar olmakta zorlanan, kadınların bu alandaki muhtemel varlığından ve kendilerine ait 'seslerinden' ise hiç hazzetmeyen bir erkek dünyası var.
Söz konusu iç kırılma ve ayrışmalar, önümüzdeki süreçte muhtemel bir özeleştirinin kadınlar tarafından taşınma ihtimalini giderek artırıyor. Tartışma zeminlerinden en önemlisi ise muhakkak ki aile kurumu ve buradan hareketle kadın/erkek eşitliği olacak. Bunun belirtilerini halen yaşamaktayız... Örneğin geçenlerde yayımlanan bir TUİK anketi boşanmaların hızla arttığını ortaya koymuştu. Boşanma sebeplerinin başında her iki cinsiyet için de aldatma ve ilgisizlik gelmekteydi (kadınlarda yüzde 53, erkeklerde yüzde 55). Bu sonuç hayatın ne denli hızlı değiştiğini gösterdiği kadar, çoğu evliliğin zaten baştan yanlış olduğunu da ima ediyor. Sonraki nedenler ise kadınla erkeğin sosyal bağlamdaki bariz rol farklılaşmasının işaretini taşımaktaydı: Kadınlar için boşanma nedenleri dayak, içki ve kumarken, erkekler için neden, kadının eşinin ailesine saygısız davranmasıydı.
Varılabilecek ilginç sonuçlardan biri, bencil erkek tavrının sergilenmesinden öte, erkeklerin ataerkil bir aileyi sürdürme istekleriydi. Nitekim birçok erkek yazar da bu anketi 'ailenin çöküşünün' nişanesi olarak okurken, aileyi sahip olması gereken nitelikleri belli bir kurum olarak resmettiler. Ailenin de değişebileceğini, bu değişimde kadının istek ve tercihlerinin önemli olduğunu, aileyi bu haliyle muhafaza etme arzusunun bir vesayet olduğunu es geçtiler. Ne var ki İslami kesim onların sandığından da hızlı değişiyor ve korktukları karşılaşma giderek yakınlaşıyor...
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT